Niyaz Ağa ile Telli Hanım
Kendilerini geçindirecek ve muhanete muhtaç olmayacak kadar kazanıyorlardı. Kazanmak deyince, bugünün ölçüleriyle düşünmemek lâzım. Karınların doyması, üstü örtecek bir çul olması ve içine girilecek bir dam “muhtaç olmama” kavramını açıklamak için yeterliydi.
Yozgat’ın Yerköy ilçesinden tren yolu ve milletin “Kanak” dediği her mevsim bulanık akan ve kıvrıla kıvrıla sakince akıp giden Delice Irmağı boyunca güney doğuya doğru yaklaşık altı yedi kilometre gidince yan yana kurulmuş iki köye varılır.
Kanak’ın sağ tarafındaki köyün eski adı “Abdallar Köyü”, sol taraftaki köyün ismi ise “Höyük Köyü”. Şimdilerde ikisinin ortak ismi “Delice Köyü”dür. Bizim Yerköy ilk buralarda kurulmuş.
İşte Bu Abdallar Köyü yaklaşık yüz haneli bir köydü. Şimdilerde, bütün Yozgat’ın köylerinde olduğu gibi o kadar adam kalmadı, oturan. Niyaz Ağa ile Telli Hanım bu köyün mukimlerinden bir aileydi. Köyün fakirlerindendiler. Kendilerini geçindirecek ve muhanete muhtaç olmayacak kadar kazanıyorlardı. Kazanmak deyince, bugünün ölçüleriyle düşünmemek lâzım. Karınların doyması, üstü örtecek bir çul olması ve içine girilecek bir dam “muhtaç olmama” kavramını açıklamak için yeterliydi.
Dört çocukla ana ve baba kor olmuş mangalın etrafında ısınmaya çalışırlardı. Mangalda dağlardan topladıkları çalı çırpıyı yakıyorlardı.
Niyaz Ağa ile Telli Hanımın dört de çocukları vardı: İkizler, Hasan’ınan Hüseyin, Osman ve kızları Urguya.
Kış günleri evleri mangal ile ısınırdı. Ortada bir mangal vardı. Koca Sofada oturuyorlardı. Her odanın kapısı oraya açılırdı. Tuvalet hariç. Tuvalet bahçedeydi. Dört çocukla ana ve baba kor olmuş mangalın etrafında ısınmaya çalışırlardı. Mangalda dağlardan topladıkları çalı çırpıyı yakıyorlardı.
Evleri köyün en dışındaydı. Mâlum, en azından eskiden öyleydi, köyde ekmek imece usulü yapılırdı. Bir sabah köyün avratlarının bir kısmı bir evin tandırlığında buluşurlar, herkes ununu filan getirir ve aaşama (akşama) kadar güle oynaya, yufka ekmeklerini yapar yapar dizerlerdi. Ekmek yapmanın iki önemli aşaması vardı. Birincisi hamur açmak, ikincisi ise tandıra pişsin diye konan ekmeği çevirerek tam kıvamında pişmesini sağlayanlar. Ekmek hamurunu açmak bir iştir ama ekmeği pişirmek daha önemli bir iştir. İşte bu ekmeği çevire çevire pişirene evraaçci denir. Kadınların bir kısmı hamur açar, bir kısmı da evraaçcilik yaparlardı. Telli Hanımın evi köyün uzak bir köşesinde olduğu için ve başka bilmediğimiz sebeplerden ötürü o, ekmek işini köylüden bağımsız yapardı.
Çocuklar küçükken ona bu işte Niyaz Ağa yardım ederdi. Niyaz Ağa’nın rolü evraaçcilik’ti. Haa Allah’ı var, bu işi iyi yapardı. Yapardı yapmasına garibim ama bu iş yüzünden köydeki erkeklerin diline de düşmemiş değildi. Hani, bu iş bir avrat işi kabul edildiğinden, Niyaz Ağa’nın yaptığı Avrat Ali’lik değil de neydi?
Bir gün evlerine bir misafir geldi. Karısı misafirin yanında Niyaz Ağa’nın hoşuna gitmeyen bir şey yapınca bizimki köpürmüş. Evraaçcilik yapan Niyaz Ağa’nın karısına kızdığını gören misafir şaşırmış bir şekilde ona bakınca, Niyaz Ağa durumu anlamış ve lafı yapıştırmış: “Ben erkaam, cır da derim cıvık da…”
Kızları Urguya apalak topak bir kızdı. Kendi halindeki ailenin, kendi halinde bir çocuğuydu. Köyün sürülerini bir çoban güderdi.
Çobanlar yıllık gelirlerdi. Şu kadar para... Yemesi içmesi davar saapleri tarafından paylaşılırdı. Sene sonunda bir on beş gün kadar izne gider gelir anlaşırsa yine çalışırdı. İşte bizim Urguya, on beş yaşlarındayken, sen tut bu çobana gönlünü kaptır. Kimseler bilememiş bu hâli. Bir sabah bir bakmışlar Urguya yok. Bakmışlar, çoban da yok. Anlaşılmış ki beraber kaçmışlar.
- Abdallar Köyü’nün, derler ki tarihinde kız kaçırma diye bir şey yokmuş. Niyaz Ağa’yınan Telli Hanım milletin diline düşmüşler. “Vıı görüyon mu anam, Telli’nin gızı çobana gaçmış ya gız” dermiş avratlar.
Herifler de, “Görüyon nu ağa, Niyaz’ın gızı koyün adını beş paralık etti ya la” diye hayıflanır ve söylenirlermiş. Bu durum Niyaz Ağa’yınan Telli Hanım’a bek dokunmuş. Seneler geçmiş, kızlarını affetmemişler. Araya kimler girmemiş ki affetsinler diye ama ı-ıhh. Urguya’yı bir daha da gören olmamış.
Niyaz Ağa ile Telli Hanım vefat ettiler. Şimdilerde onlardan bir tek Osman kaldı. Köydeki evlerinde kimse yaşamıyor. Ev zaten virane… Kerpiçten yapılmış duvarlar ve ahşap çatının büyük kısmı çökmüş durumda. Üstelik, artık onları hatırlayan bile kalmamıştır.