Partici ve kulüpçü

Siyasette de, sporda da değerlendirme kriterimiz ahlâk olmalı.
Siyasette de, sporda da değerlendirme kriterimiz ahlâk olmalı.

Taraftarların kulüpleri yoktur, kulüplerin taraftarları vardır. Sokaktaki adamın boş hayatında bir yeri doldururlar. Onlara çalışmadan, emek vermeden, hazırdan şan, şöhret, gurur kazandırırlar. Karşılığında sadakat, aidiyet ve menfaat elde ederler. Partiler de "partici" imâl etmekle uğraşırlar.

Partici ve kulüpçü... "Partici" dediğimiz profesyonel politikacılar. "Kulüpçü" dediğimiz ise profesyonel futbol kulübü yöneticileri... Biraz düşünürsek bu iki mesleğin bizde ve dünyada benzeri işlevleri yerine getirdiğini görürüz. Bu iki mesleği anlarsak dünümüzü, günümüzü, devletimizi ve toplumumuzu daha iyi anlayabiliriz.

Bir kere "Particilik ve kulüpçülük de meslek mi birader?" diye sormayın. Evet, bunlar da meslektir. İkisinin de her meslek gibi eğitimi, çıraklığı, ustalığı, kârı-zararı, ticareti, mesaisi, kariyer basamakları vardır. Kulisi, dedikodusu, entrikası, ittifakları, ihanetleri boldur. Başka herhangi bir meslek gibi bu iki mesleğin de hedefleri, araçları, taktikleri, tehlikeleri ve fırsatları vardır. Açıklayayım...

Profesyonel politikacılar "parti" denen çıkar grubu çatısı altında iş yaparlar. Başka çıkar grupları da var: İş adamı örgütleri, hemşeri dernekleri, dini cemaatler, ideolojik gruplar, mafyalar gibi... "Parti" kelimesi Fransızca "partie" kelimesinden gelir ki anlamı "parça, bölük, öbek" demektir. Osmanlılar bu kelimeyi çok güzel tercüme etmişler: "fırka." Bu kelime "fark" kelimesiyle aynı kökten gelir. "Tefrîka" kelimesiyle de akrabadır. Bu kelime ise "ayrılık, fitne çıkarmak" demek. Yani kelime anlamında parti birliğe değil ayrılığa işaret eder. Zaten söylemlerinin aksine partiler hâlkı birleştirmek için kurulmaz. Aksine hitap ettikleri kesimleri diğerlerinden daha da koparmaya çalışırlar.

"Kulüp" kelimesi ise Fransızca’dan dilimize girmiş. Asıl anlamı "elde tutulan kalın sopa" demektir. "Sosyalleşmek veya ortak bir hedefi gözetmek için bir araya gelen insan topluluğu" anlamını sonradan kazanmıştır. Bu kavram da kendi içinde birleşme, dışında ise ayrılığı çağrıştırır. Hatta kulüpçüler sık sık başka kulüplere karşı nefreti körükleyecek söylemlerde bulunurlar. Bunlar çok kızdıklarından veya kulüp aşkından değildir. Aynı particinin yaptığı gibi ölçülüp-biçilmiş, kendilerine çıkar sağlayacak tepkilerdir. Gariban taraftar kitleleri de aynen particilerin kitleleri gibi yönetenlerinin sevketmesiyle oradan oraya savrulup dururlar.

Kulüplerin hepsinin isminde "spor" yazar. Oysa bunların sporla ilgisi, siyasi partilerin fikirle ilgisi kadardır. Mesele gerçek değildir, gerçeği çağrıştıran sözler üretmektir. Kulüpler arasında sportif bir rekabet olduğu söylenir. Oysa kulüplerin kendi aralarındaki didişmesi partilerin kendi aralarındaki didişmesiyle aynı amacı paylaşır. Nasıl partilerin iktidarı hedeflemesi soyut bir ideal için değil maddî bir pasta bölüşümü içinse; futbol kulüpçülerinin şampiyonluğu hedeflemesi de "spor aşkı"ndan değil, transfer paralarından yayın gelirlerine, kara para aklamaktan kulüp kartvizitiyle kendilerine iş ayarlamaya kadar kendi kesesini doldurmak içindir. Fakat çok da haksızlık yapmayalım. Dağıtmayan toplayamaz. Bu yüzden partilerde de kulüplerde de en tepeden aşağıya doğru giderek azalan bir çıkar paylaşımı vardır.

Parti de kulüp de ürün üretip pazarlayan kurumlardır. Partinin ürünü vaatler ve söylemler, kulüplerin ürünleri de futbol takımıdır. Partiler tezgâhlarına koydukları ideolojileri, vaatleri allayıp pullayıp hâlka satmaya çalışırlar. Hepsinin amacı kâr etmektir. Malı kötü olsa da hiçbiri "malım çürük" demez.

Evet, "hâlk" veya "millet" veya "vatandaşlar," adına ne derseniz deyin bir üründür. Organik değildir, üretilmiştir. Hâlkların devletlerinden ziyade devletlerin hâlkları vardır. Hâlkın "vatandaşlık" kavramı ile devletin istediği fiziki ve soyut sınırlar içine yerleştirilmesiyle dünyada "büyük parti" olarak anlaşılabilecek modern devletler oluşmuştur.

