Nasreddin Hoca'ya bir başka açıdan bakmak

Arşiv
Arşiv

Nasreddin Hoca, bugüne hitap edemeyen, fıkraları dile gelmeyen, unutulan bir figür gibi gözükse de bir nefesle üstündeki tozları silip süpürecek kadar da yakınımızdadır, canlıdır.

Mizah, düşünceyi şaka yollu dile getirmenin sanatıdır. Sanattır, zira herkes beceremez, üstelik becerilemediğinde kulak tırmalayıcı bir hâl alır. Keskindir, ustalık gerektirir. Bugün her ne kadar sadece güldürme amacı taşısa da (ki bu eleştirilemez, postmodernizmin ortaya çıkardığı sonuçlardan biri de bu ve gayet doğal bir durum) kadim gelenekte güldürmek bir perde olarak kullanılmış, nüktenin altına ayrıca bir de mana gizlenmiştir.

Bugün çağın getirisi olarak mizahın şekli ve mahiyeti değişmiştir. Bir ihtiyar, bir orta yaşlı, bir genç ve bir çocuk çok farklı şeylere gülecektir. Bu da doğaldır. Ancak ne kadar değişirse değişsin Nasreddin Hoca’nın adı unutulmamıştır ve unutulmayacaktır. Anadolu insanının bir ayağı eskidedir, eski hayatının merkezinde değildir ama hayatından tamamıyla çıkmamıştır da. Zamana ayak uydurmak da esasında böyle olacaktır. İnsanın yüzü ileriye dönecektir, geriye dönmek (hadi tabiri kullanalım; irtica, gericilik iyi bir şey değildir) yanlıştır ancak geçmişi hiç yaşanmamış gibi saymak, yok mesabesine indirmek de tehlikelidir. İnsan; dününü ve yarınını bugünde cem edebildiği nispette ömrünü ziyan olmaktan kurtarabilecektir.

Tüm bu sebepler ve neticelerden ötürü Nasreddin Hoca, bugüne hitap edemeyen, fıkraları dile gelmeyen, unutulan bir figür gibi gözükse de bir nefesle üstündeki tozları silip süpürecek kadar da yakınımızdadır, canlıdır. Biz bu yazıyı yazarken de tüm söylediklerimizin elbette farkındayız. Amacımız Nasreddin Hoca üzerinden her birimizin hayatında bir farkındalık oluşturabilmektir. Bakış açımızı yoklamak, bir şeye ne kadar farklı bakılabilecekse o kadar fark- Nasreddin Hoca, bugüne hitap edemeyen, fıkraları dile gelmeyen, unutulan bir figür gibi gözükse de bir nefesle üstündeki tozları silip süpürecek kadar da yakınımızdadır, canlıdır. Nasreddin Hoca’nın göle maya çalması, mürşitlerin onlarca dervişi irşat etmeye çalışmasına işaret eder. Bakıldığında göl maya tutmaz ama Nasreddin Hoca “Ya tutarsa” der. 36 CİNS DERGİ lı bakmanın yollarını aramak, önümüze çıkan her durumdan kendi hissemize nasıl bir pay çıkarabileceğimizi öğrenmeye çabalamak yegâne gayemizdir.

  • Nasreddin Hoca’nın göle maya çalması, mürşitlerin onlarca dervişi irşat etmeye çalışmasına işaret eder. Bakıldığında göl maya tutmaz ama Nasreddin Hoca “Ya tutarsa” der.

Nasreddin Hoca, Rufai dervişidir. Erenlerdendir. Hakkında bilgi çok azdır ancak elimizdeki az bilgi de bize yeterli gelmektedir. Şeyh Mahmud Hayrani’ye yakın olmak için Hortu’dan Akşehir’e göç ettiği söylenmektedir. Mevlevi ve Bektaşi olduğuna dair rivayetler olsa da Mahmud Hayrani’den dolayı Rufai olduğu kabul görmektedir. Saltukname’de Sarı Saltuk Hazretleri, Nasreddin Hoca için “Bu kişi için ermiştir derler” ifadesini kullanmaktadır.

Nasreddin Hoca fıkraları (her ne kadar gündemde olmasa da) çoğunluk tarafından az buçuk bilinmektedir. Güldürücülüğünü kaybetmiştir ancak tazedir. Biz fıkralardan bazılarını örnek vereceğiz ve farklı açıdan yorumlamaya çalışacağız.

Yoruma geçmeden önce bir dipnot verelim. Nasreddin Hoca’nın fıkraları zamanla anonimleşmiş, değişikliklere uğramış ve ne kadarı sahiden onun üzerinden anlatıldı/ne kadarı sonradan uyduruldu netliğini kaybetmiştir. Osmanlı zamanında uzun zamanlar Nasreddin Hoca fıkraları müstehcen bir şekilde anlatılmıştır. Hatta müstehcen fıkra sayısı azımsanmayacak kadar da çoktur. Ve bu müstehcen fıkralar da sevilerek anlatılmıştır. Burada müstehcenliğin ahlakiliği, caizliği, serbest olup olmaması, ifade özgürlüğüne girip girmemesi gibi konularak girecek değiliz. O başka bir yazının konusu olacak kadar uzundur. Sadece bilinmesinde fayda vardır düsturuyla söylemiş bulunduk.

