Necip Tosun: Kütüphane kurmak, hayatın saldırılarına karşı bir kale inşa etmektir

Necip Tosun: Kütüphane kurmak, hayatın saldırılarına karşı bir kale inşa etmektir
Necip Tosun: Kütüphane kurmak, hayatın saldırılarına karşı bir kale inşa etmektir

Türk edebiyatının en önemli kalemlerinin kütüphanesinde hangi kitapların olduğunu, o isimlerin neler okuduğunu merak ediyorsanız, sizler için, o isimler ile kendi kütüphaneleri hakkında konuşmaya, sohbet etmeye “Biblioteka” bölümünde başladık...

Kütüphanenizi ne zaman oluşturmaya başladınız?

Kırıkkale’de altı çocuklu işçi babanın oğluydum. Annemin ve babamın okuması yazması yoktu. Lise son sınıfa kadar evimize tek bir kitap girmemişti. Çünkü yoksulduk. Kitaba, dergiye ilgisiz, hatta ilerleyen dönemlerde kitaba karşı bir aile içinde geçti hayatım. Yoksulluk, kitabı, neredeyse lüks harcama hâline getirmişti. İlerleyen dönemlerde eve kitap alırken ailemden saklayarak eve soktuğumu hiç unutamam. Ancak okulla, öğretmenlerle, ödevle ilişkilendirerek kitap almama izin verilirdi.

Evinde kutsal kitap dışında neredeyse hiç kitap bulunmayan bu evde büyüdüm. İlkokulda öğretmenimin yönlendirmesiyle Halk Kütüphanesine gitmeye başladım. Kemalettin Tuğcu’nun kitaplarının tümünü içim acıyarak burada okudum. Okuma sevgimi Tuğcu’ya borçluyum diyebilirim. Ortaokul ve lise yıllarında çoğu bilinçsiz, edebî, dinî, siyasi kitapları seçme yapmadan ama yoğun okuduğumu hatırlıyorum. O dönemde, yetmişlerin siyasi atmosferinin bir yansıması olarak ideolojik yansımalı kitaplar başucumdaydı.

Ankara’daki üniversite yıllarım okuma ve edebiyat hayatımın dönüm noktasıydı. Çok hareketli bir edebiyat ortamının içerisinde bulmuştum kendimi. Cemal Şakar sınıf arkadaşımdı. Rahmi Kaya, Ramazan Dikmen, Yusuf Ziya Cömert, Üzeyir Sali, Hüseyin Bektaş’la neredeyse her günümüz birlikte geçiyordu. Edebiyata yeni adım atmış gençler olarak, neyi, kimi okuyacak, nereden başlayacaktık, bu türün öncüleri kimlerdi sürekli bunu tartışırdık. Çünkü önümüzde çok sınırlı bir kaynak, çalışma, araştırma vardı. Bunların önemli bir bölümü de tek yanlı bakış açısını yansıtmaktaydı.

Bu atmosfer içinde üniversite birinci sınıftan itibaren kütüphane oluşturmaya başladım. Kırıkkale’deki evimizde yoksul bir kütüphane kuruyordum. Ankara’daki bekar evimizde de öğrenci harçlığımdan artırdığım kitaplarım vardı. İlk kütüphanemi oluşturduğum dönemlerde 12 Eylül darbesi oldu. Annem 12 Eylül darbesi olunca Kırıkkale’deki bütün kitaplarımı yakmış. “Anne kitaplar nerede?” diye sorduğumda “Oğlum ortalık karışık, evleri basıyorlarmış, biz de tandırda hepsini yaktık. Sen de evde yoktun ne yapalım. Başın belaya girer diye korktuk.” diye cevap vermişti.

Kütüphaneniz hâlâ büyüyor mu? Hangi tür kitaplar alıyorsunuz, bir ayrımınız var mı?

