Nokia markasına hayran idik
Biz NOKIA markasını pek severdik. Hangi model telefon çıkarırsa çıkarsın bizim için pek kıymetliydi. Firmanın sahibine karşı büyük saygımız vardı. “Bu nasıl bir adam olmalıydı ki tüm dünyayı kendine müşteri etmişti?”
Modelleri peynir ekmek gibi satılıyordu. Biz daha evvel de MERCEDES markasına tutkun idik. Ama Mercedes alacak kadar paramız hiç olmadı. Ayrıca Mercedes'e binmek Almancılara mahsus bir zevk idi. Biz ulaşabildiğimiz marka Nokia için ayrı bir muhabbet besliyorduk. İnsan sevdiği şeye hikâye uydurmasını da seviyor. Biz de Nokia için hikayeler anlatıyorduk. Bir hikayemiz şöyleydi: Efendim firmanın çok satılan bir modeli vardı. 3310 modeli herkesin elindeydi. Ve firma yetkilisi bir açıklama yapmıştı. “Bu modeli çıkardığımız için pişmanız. Diğer modellerimizden daha çok bu model satılıyor ne yapacağımızı şaşırdık.” demişti. O zaman biz kendi malımız elimizde kalmış gibi hayıflanmıştık. Laf aramızda bu sırada bizim cebimizde de 3310 modeli vardı.
Efendim bizim Nokia markasına düşkünlüğümüzün sebebi eniştemiz idi. Kendisi fabrikadaki işinin yanında cep telefonu alır satardı. Dükkânı yoktu. Ayaklı pazarlama yapardı kendisi. Ve tabii ki prensibi sadece Nokia alıp satmaktı. Başka markalara hastalıklı gibi bakardı. Hatta ona göre diğer markalar boş yere telefon çıkarıyorlardı. Elde Nokia varsa başka telefon aramak beyhude bir işti.
Gerçi firma ile alakalı pek bilgisi yoktu. Mesela Nokia telefonu nerede üretiyor desen pek bilgi veremezdi. Bence eniştemiz telefonun kökeni ile ilgilendirmiyordu. O telefonun duruşuna hastaydı. Telefonun tuşlu olduğu dönemlerde Nokia modelleri de eniştemizi dertlere salacak kadar güzeldi. Her şeyden evvel telefon cebe sığıyordu. Neredeyse çakmak kadar olan telefonlar vardı. Eniştem sadece vatandaşa telefon satmıyordu. Ailemizin de bilişim danışmanıydı. Telefonumuz arıza yapınca, telefonun modelinden sıkılıp değiştirmek isteyince, telefonumuzun kapağını, kılıfını değiştirmek istediğimizde hemen eniştemizi bulurduk.
Eniştem arızalı telefonla ilgilenirken bir şeyi anlamıştım ki her telefon satıcısının bir teknik servisçi arkadaşı oluyordu. Eniştem tamircisini pek değiştirmedi. Bir de şöyle bir durum vardı. Eniştem teknik servisin becerisine göre değil nezaketine göre puan veriyordu. Müşterisine iyi davranmayan, insanlıktan nasibini almamış teknik servisleri eniştem anında terk ediyordu. Kendisi de hatır, gönül incitmez bir adam olduğundan teknik servisinde de nezaket arıyordu.
Teknik servisler büyük dükkân yerine iş hanlarının küçük aralıklarında derme çatma dükkanlarda hizmet veriyorlardı. Neden derseniz az kazanıyorlardı. Burada da Nokia ile alakalı bir durum vardı. Nokia öyle sağlam telefonlar yapıyordu ki bozulup da teknik servise gitmesi istisna bir durum idi. Bu durumu da eniştemin hayranlığının tescili oluyordu. Bu marka Allah'ın bir lütfuydu canım...
Ama devir değişti. Cep telefonları bu değişimin en bariz göstergeleri oldu. Dokunmatik telefonlar çıkmaya başlayınca eniştem yavaş yavaş tedirgin olmaya başladı. Çünkü kendi de biliyordu ki bir kere teknoloji değişirse önüne kim gelirse gelsin ezer geçerdi. Ve eniştem Nokia’nın da dokunmatik telefona geçmesini bekledi. Eğer elinde imkân olsa Nokia fabrikasına gidip İşçileri karşına alıp bir güzel motivasyon konuşması yapar, gerekirse Nokia mühendislerinin kulağını çeker ve “...kendinize gelin aslanım...” derdi. Ama olmadı. Eniştem taşradaki küçük hayatında Nokia’nın bir devrim yapıp diğer telefonlara fark atmasını boş yere bekledi.
Sonunda dokunmatik telefonlar hızlı bir şekilde yayıldı. Hele bizim gibi iflah olmaz bir telefon ve teknoloji pazarı olan bir ülkede yayılma hızını siz hesap edin. O günlerde eniştemin elinden ve cebinden Nokia hızla kayıp gitmeye başladı. Eniştem Nokia’nın sisteminin yetersiz olduğundan batmadığına inanıyordu. Ona göre esasen firma sahipleri çok para sebebiyle şımarmışlardı. Nokia sahipleri firmaya sahip çıkamamışlardı. Enişteme göre bu bir esnafın elindeki dükkânı tezgahı hovardalık peşinde gezerek kaybetmesi gibiydi. Nokia sahipleri hovardalık edecekleri yerde şu dokunmatik telefonlardan yapmaya başlasalardı. Kendilerine verilmiş imkânı doğru kullansalardı. Madem dokunmatik telefona geçilecekti o zaman biz Nokia ile geçseydik.
Ama geçemedik. Nokia tuşlu telefonda ısrar etti. Meğerse teknolojisi farklıymış. Mesele tuşlar değil telefonun beyniymiş. Bu gerçeği anladığımızda eniştemle beraber yıkıldık. Biz zannediyorduk ki telefonun tuşlarını çıkarıp ekrana koyacaklardı ve olup bitecekti. Ama öyle değilmiş. Dokunmatik telefonlar sistem değiştirmişlerdi. Enişteme göre bu dış güçlerin bir oyunu olabilirdi. Nokia gerekli yerlere para yedirmediği için elinden fabrikayı almışlardı. Nokia sadece ben kazanayım demişti. Ama enişteme göre dünya düzeni öyle değildi. Adama parasını tek başına yedirmezlerdi. Sadece ben kazanayım demekle olmazdı. Dünyayı yöneten ailelere gerekli haracı vermezsen elinden fabrikanı alırlardı. Biz bu sefer de Nokia’ya mafya çökmüş diye üzüldük. Ama eniştem Nokia'cıların iş bilmezliğine kızıyordu. Onlar azıcık uyanık olsalardı Nokia devlet gibi şirket idi. O koskoca şirketi teknolojide geri kalmışlığı değil esnaflıklarının zayıf olması batırmıştı.
Eniştem kendi düşen ağlamaz diyerek Nokia ile olan alakasını kesiverdi. Artık onun için SAMSUNG büyük markaydı. Kendisi hala telefonla ilgilidir. Bazen ben eski günleri hatırlatır... “Enişte Nokia neydi?” derim. O zaman gözlerini kısıp uzaklara bakar ve nişanlısı elinden alınmış gibi bir of çeker. “Ne Nokia imiş arkadaş......” der. Biz de onunla beraber kahırlanırız.