6-
Tarihin bir oluş hali, bir bütün olduğunu, bozulmaya uğrasa da bıkmadan usanmadan “şimdi”nin dürüst geçmiş zamanın vekaletini aldığını söyledi. “Hiçbir tarih dilsiz değildir. İstedikleri kadar sahiplensinler, bozsunlar, hakkında yalan söylesinler, insan tarihi çenesini kapalı tutmayı reddeder. Sağırlığa ve cehalete rağmen geçmiş zaman, şimdiki zamanın içinde tiktaklamayı sürdürür.”
7-
Aşkı başka türlü anlatmanın mümkün olmadığını düşündürdü bizlere. “Göz gördü, gönül sevdi”nin anlamını şu sözleriyle daha da genişletti, bir adım daha yaklaştırdı bizi, nereye olduğunu bilmeden görmeye gittiğimiz o kişiye: “Uyku tutmuyor. Göz kapaklarımın arasına sıkışmış bir kadın var. Çık oradan derdim ona diyebilseydim. Neylersiniz ki boğazıma da bir kadın kaçmış.”
8-
Bir yalan üzerine kurulan hayatlara, birbiriyle göz göze gelmekten korkan insanlara ve buna kendini mecbur hissedenlere karşı bir itiraz haliyle yazılarını yazdı. Konuşur gibi yazdı, bir kürsüye çıkmış bir aydının diliyle de yapmadı bütün bunları. Sesi bize yakın, sesi altyazıyla uyumluydu. Bütün sesi kısıklara, bütün kalıplara karşı Behçet Necatigil’in şu dizesini haykırdı âdeta: “Sanki ses olmayınca hiçbir şey olmuyordu.”
9-
Galeano, bir unutmanın elinden insanın belleğini kurtarmak istiyordu. Bundan olsa gerek “hatırlama takıntısı olan” biriyim demesi. Olay mahallinden şahit yazarlar diye kaçanlara karşı yetişebildiği her olaya, her duruma tanıklık etti ve belki de bunları bize miras bıraktı. Sokağın ona dediğini yaptı. Bir pencereden olan biteni izlemek yerine, evinin penceresini kırdı ve sokakla arasında hiçbir şeyin durmamasını sağladı. Böylece Günler Yürümeye Başladı. Cemil Meriç için Türkiye, Borges için Arjantin diyorsak Galeano için de Uruguay’ın ta kendisini diyebiliriz.