Benim kütüphanem yazar kütüphanesidir. Herhangi bir kütüphane ile yazar kütüphanesi farklıdır. Yazarın aldığı kitaplar yazarlığını besleyecek kitaplardan oluşur. Bu anlamda onun yönelimini, tercihlerini yansıtır. Zaten yazarın iki büyük eseri vardır. Biri yazdığı kitapları diğeri ise kütüphanesi. J.C Carriere’e göre, kütüphaneler bir yazarın uzun zaman diliminde kurduğu ve belki de yazarın kendi yazdıklarından sonra onu iyi anlatan bir başka önemli eseridir. Hep denildiği gibi her kişisel kitaplık otobiyografiktir. Çünkü kişisel kütüphane raflarına ilk kitabın konmasıyla temeli atılır, daha sonra yeni kitaplarla gelişir, büyür. Tamamen sahibinin zevkini, tercihini, ilgilerini yansıtır. Türkiye’de, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Oğuz Atay’ın, Sezai Karakoç’un, İsmet Özel’in, Yaşar Kemal’in, Bilge Karasu’nun, Ülkü Tamer’in, Edip Cansever’in kütüphanesini kim merak etmez.

Kuşkusuz bu kütüphaneler genel bir kitaplık değil, kişisel kitaplıktır. Bir şekilde sahibini yansıtır, beğenisini, dikkatini… Onun kişiliği elbette bu kütüphaneden yapılır. Ama yine de hangi kitapların onun inancını, kimliğini oluşturduğu çoğunlukla bilinmez. Onun kimliği çoğu kez pek çok kitaptan oluşmuş yeni bir terkiptir. Alberto Manguel, “her kütüphane otobiyografiktir” der. Gerçekten bir kütüphane sahibinin bir ömür değişen zevklerini, birikimini, huylarını ve eğilimlerini bir arada teşhir eder. Benim kütüphanem de beni yansıtır.

Bir kütüphane oluştururken ya cennetinizi, rüyalarınızı inşa edersiniz ya da hapishanenizi, cehenneminizi. Evet, cehenneminizi. Bazen kitap körleştirir insanı. (Elias Canetti Körleşme’deki karakteri Kien’in kitap sevgisi onu hastalıklı hâllere sürüklemiştir.) Yıllar boyunca raflara eşitleri, denkleri, dünyalarıyla ayrışmış, türlerine göre tasnif edilmiş, yan yana dizilmiş kitaplarla insan bir ömür geçirir. Bu süreçte beğeniler, anlayışlar değişir, insan gelişir, zenginleşir, kitaplar da değişerek kütüphanede yerlerini alırlar. Olmazsa olmazlar, elden çıkarılmayı göze alınamayanlar, değeri epey gözden düşmüş olanlar, olmazsa da olurlar… Behçet Necatigil’in dediği gibi kitaplar da okunmak ve anlaşılmak için belli bir zamanı beklerler.

O melun soruyu da sormamız gerekiyor: Hepsini okudunuz mu? (Bir kütüphane içindeki kitapların okunması için mi oluşturulur?)

Her kitap okunmak için alınır ama okunma zamanını kimse bilemez. Kitabı alan o kitabın varlığını bir şekilde bilir ve hafızasına onu yerleştirir. Eğer bir gün gözden çıkarırsanız intikamını acı şekilde alır. Benim pratiğimde bu böyledir. Kütüphanemde zaman zaman gözüme çarpan ama niye aldığımı bir türlü hatırlamadığım kimi kitaplar gözden düşer ve bu yüzden de depoya kaldırırım. Yıllarca kütüphanede durmuş ama açıp bakmamış, ihtiyaç duymamışımdır. Ama nasıl olursa olur depoya indirdiğim kitaba birkaç ay içerisinde şiddetle ihtiyacım olur ve ben o kitabı depodan tekrar kütüphaneye çıkarırım. Kitap onca yıl kendini korumamın, ona iyi bakmamın bedelini öder ve bütün zenginliğini önüme sererek yıllarca baktığım hor bakışın intikamını alır. Bu nedenle son dönemlerde depoya kaldırma işinden de vaz geçtim.

Alberto Manguel bu soruya şöyle karşılık verir: “Her ağaca, her buluta bakmıyorum ve her insanla konuşmuyorum ama onların orada olduğunu ve içinde bulunduğum dünyayı tamamlamak için gerekli olduklarını biliyorum.” Gerçekten de öyle. Hep söylendiği gibi biz bu kitaplarla bir hayat yolculuğu yaparız. Onlarla yoldaşız. Onların bizimle birlikte olmasından mutluluk duyarız. Aynı evi, aynı hayatı paylaşırız. Aynı havayı koklarız. Zamanı gelince masamıza iner ve o beklemişliğinin tadını çıkarırız.

