Nereye giderse gitsin, bizim oralıdır Attila İlhan
Nazım Hikmet’in yeri onda ayrıdır. 16 yaşında bir lise öğrencisiyken Nazım Hikmet’in şiirini kız arkadaşına yolladığı için “komünizm propagandası” yapmak suçundan tutuklanarak Sansaryan Han hücresine atılmış ve bu dönem, onun siyasi düşüncesinin köşe taşlarını oluşturmuştur.
Hikâyeniz sizi eninde sonunda geldiğiniz yere götürmek için gelir. Türk aydını genellikle kendi hikâyesine kapıyı açmaz, evde yokuz taklidini ömrü boyunca sürdürür. Hikâyeye kapıyı açan bir avuç aydını ise koskoca bir toplum problemi beklemektedir. Attilâ İlhan bunu bilir. Hayatının birkaç döneminde “evde yokuz” taklidi yapma imkânı varken o, kapıyı açıp hikâyesinin eğnine temiz elbise, sırtına battaniye verendir. Nereye giderse gitsin, bizim oralıdır.
Beyoğlu’nda eleştiri yazacağı filmin başlamasını beklerken bir senaryosunu Yeşilçam’a satmış Orhan Kemal ile karşılaşır ve Orhan Kemal ona, “Film başlayana kadar şurada burjuvalar gibi oturalım.” der ve Baylan Pastanesi’ni gösterir. İkisi de oranın kapısından ilk defa girerler. Attilâ İlhan’ın Baylan Pastanesi serüveni böylece başlar. O günden sonra hemen hemen her gün geldiği mekânın çehresi değişir, burjuvanın mekânını Attilâ İlhan ve çevresindeki gençler ele geçirir. Onun masasına sinemacılar, şairler, romancılar ve tiyatrocular gelip gider. Masa oradadır, Attilâ İlhan oradadır. Sosyal gerçekçilik fikriyle heybetli bir şekilde oturur orada.
Nazım Hikmet’in yeri onda ayrıdır. 16 yaşında bir lise öğrencisiyken Nazım Hikmet’in şiirini kız arkadaşına yolladığı için “komünizm propagandası” yapmak suçundan tutuklanarak Sansaryan Han hücresine atılmış ve bu dönem, onun siyasi düşüncesinin köşe taşlarını oluşturmuştur. Hapisten af ile çıkan Nazım’ın onunla Paris’te görüşebileceği haberini yollaması sonucu ikinci Paris seferine çıkar, ama ne yazık ki Nazım Hikmet, Paris yerine Moskova’ya gitmiştir. Görüşemezler. “Şiir, okuyanda uyanandır, okurun anladığıdır.”a sığınan, kendi şiirini açıklamaya karşı ketum davranan şairlerden değildir. Şiir kitaplarının arkasında şiirin uyandırdığı etkiyi ve nasıl yazdığını anlatır. Meşhur “Pia” şiirinin açıklamasının ilk cümlesi şöyledir:
Mecidiyeköyü’ndeki evde başlanmış, otobüste sürdürülmüş, taksim’e geldiğimde bitirilmiş bir şiir…
Attilâ İlhan’ı lirik ya da epik şair olarak tanımlamak mümkün değildir. Onun şiirlerinde ırgatlar pamuk topladığı gibi, Zehra’nın Allahsız gözleri, bir akşamüstü yorgunluğu, Paris’in sokakları bulunur. Epik-lirik ayrımını kırmıştır o, şiirleri romantik de olsa “kahramanlık” dır. Lirik de kahramandır, epik de. Garip akımını “espirili” bulur, İkinci Yeni’yi ise toplumdan uzak kalmakla suçlar. Onun aradığı benden bize, bizden bene giden bir şiirdir.
İsmet İnönü’yü eleştirdi, Adnan Menderes yönetimiyle arası hiç iyi olmadı. Yeni bir Mustafa Kemal yorumunun peşine düştü. Sivri dilliydi, şairin cüretkâr olması gerektiğinin farkındaydı. Bir ruh arıyordu bu toprakların üstünde. Bizi biz yapan bir ruh. Kuvâyi Milliye ruhuydu bu. Türk aydınının bunu ıskalamasından mutsuzdu: “Türkiye’nin toplumsal dinamiğinin çok hareketli, çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Avrupa’nın en dinamik ülkesi. Bu dinamizmi büyük ölçüde halkta görüyorum. Aydınlar bitti. Aydın diye bir şey yok Türkiye’de. Halk aydınların önündedir. Türk halkı uyandı. Çok ciddi bir Kuvâyi Milliyeci’yim. ABD emperyalizmine bu platformda karşı çıkıyorum.”
- Şairin “artist” olduğu dönemlerde yaşadı, daha doğrusu şairi “artist” seviyesine çıkarttı. Matinelerde şiirler okudu, salonları doldurdu, çatışmaktan geri kalmadı.
Metin Erksan ile kurduğu yakın arkadaşlık onun toplumcu fikirlerini daha da geliştirmesine neden oldu. Yeşilçam için senaryolar yazdı, Yeşilçam’ın ona sunduğu bohem hayatından bir süre sonra sıkılıp Fransa’ya üçüncü seferini düzenledi. Orada Afrikalı bir kız ile tanışıp onunla üçüncü dünya ülkelerinin sorunlarını tartıştı, öğrendi ve anladı.
Üçüncü Fransa seferinden bir akşam yürürken aklına gelen dizeyi Fransızca olarak söylediği için döndü. Korkmuştu, kim bilir Türkçeyi aldattığını bile düşünmüştü belki de. Saadetin ıstırap çekmek olduğunu keşfeden de, yeniden eskisinden gayrı türküler söylemeliyim diyen de zehir pamuk ırgatlığı, gâvur gündelikçilik diyen de odur.
O, Türkiye’dir, Türkiye kadar kafası karışık, Türkiye kadar umutlu ve Türkiye kadar umutsuzdur. İsmet Özel, kendisini etkileyen şairlerden biri olan Attilâ İlhan’ın şiiri için şöyle der: "Attila İlhan’ın şiirinde sokaktaki insanın modernizme duyduğu gizli nefretin ifadesi vardır."