Anadolu hayatının merkezine tasavvufu yerleştirdiği için Anadolu insanı her duruma/olaya tasavvuf penceresinden bakmaya çalışmıştır. Görünenin bir zahiri bir de batıni olduğu şaşmaz ölçü kabul edilmiştir. Her şeyin hakikate temas eden yönü vardır ve bu yön aranmıştır. Nasreddin Hoca fıkraları batıni yorumdan nasibini almıştır. Örneğin, Osmanlı döneminde yazıldığı bilinen Mevlevi Seyid Burhaneddin’in Nasreddin Hoca’nın 121 fıkrasını şerh ettiği Burhaniye Tercümesi isimli eseri, meşhur fıkraları batıni yönden yorumlamanın ürünüdür.

Örneğin; meşhur fıkrada Nasreddin Hoca eşeğe ters binmiştir. Görenler de gülmüş, eğlenmiştir.

Beden, ruhun bineğidir. Ruh, seyahatini bedende sürdürecektir. Beden, ruhu taşıyacaktır. İnsanın kemal yolculuğu ruhu ile bedeninin çekişmesidir. Kemalin tamamlanması için de beden, ruhu taşımak zorundadır. Eğer ruh, bedenin arzuları karşısında yenik düşerse bu kez ruh, bedeni taşımaya başlayacaktır. Oysa, istikamet ters olmak zorundadır. Yani beden, ruhu taşıyacak ama ruhun dedikleri olacak, ruh, bedene doğru oturmayacak, ters pozisyonda kalacaktır. (Elbette ruhun, bedene uyduğu da olacaktır. Günah, fıtrattandır. Kelamımız, tamamlanacak yolculuk üzerinedir, yolculuğun merhaleleri veya durakları üzerine değildir.)

Bir başka fıkraya geçelim. Nasreddin Hoca kadılık yaparken bir gün iki adam gelir. Birbirlerinden şikâyetçidirler. Biri şikâyetini anlatır, Hoca ona döner “Sen haklısın” der. Sonra öbürü anlatır, Hoca bu kez ona döner ve “Sen haklısın” der. Adamlar kızarlar, giderler. Karısı şaşkınlıkla “Hoca, ikisine de haklısın dedin, bu nasıl iş? Hem davacı hem davalı haklı olur mu?” deyince, Nasreddin Hoca “Valla Hanım sen de haklısın” der. Lütfi Filiz Efendi, Noktanın Sonsuzluğu adlı muhteşem başyapıtında bu durumu şöyle izah eder: “Bu fıkra, ehl-i tevhidin olaylara bakış açısını göstermesi bakımından çok güzel bir örnektir. Tevhit açısından her şey Hakk olduğu ve alt âlemlere, yani dünya hayatına hitap eden bazı şeriat kuralları bu mertebede geçerliliğini yitirdiği halde, “Hakk geldi batıl yok oldu” <17-81> âyeti bize bunu anlatmaktadır. Dünyada yaşandığı için, bu kurallara direkt olarak karşı çıkmamak gerekir. İrfaniyet de bunu gerektirir.”

Nasreddin Hoca’nın göle maya çalması, mürşitlerin onlarca dervişi irşat etmeye çalışmasına işaret eder. Bakıldığında göl maya tutmaz ama Nasreddin Hoca “Ya tutarsa” der. Dünya meşgalelerine, nefsani arzulara uymuş insanlar da dışarıdan bakıldığında Hakk ile Hakk olacak mertebeden çok çok uzak görünürler, ama Hakk ile Hakk olmuş ehlullah, bir tanesini olsun o mertebeye çıkarabilmek için hepsiyle tek tek uğraşır.

Nasreddin Hoca’nın ata binmeye çalışırken düşüp “Ah gençlik olsaydı” diye sızlanması ve sonra etrafına bakıp kimsenin olmadığını fark edince “Bırak, ben senin gençliğini de bilirim” demesi; esasında kendisinin hiçbir şeyinin olmadığını, kudretin sadece Allah’a mahsus olduğunu, insanın kendisine atfettiği tüm özelliklerin yanılgı olduğunu anlatmaktadır.

Fıkralar bu şekilde daha da uzatılabilir elbette. Hakikat birdir. Hakikatten bağımsız hiçbir şey olmadığı için insan eğer görmeyi bilirse gördüğü her şeyde hakikatten iz bulmayı başaracaktır. Allah’ın nurunun olmadığı tek bir yer yoktur ki… Bizim yazıyı yazma amacımız görünenden hakikati bulma amacını kazanmayı istememizdir. Yoksa Nasreddin Hoca da bir insandır, yaşamıştır, ölmüştür. (Erenler ölür mü hiç?) Mesele Allah’a giden yolda bir vesile olarak elini tutabilmektir. Hoca’nın ruhu şad, himmetleri üzerimize olsun. Mezar taşında yazan cümleyle bitirelim: “Yazı baki, ömür fani, kul asi, Rab affedicidir.”