Ny-İstanbul Express Hattı: Gregor Samsa’nın cesedi

apart
apart

New York ve New York’un apartman dairelerinin esas sahipleri olan hamam böcekleri ile henüztanıştığım o ilk günlerden birinde kapım çalındı. Gelen bina sorumlumuz Nihat Abi idi– evet bizim bina sorumlumuz bir Türk’tü, zaten bina sorumlularının çoğu Türk, Yunan, Pakistanlı,Meksikalı gibi göçmenlerden oluşuyordu.

New York’taki apartman dairelerinin ciddi bir hamam böceği ve fare sorunu vardır. Sanılmasın ki başka sorunları yoktur, hamam böcekleri ve fareler New York’taki apartman dairelerinin sorunlarından sadece bir sorundur. Bu sorunu çözmek için her ay kapınıza exterminator– kelimenin tam anlamıyla imha edici ama siz ona ilaçlama görevlisi de diyebilirsiniz- gönderilir ya da siz bina sorumlusundan ivedilikle bir ilaçlama görevlisi talep edersiniz. Peki, ilaçlama görevlisi işe yarar mı? Şöyle söyleyeyim New York’taki kız arkadaşlarımın çoğunun en uzun süreli ilişkileri hep bu görevlilerle olmuştur. Her neyse... (Biliyorum, en heyecanlı yerinde kestim).

Bir keresinde t-shirtlerimin olduğu çekmecede Gregor Samsa’nın cesedini bulmuştum. O büyüklükteki bir böcek ölüsü için başka bir açıklama getirmek çok aklıma yatmamıştı. Zaten attığım çığlık da içinde korkuya ek olarak hayret barındırdığı için o kadar kuvvetliydi: aaaaaaaaaaa ne arıyordu Gregor’um Samsa’m burada?

Bir başka sefer de Gregor’dan hallice başka bir böcek dostumla binamızın gotik asansöründe mahsur kalmıştık. Böcek benden daha çok oksijen tükettiği için asansör tekrar çalışıp da kapısı açılana kadar nefesimi tutmak zorunda hissetmiştim. Depresyonlardan depresyon beğendiğim başka bir zaman diliminde ise mutfaktaki yemek artıklarını onlarla paylaşmakta bir beis görmemeye başlamıştım. E ben yemezsem o yemezse elbette hamam böcekleri yiyecekti o yemekleri; nihayetinde israf haramdı, paylaşmak güzeldi ve elifeda’nın canı o mutfağı toplamayı hiç ama hiç istemiyordu. Onları çığlığımla yönetebildiğimi de işte bu depresif günlerimde keşfetmiştim. Bir akşamüzeri mutfağın ışığını yakar yakmaz tezgâhta koşuşan bir iki böcekcik çığlığımla donakalmış antenleriyle sessizliği kavrayınca tekrar harekete geçmişlerdi.

Depresyonun getirdiği can sıkıntısı ile bir deney yapmaya karar vermiştim hemen o an. Duygudan yoksun fakat keskin bir çığlık daha koyverince hareketlerini gene kesintiye uğratmıştım. Evet, çığlığımla onları durdurup sessizliğimle harekete geçirebiliyordum! New York’a bu yeteneğimi keşfetmek için gönderilmiş olduğuma inanmama ramak kalmıştı ki bir senaryo yazım atölyesine başladım – fakat bu başka bir hikayenin konusu (inanır mısınız, hep bunu söylemek istemiştim?!)

New York ve New York’un apartman dairelerinin esas sahipleri olan hamam böcekleri ile henüz tanıştığım o ilk günlerden birinde kapım çalındı. Gelen bina sorumlumuz Nihat Abi idi – evet bizim bina sorumlumuz bir Türk’tü, zaten bina sorumlularının çoğu Türk, Yunan, Pakistanlı, Meksikalı gibi göçmenlerden oluşuyordu.

Nihat Abi, herkesin sorunuyla canıgönülden ilgilendiğine kendini başarıyla inandırmış, Türkiye’deki farklı şehirlerde bu hayırseverliği sonucu birçok apartman daireleri edinmiş; New York’u Amerika’dan saymayan Pennsylvania’daki çiftlik evinin hayranı, tam bu adam Türkçe’yi unutmuş dediğimiz an aşırı yüksek sesle patlattığı yakası açılmadık Türkçe bir küfür ile bizi yanılgımızla baş başa bırakan herkesler gibi bir abimizdi.

Kapımızı çaldığı o gün kendisiyle tanışalı bir-iki ay olmuştu. Henüz bizden bezmediği için tüm sevecenliği üzerindeydi. Son derece enerjik bir biçimde: ‘’karaları görüyor musun, karaları?’’ diye sordu.

Elbette görüyordum karaları. Mutfakta. Banyoda. Her yerdeydiler.

Nihat Abi’nin yüzü ilk kez sahici bir duygunun esiri olmuştu, şaşkınlık içerisinde: ‘’Banyoda mı?’’ dedi. Hamam böceklerini banyoda görmemin onu bu denli hayrete düşürmüş olması ortalıkta bir gariplik olduğunun sinyallerini veriyordu; duruma açıklık getirmek için ‘’İşte zaman zaman da mutfakta’’ diye ekledim.

‘’Mutfakta?’’

Nihat Abi, öyle bir bakış attı ki yüzüme, hay yer yarılsaydı da içine girseydim... Bir Türk kadını olarak vazifelerini yerine getirememekten daha büyük ayıp olur muydu?

‘’Yani sürekli temizliyorum, çamaşır suyu filan da döküyorum ama...’’

‘’Kızım sen neden bahsediyorsun?!’’

Vazifelerimden.

‘’Karalardan Nihat Abi... Hamam böceklerini sormadınız mı?’’

Nihayet evrenin sırrı çözülmüş ve bu rahatlama Nihat Abi’nin yüzünden tüm dünyaya yansır olmuştu.

‘’Ne hamam böceği kızım, zenciler yok mu zenciler?!’’

Eyvah... Kulaklarım zonklamaya başlamıştı. Utanç ve öfke karışımı bir duyguyla dolup taşmak üzereydim ve Nihat Abi devam ediyordu:

‘’Bizim binanın etrafından dolanıyorlarmış da Rus kiracılar rahatsız olmuş... Şikâyet ettiler. Biz de başka rahatsız olan var mı, diye soruşturuyoruz’’.

‘’Yok, yok bizim herhangi bir rahatsızlığımız yok’’.

Kapıyı nasıl kapattığımı hatırlamıyorum. Bir süre orada öylece durdum.

Kimin adına neyden utanmıştım? Karalar derken ki o rahatlık mıydı beni bu kadar öfkelendiren yoksa siyah Amerikalılardan duyulan rahatsızlığın ciddiye alınabilecek bir şikâyet olması mıydı?

Tam o esnada duvardaki bir hamam böceği ile burun buruna geldik; bağıracak halim yoktu. Antenleriyle üzüntümü kavramış olacak ki uslu uslu aşağıya doğru indi ve sokak kapısının altından geçerek kayboldu. Belki de Nihat Abi’ye kendini göstermek istemiştir. Kim bilir...

O gece trajikomik bir yanlış anlamanın beni eşiğinde bıraktığı bu üzüntü ile ilk grotesk kısa film senaryomu yazdım. Nemrud yaşlı bir kadının bedeninde hayat buluyor ve olaylar gelişiyordu. Fakat bu da başka bir hikâyenin konusu.