Nasıl girsin cennete, bir kalbe giremeyen?*

Emeti Saruhan
Emeti Saruhan

EMETİ SARUHAN

Zor mudur? Hayır, değildir. Bilakis kolaydır. Anlat dersen, nasıl anlatırım bir düşüneyim. Şimdi sen gözlerini kapat, düşle, ben sana söyleyeyim: Gözleri boncuk boncuk, top peşinde koşuşturmaktan yanakları kızarmış bir yaramazın başını okşamak kadar kolaydır. Susuzluğun son demlerinde boynunu bükmüş bir sarı çiçeğe, annen baban var mıdır diye sormadan, bir bardak can suyunu yudum yudum içirmek kadar kolaydır. Camdan cânânının yolunu gözleyen ihtiyar bir kalbe, bir çay bardağının buharında hâl hatır sormak kadar kolaydır. Sevdiceğinin al yazmasının kenarına işlediği oyanın örneğinde kaybolan delikanlının sırrını bilmek kadar kolaydır. Okunmamış bir mektup olup yârin önce ellerine, sonra gözlerinden yüreğine varmak kadar kolaydır. Börek açan ananın unlu ellerini öpüp alnına koymak kadar kolaydır. Buram buram yükselen sıcak ekmeğin kokusunda nimeti bereketlendirmek kadar kolaydır. Yokluğun kapısında eli böğründe ama yine de sıradağlar gibi duran babaya omuz vermek kadar kolaydır. Evet, madem ki bu kadar kolaydır bir kalbe girmek, bir kalbe bile giremezsen, cennete girmeyi nasıl umarsın?

Mustafa Ulusoy
Mustafa Ulusoy

MUSTAFA ULUSOY

Güneş dağlara sığamaz. Sıradağlar da kadar gelir güneşe. Ne Ağrı Dağı ne de Everest Dağı. Dar gelir güneşe dünyanın uçsuz bucaksız ovaları da. Ne dağlara ne ovalara sığmayan güneş, avuç içi kadar bir aynaya sığıverir. Güneşe karşı elinde tuttuğun ayna, güneşi içine alıverir. Aynadaki güneş ne aynıdır ne de gayrıdır. Güneş, suretiyle, ışığıyla ve ısısıyla aynanın içine yerleşivermiştir. Güneş nedir? Ayna nedir? Temsil sırrıyla deriz ki: Güneş, Şems-i Ezeli’dir. Ayna bir müminin kalbidir. (İnkâr ehlinin kalbi çürümüş, sırrı dökülmüş ayna vasfını kaybetmiştir.) Fahr-ı Âlemin’in bildirdiğine göre Rabbimiz şöyle seslenmiştir bize: ‘’Ben semavata ve zemine sığmadım ama bir müminin kalbine sığdım.’’ Semavat ve zemin Şems-i Ezeli’in isimi ve sıfatlarının noksan tecelligâhları iken; bir müminin kalp aynasında bütün esma ve sıfatlar noksansız tecelli eder. Hayatın sırrı ‘’Tecelli-i Ehadiyete, cilve-i Samediyete âyineliktir.’’ Hayat, bütün alemin odak noktasıdır. Bütün alemde tecelli eden isimler de bu odak noktasında câmiiyetle tecelli eder. Kalbe gelince. Kalp, hayatın arşıdır. O’nun isimlerini en mükemmel, en eksiksiz yansıtan aynadır kalp. Müminin kalbi, O’nun bütün isimlerinin tecellisinin nuruna gark olur ve bu anlamda Rabbin evi olur. Bir müminin kalbine girmek demek nedir? O kalpte O’nun isimlerinin tecellisine vesile olmaktır. Bunun en güzel yolu da kırık kalpleri teselli etmek ve o kalpte O’nun Rahman ve Rahim isimlerinin tecellisine vesile olmaktır.

İhsan Kabil
İhsan Kabil

İHSAN KABİL

Cennete giden yol, bir kalpten diğer kalbe ulaşan yol kadar kısa olabilir. Kalbi fethetmek, kalp kırmak, kalbi gücendirmek, kalp kazanmak hepsi insani hasletlerimizdendir. “Yaratılanı sev Yaradandan ötürü” düsturu, biraz da belki bu dünyayı olabildiğince cennet kılmakla alakalıdır. Bütün bunlar, gündelik hayat içinde çok basit bir şekilde gerçekleştirmek durumunda kaldığımız olgular olarak karşımıza çıkmaktadır. İnsan meşrebinin değişik halleri olarak gözüken bu eylemler, sonunda nasıl bir insan olduğumuzun da belirleyicileri olarak karşımıza çıkarlar. Olumlu ve yapıcı bir yönelimle karşımızdakinin kalbine girmeyi başarabiliyorsak, etrafımızda ve yeryüzündeki pozitif enerji de o denli bir yayılım gösterme temayülünde olur. Böylesi yönelimlerin çoğaldığını düşündüğümüzde de, üzerinde yaşadığımız arz küresinin de bir nevi cennete döndüğüne, buradan cennete uzanan yolun da dolambaçsız bir hale geldiğini görebiliriz. Realitede olansa, “insan insanın kurdudur” şiarını adeta haklı çıkarırcasına, değişik menfaat hesapları üzerinden insan denen sırça köşkü kırma doğrultusunda bir çılgınlıkla bile isteye cennetten vazgeçmeye varan bir halet-i ruhiyeyle davranıldığıdır. Bu, siyaset ortamında, iş ilişkilerinde, devletlerarası politikada böyle olduğu gibi, en basit insan ilişkilerinde de bu şekilde gelişebilmektedir. Oysa tasavvufi duyarlılığın gerektirdiği suhuletle insanlar birbirine muamele etme yoluna tevessül edebilse— ki bu kimi zaman feragat, kimi zaman her türlü cömertlik anlamına gelebilir— cennet bir adım ötede karşımızda duruyor olabilir.

*Said Yavuz