Partiler de kulüpler de ürün üretip satış yaptığına göre ikisinin de müşteri kitleleri vardır. Partilerin müşterilerine "seçmen," kulüplerin müşterilerine de "taraftar" denir. Partiler ve kulüpler müşterilerini kendi mallarından almaya ikna etmeye çalışırlar. Bu pazarlamadır ve amacı kârı çoğaltmaktır. Partiler ve kulüpler şirketler gibi piyasa segmantasyonu yaparlar. Pazarcıların hepsi de aynı malı satmaz. Kimi ıspanak, kimi portakal, kimi muz satar. Aynı şekilde partiler de "ideoloji" dedikleri söylemleri pazarlar. Her birinin ikna edip kendine bağladığı ayrı müşteri kitleleri vardır. Arada şaşırmış, yüzer-gezer müşterileri de kapabilirlerse ne âlâ! O zaman kârları daha da yükselir.

Sonuçta "seçmen" veya "taraftar" dediğimiz hâlktır. Ama "hâlk" dediğimiz aslında homojen bir topluluk değildir. Bugün "hâlk" denen topluluklar ulus devletler tarafından belirli kıstaslarla imâl edilmiştir. Evet, "hâlk" veya "millet" veya "vatandaşlar," adına ne derseniz deyin bir üründür. Organik değildir, üretilmiştir. Hâlkların devletlerinden ziyade devletlerin hâlkları vardır. Hâlkın "vatandaşlık" kavramı ile devletin istediği fiziki ve soyut sınırlar içine yerleştirilmesiyle dünyada "büyük parti" olarak anlaşılabilecek modern devletler oluşmuştur. Bunlar, kendilerini hâlkı oluşturan çok çeşitli farklılıkların üstünde bir şemsiye gibi, bir ortak payda gibi sunarlar. Oysa her devlet birleştirmeye olduğu kadar ayırmaya da dayanır.

Milliyetçilik ulus devletin dinidir. Belirli bir şekilde tanımlanmış bir millete iftihar, gurur, özgüven pompalar. Bir taraftan da diğer "millet"leri aşağılar, ötekileştirir. Ulus devletler particiler tarafından yazılan anayasaları, kanunları, başlatılan gelenekleri yüceltirler. Ama bir yandan da tevâzu adına "hâlk ne isterse" ona tâbi olduklarını beyan etmekten geri durmazlar.

Kulüpler de böyle çalışır. Taraftarların kulüpleri yoktur, kulüplerin taraftarları vardır. Sokaktaki adamın boş hayatında bir yeri doldururlar. Onlara çalışmadan, emek vermeden, hazırdan şan, şöhret, gurur kazandırırlar. Karşılığında sadakat, aidiyet ve menfaat elde ederler. Partiler de "partici" imal etmekle uğraşırlar. Sıradan hâlk mutlaka bir "parti"nin taraftarı olmalıdır. Partilerin futbol kulüplerinden farkı, her gün, her saat maçları olmasıdır. Her gün ortaya atılan çoğu uyduruk bir konu üzerinden birbirleriyle kör döğüşü yaparlar. Particilerin çoğu kendi partilerinin bir konudaki pozisyonu neden benimsediğini, bu pozisyonun kendisi ve toplum için ne anlama geldiğini bile bilmezler. Hele o hamasi lâfların ardına gizlenen bayağı çıkarları asla hayal bile edemezler. Ama mesele zaten bilmek veya anlamak değildir. Güç pastasından küçük de olsa bir dilim koparmaktır.

Partici veya kulüpçü olsun kime sorsanız size bir aşk uğruna bu işe girdiklerini söylerler. Gerçekten de politikacının ve kulüpçünün çektiğini kimse çekmez. Tanımadığı insanlarla konuşmak, onlara zaman ayırmak, ilgisi olmayan insanlara sözler vermek, evinden-barkından, çoluk-çocuğundan uzak kalmak, cebinden para harcamak elbette büyük fedakârlıktır. İnsanın kendi derdini çekemediği şu zamanda, tanımadığı insanların derdiyle uğraşması gerçekten müthiş bir şeydir. Tek mesele bu fedakârlığın ne için yapıldığıdır. Ben söyleyeyim. Yüzde doksan dokuzu kendini daha üst bir güç, itibar ve çıkar basamağına çıkarmak için yapar. Ama biri de harbice çıkıp bunu söylemez. Çünkü o zaman işin tezgâhı bozulur, satışı düşer.

Bu iki meslekten olan kimle konuşsanız size bu işe girmeyi hiç istemediklerini söylerler. Hep birileri onu zorlamıştır. Onlar da hizmetten, dâvâdan kaçamamışlardır. Bu uğurda işlerinden-güçlerinden, rahatlarından olmuşlar, nice zararlara girmişlerdir. Bu maliyete sadece ve sadece dâvâ uğruna, kulübün aşkına katlanmışlardır. Vay be! Bu sözler insanın gözünü yaşartır. Tabii yutarsanız! Peki bunların arasında hiç samimi olanı yok mudur? Elbette vardır. Ama bu kadar kurdun olduğu yerde o birkaç kuzu ya kısa sürede tasfiye edilir, ya da hâlka şirin gözükmek için maskot gibi kullanılır.

Kısacası her şeyde olduğu gibi siyasette de, sporda da süslü sözlerin arkasına gizlenmiş çıkarların olduğunu unutmayalım. Her şeyde olduğu gibi siyasette de, sporda da değerlendirme kriterimiz ahlâk olmalı. Yani sen sözünün, işinin adamı mısın? Yoksa düpedüz ikiyüzlü müsün?