Sonuçta kütüphane kurulduğunda insan bu kitapların tümünün kendisi için yazıldığını, bir bütünlük oluşturduğunu, tek bir kitaba dönüştüğünü görür. Bu yüzden insan onlarla kolay kolay vedalaşamaz, bütünden ayırdıklarının acısını, boşluğunu da ömür boyu unutamaz. Çünkü bu kitaplarla bir duygudaşlık oluşur, o, hayata, dünyaya sığınacağınız, sırtınızı yaslayacağınız bir güvenlik alanıdır. İnsan kütüphanesinin önünde dingin, rahat ve güvendedir. Aynı zamanda hep denildiği gibi hafıza mekânıdır ve dünyayı buradan yorumlar, değerlendirir. Marguerite Yourcenar şöyle der: “İnsanların doğum yeri, kendine ilk defa bilinçli olarak baktığı yerdir: Benim ilk vatanım kitaplardı.”

Kütüphanedeki her bir kitap hayatta karşılaştığımız, her biri ayrı özellikte insanlar gibidir. Kimisi oldukça ketum, kendini açık etmez, sizden çaba, dikkat ve yıllar ister. Bir türlü size açılmaz. Kimileri ise açık sözlüdür, daha kapağını açtığınız anda sizinle konuşmaya başlar. Kimileri neşeli kimileri melankolik kimileri ironiktir. Her birini ayrı özellikleri için seversiniz.

Her kitap başvuracağımız bir yazar aklıdır. Kütüphanede binlerce yazar aklını bir arada tutarız. Her kitapta bu yazarların hikâyelerine, fikirlerine tutunuruz. Seçme, kullanma, değerlendirme bize kalmıştır. İhtiyacımız olanı, eksiklik hissettiğimiz şeyleri hafımızda saklarız. Güvenlik, huzur, sessizlik bulduğumuz kütüphanemizde öğrenir, bilinçlenir, arınırız. Kitaplar kılavuzumuz, yol göstericimiz, pusulamızdır. Bu anlamda kitaplar güvenli bir yuva görevi görürler.

Kuşkusuz okumak istediğiniz kitapları kütüphanenize alırsınız. Ama onlarla ne zaman karşılaşacaksınız ne zaman gerçekten tanışacaksınız belli olmaz. Kitaplığınızdaki her kitapla birlikte yolculuk yaparsınız ama ne zaman dost olacağınızı asla bilemezsiniz. Onun zamanı meçhuldür. Onlar sadece yoldaşınız değil hafızanızdır. Proust’un deyişiyle “Onlar kaybolan günlerin takvimleridir.”

Kütüphanenizin iskeleti olan eserler var mı?

Benim kütüphanemin iskeleti olan eserler Doğu ve Batı klasikleridir. Klasikler çok önemlidir. Bilindiği gibi günümüze kadar gelen klasiklerin en temel özellikleri isabetli görüşleri, güzellikleri ve testten geçmiş, zamana dayanıklı, derinlikli yapılara sahip olmalarıdır. Bunların diğer bir özellikleri de sadece kendi kültür havzalarını, ait oldukları medeniyetleri değil, farklı medeniyet havzalarını da yüzyıllarca etkilemiş, kabul görmüş olmalarıdır. Diğer yandan hem geçmiş birikimleri iyi özümsedikleri hem de yenilikçi bir yapıda oldukları görülür. Bunlar giderek insanlığın ortak mirası olarak kabul görürler. Çünkü bünyelerinde her insanın her dönemde sordukları sorulara cevaplar vardır.

