O ağır sorunun altında...
Bu soruyu sormadan önce 23 Nisan etkinliği provalarından bahsediyordu. Anlatmaya pek istekli değildi, biraz konuşunca birden değil de parça parça döküldü olan biten ağzından. Provalarda başlarındaki öğretmen “Siz çöpsünüz, çöpün yanında durun... Sizi aldık da ne oldu sürekli sorun çıkarıyorsunuz.” demiş. İnanın Sara bu sözlere bile takılmamış, sadece yukarıdaki sorusunu derinleştiriyor ve şunu sorguluyor: “Beni sevmelerine engel olan şey yabancı olmamsa, yabancı olan diğer Japon çocuğu niye seviyorlar?”
“Bizim sınıfta bir Japon var onu çok seviyorlar, beni niye sevmiyorlar?”
Suriyeli bir çocuk
Epigraftaki sorunun sahibinden bahsetmek istiyorum size… O, bizim topyekûn tek bir tanım altında sadece “Suriyeli” olarak adlandırdığımız, savaş şartları nedeniyle ülkemize göçmek zorunda kalmış mülteci çocuklardan biri. Adı Sara. Daha 12 yaşında. Bir ortaokul öğrencisi. 4 yıldır Türkiye’de ve genel durumu okuldaki herhangi bir Türk öğrenciden çok farklı değil. Herkes gibi, hepimiz gibi yani… Ağlayarak ya da üzülerek değil, gayet sakin bir tonda, gündelik bir konudan söz ediyor gibi okuldaki bir gününden bahsederken bu soruyu sordu: “Bizim sınıfta bir Japon çocuk var onu çok seviyorlar, beni niye sevmiyorlar?” Mantıklı bir cevap alamadı elbette. “Hayatımızda her zaman bizi seven insanlar olmaz, bazen bizi sevmeyenler de olabilir. Bu normal bir şey” diye teselli edilebildi sadece. Ülkemizde yaşayan bunca göçmen çocuk varken, içimizden birinin, bir gün karşılaşacağı bu soruya belki daha iç ferahlatıcı bir cevabı vardır…
Ülkelerini terk etmek zorunda kalıp, ülkemizde yaşayan milyonlarca insan var. Sığınmacılar, mülteciler, göçmenler, Suriyeliler, Araplar... Bir sürü farklı tanım kullanıyoruz onlar için. Sanki milyonlarca insan grup hâlinde geziyormuş gibi bir genelleme yapıyoruz. Arapça konuşan herkesin “Suriyeli” olduğunu düşünüyoruz mesela... Anlamak, tanımak, bilmek istemeyişimizden mütevellit… Her göçmenin devletten para aldığını düşünüyoruz mesela. Birçoğunun işinde gücünde hepimiz gibi sadece hayatına devam etmeye çalıştığını görmüyoruz ısrarla. Hepsinin tek tek, ayrı hayatları olduğunu unutuyoruz çoğu zaman; ama onlara nereden geldiklerini, buranın onların toprağı olmadığını asla unutturmuyoruz… Ama bir sorun var ki, bir soru var ki daha da belirginleşiyor zihnimde. Diğer tüm mülteci sorunlarından koşar adım ileriye çıkıyor: Bir çocuğa nasıl milliyetine göre davranılabilir? Her seferinde yüzüme çarpıyor o soru…
Ülkemizdeki göçmen çocuklar genelde Türkçebiliyorlar ve her anlamda ülkemize daha kolay entegre olabiliyorlar…
Belki içimizde bu sorudan yüzünü çevirenler de vardır… Olsun. Ülkemizdeki göçmen çocuklar genelde Türkçe biliyorlar ve her anlamda ülkemize daha kolay entegre olabiliyorlar… Ama insanların kafalarında oluşturdukları o “mülteci” algısı nasıl bir illetse, bu çocuklar ağızlarıyla kuş da tutsalar hep düşmanca tutumlarla karşılaşıyorlar. Evet dilenen mülteci çocuklar var ama ailesini geçindirmek için günde 12 saat üç kuruş -gerçekten üç kuruş- paraya çalıştırılan çocuklar da var. Dersleri çok kötü olan, uyum sağlayamayan bir sürü mülteci çocuk var okullarda, ama hem konfeksiyon atölyesinde çalışıp hem de okul birincisi olan Muhammed Almahaini gibi başarılar da var… Bakın ne yaptığımı görüyor musunuz size bir mülteci çocuğu sevdirmeye çalışıyorum… Evet, ülkesinden ölmemek için ülkemize sığınmış bir çocuğu, bir de böyle yazayım -ÇOCUĞU- size, bize artık her kimse o çocuklara her fırsatta kin kusan, aşağılayan, onlara karşı savunuyorum, buna mecbur kalıyorum ve bundan ötürü utanıyorum…
- Ama artık sadece yazmaya yetiyor gücüm, çünkü o çocuklara uzanan kem gözlerin, nefret dolu sözlerin hepsine yetişemiyorum. Yetişemiyoruz bu kadar kötülüğe dur demeye.
Sara bu soruyu sormadan önce 23 Nisan etkinliği provalarından bahsediyordu. Anlatmaya pek istekli değildi, biraz konuşunca birden değil de parça parça döküldü olan biten ağzından. Provalarda başlarındaki öğretmen “Siz çöpsünüz, çöpün yanında durun... Sizi aldık da ne oldu sürekli sorun çıkarıyorsunuz.” demiş. İnanın Sara bu sözlere bile takılmamış, sadece yukarıdaki sorusunu derinleştiriyor ve şunu sorguluyor: “Beni sevmelerine engel olan şey yabancı olmamsa, yabancı olan diğer Japon çocuğu niye seviyorlar?” Buna da makul cevapları olanlar vardır belki…
Benim yok! Ben Sara’nın beni çaresiz bırakan sorularına cevap bulamadıkça benim de zihnimde sorular birikiyor ve ben de Sara adına hepimize bir soru sormak istiyorum:
Suriye’de bir kimyasal saldırıda ya da bir bombayla ölmediği için mi sevmiyoruz Sara’yı? Bir çocuk bayramı için düzenlenen bir programda, hele de bir öğretmen tarafından bu kadar kin dolu sözleri duymayı hak edecek ne yapmış olabilir ki?
Çocuklar okullarında, sokaklarında, otobüste hatta ekmek almak için gittikleri markette bile dışlanıyorlar hatta yeri geliyor sözlü tacize maruz kalıyorlar. Yürüyen merdivenin sol tarafında ilerlemeyip beklediği için “Suriyeli değil mi hepsi böyle bunların!” diye aşağılanabiliyorlar. Siyasiler canları istediğinde onları ülkelerine geri göndermekle tehdit edebiliyor...
Beni sevmelerine engel olan şey yabancı olmamsa, yabancı olan diğer Japon çocuğu niye seviyorlar?
Artık insanların hakir gördükleri insanlara söyleyecek bir hakaret cümlesi daha var: “Suriyeli!” Demem o ki, hayatın her alanında onlara hazırlanmış tuzaklar ve saldırılar var... Kolaylaştıramayabiliriz belki, ama en azından zorlaştırmayalım. Üzgünüm. Bu kötülüklerle her gün yüz yüze kalan tüm çocuklar için üzgünüm. İnsani müştereklerden yoksun kalbi kararmışların fikrinin git gide toplumumuzda yaygınlık kazanmasına bir şey yapamadığımız için üzgünüm.
Üzgünüm, vatanından ayrı kalmış bir çocuğu bile anlama gayretinden uzak olduğumuz için… Ve üzgünüm Sara, ülkene dönene kadar bir de bu nefrete katlanmak zorunda kalacaksın… Ve Bütün Müslümanlar için üzgünüm, birbirimizi sevmekle nasiplenmediğimiz için…