Şark/İslam klasiklerinden; Binbir Gece Masalları’nı, Dede Korkut Hikâyeleri’ni, Kelile ve Dimne’yi, Tûtînâme’yi, Firdevsi’nin Şahnâme’sini, Harîrî’nin Makamat’ını, Ferîdüddîn Attâr’ın Mantıku’t-Tayr’ını, İbn Tufeyl’in Hayy bin Yakzân’ını, Genceli Nizâmî’nin Heft Peyker’ini, Sadî’nin Bostan ve Gülistan’ını, Mevlânâ’nın Mesnevî’sini, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’ini, Yunus Emre’nin Bütün Şiirleri’ni, Fuzûlî’nin Leylâ ile Mecnun’unu, İbn Hazm’ın Güvercin Gerdanlığı’nı, Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâme’sini, Ehmedê Xanî’nin Mem û Zîn’ini, Şeyh Galib’in Hüsn ü Aşk’ını, Filibeli Ahmet Hilmi’nin A’mâk-ı Hayâl’ini okumayan Batılı insan eksiktir.

Batı medeniyetinin en temel anlatılarından olan Homeros’un İlyada ve Odysseia’sını, ayrıca, Miguel De Cervantes Saavedra, Dante Alighieri, William Shakespeare, Moliere, Charles Dickens, Victor Hugo, Jane Austen, Lev Nikolayeviç Tolstoy, Ivan Turgenyev, Anton Çehov, Gustave Flaubert, Alexandre Dumas, Fyodor Mihailoviç Dostoyevski, Balzac, Emile Zola, Johann W. Geothe, Emily Bronte, Stendhal, Puşkin, Gogol, Rilke, Maksim Gorki, Ernest Hemingway, James Joyce, Jack London, Herman Melville, Umberto Eco… bilmeyen bir Doğulunun da dünyayı bir bütünlük içinde kavraması zordur…

Hayatından Batılı eserleri, yazarları çıkaran Doğu insanı, Doğulu eserleri ve yazarları çıkardığında Batı insanı eksiktir, tamamlanmamıştır. Ülkemizde yaşanan kör kamplaşmadan, ne yazık ki insanlığın ortak değeri, hafızası birikimi olan kitaplar da payını almıştır. Ben hayatı, geçmişi, geleceği iyi, doğru kavrayabilmek için Doğu ve Batı klasiklerinin birlikte okunmasından yanayım. Kütüphanemin iskeleti de bu kitaplardan oluşur.

Bir hırsız evinize girdi ve tüm kütüphanenizi çaldı. Ancak arkasında üç kitap bırakmış. Onlar hangileri?

İyi bir kütüphanenin en üst rafında Mevlâna’nın Mesnevi’si hemen yanında da William Shakespeare’in tüm oyunları yer almalıdır. Mesnevi ile Doğu’nun inancını, hayata, eşyaya bakışını, iyilik ve kötülüğün doğasını; Shakespeare’in tüm oyunlarında ise insanın doğasını, Batı zihninin işleyişini, yükseliş ve düşüşü, iktidar savaşlarını öğreniriz. Diğer yandan özel olarak benim yazarlığımda başucu kitabım Virginia Woolf’un tüm eserleri… Eğer tüm eserlerin çalınmasını kabul edeceksem hırsızın bu üç yazara ve eserlerine dokunmamasını dilerdim.

Kütüphanenizin sizden sonra da yaşamasını istiyor musunuz? Yoksa dağılabilir, parçalanabilir mi?

Kütüphaneler âdeta sahibiyle birlikte doğar, büyür ve onunla birlikte de ölür. Sahibi öldükten sonra öksüzdür. Kadirbilmez mirasçılar tarafından yağmalanır. Yapılan araştırmalarda kişisel kitaplık, sahibi öldükten sonra bir ay içinde aile ya da mirasçısı tarafından elden çıkarılırmış. Bu mahrem kitaplar bir ay sonra sahaflarda gün yüzüne çıkar. O kütüphanedeki kitaplar sahibi öldükten sonra dünyaya saçılacak ve hiçbir zaman sahibinin bir araya getirdiği hâliyle, o bütünlükle olamayacak. Kütüphanemin otobiyografimi yansıttığını düşünüyorum. Bu yüzden benden sonra yaşaması imkânsız. Tek tek kitapların bağımsız olarak bir değeri elbette vardır. Ama şimdiki bütünlük bir şekilde kaybolacaktır.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım