Mustafa Armağan: Modernlik, Avrupa’ya mahsus bir olgu değildir
Tarihçi-yazar Mustafa Armağan ile Cemil Meriç’ten yerliliğe, bizi biz yapan kavramlardan Harf İnkılabı’na kadar ufuk açıcı bir söyleşi yaptık…
Hocam İrfana Açılan Gözler, Cemil Meriç’in Dünyası ve Cemil Meriç Konuşuyor adlı kitaplarınızda medeniyet, Batılaşma ve modernleşme gibi kavramlarla sık sık karşılaşıyoruz. Bunlar hem Cemil Meriç’in hem de sizin gündeminizde olan kavramlar. Dün olduğu gibi bugün de tartışılıyor. Peki, bu kavramlar Türkiye’de doğru bir açıdan tartışılıyor mu?
Türkiye’de kavramları yaklaşık olarak aynı manaya geliyor zannederek tek bir çuvala sokuşturmaya bayılırız. Lakin maymuncuk gibi her kapıyı açan kavramlar bizi büyülemekten başka bir işe yaramayacaktır. Oysa bizim berraklığa ihtiyacımız var, Cemil Meriç’in deyişiyle: “Vuzuha”.
Kavramlar da insanlar gibi kanlı canlı varlıklardır. Asırlar içerisinde kırılıp bükülmeler yaşamaları tabiidir. Nitekim medeniyet’in gâvurcası olan civilisation Fransa’da bile ancak 18. yüzyıl ortalarında doğan bir türedi değil midir? Medeniyet de Tanzimat’la birlikte yön değiştiren kavramlarımızdan. Araplar bilmiyor, biz uydurmuşuz. Medenî, Medineli demek iken medeni/yet kelimesiyle karşılamaya kalkmışız civilisation’u (bazen temeddün de kullanıldı). Ama civilization’daki beyaz olmayan/geri ırkların medenileştirilmesi, yani adam edilmesi manası medeniyet’te mündemiç değil, olamaz da. (Cemil Meriç’in Umrandan Uygarlığa’daki dipnotuna bakarsak civilization’daki anahtar soru şudur: kim medenileştirecek?) Zira kelimenin kökü olan Medine, Batı şehirlerinde göremeyeceğimiz mahiyette kucaklayıcı (inclusive) bir şehir anlayışını getiriyordu. Medine’de zorlama olmadan beraber yaşanabiliyordu ama Batı şehri demek olan Polis’te yabancı olanı kendine dönüştürme pratiği işlerdi. Aksi halde dışlanırlardı. Civilization bir yerde asimilasyon demekti, medeniyet veya temeddün ise insanlığın kemaline çıkan merdivenleri döşeyen maddî ve manevî vasıtalar.
Akla hemen bir daha Cevdet Paşa geliyor.
Bu meselelere Cevdet Paşa gibi çözümler üreten kafalarımız çıkmalı.
Evet, Cevdet Paşa; medeniyeti diğer Tanzimatçılar gibi Avrupa’ya tapulamaz, diyar diyar dolaşan nazenin bir geline benzetir. Bir Hint’te, bir Yunan’da. “Şimdilik Avrupa’dadır ama bundan sonra hangi tarafa gideceğini, ne tür renklere bürüneceği ve nasıl elbiseler giyeceğini Allah bilir.” der.
Maatteessüf bu dinamik medeniyet yaklaşımına aydınımızın bugün fersah fersah uzak bulunduğunu teessürle müşahede etmekteyiz. Bize modernleşmeyi Batılılaşma diye dayatanlar fena halde yanılmakta, çünkü 90’lı yıllarda postmodernizm tartışmalarında ıslandıktan sonra daha iyi anlaşıldı ki, modernlik Avrupa’ya mahsus bir olgu değildir. Oraya uğramıştır ama kalıcı değildir. Bugün Avrupa bir süre ev sahipliği yaptığı modernliği, Çin’e ve Asya kaplanlarına kaptırmaktadır. İbn Haldun da, Cevdet Paşa da bir kere daha haklı çıkmaktadır.
Kemal Tahir’in deyişiyle “Batılaşma” veya daha yaygın deyişle “Batılılaşma” ise bu sebeple modernliği/muasırlığı bir kıtaya ve o kıtanın da ufak bir kısmına inhisar ettirmeyi hedeflediği için elekten geçirilmesi gereken kavramlardır. “Muasır medeniyet”i bugün artık Batı temsil etmemektedir, bu yüzden “muasır medeniyetler seviyesine çıkmak” söylemiyle kastedilen şeyin bir iki asır öncesindekinden çok farklı bir anlama gelmesi kaçınılmazdır. O tarihte “medeniyetin kıblesi” kabul edilen Londra’daki en güncel sorunlardan biri, barlarda kadınların içeceklerine atılan ilaçlarla tecavüze uğramalarının önüne bir türlü geçilemeyişidir ve hükümet bunu nasıl çözeceğine dair açıklamalar yapmaktadır. Muasır medeniyet seviyesi bu mudur? İsrail’in canlı yayınlanan Gazze soykırımı mıdır? Nükleer bombaları “muasır medeniyet”in neresine koyacağız? Nesebi gayri sahih çocukların oranının sahih olanları geçtiği İsveç tipi ülkeler gibi mi olmamız isteniyor? Batılaşma dediğiniz LGBT+ bilmem ne türü yozlaşmaları mı gerektirir?
Bu meselelere Cevdet Paşa gibi çözümler üreten kafalarımız çıkmalı. Ama nerde? Cevdet Paşa’dan bir adım ilerisi Malta sürgünü öncesi Ziya Gökalp olabilirdi ama o da dönüşünde feleğini şaşırdı ve Cumhuriyetin ilk yıldönümü kutlamalarına günler kala yanlış tedavi sonucu hayatını kaybetti. Sonrasını biliyorsunuz: Türkçülük çığırtkanlığı yapıldığı yıllarda Ziya Gökalp’in Türkçülüğün Esasları adlı kitabı yasaklanmıştı! Ardından reaksiyoner değil de bütünü analiz eden müdakkik mütefekkir sıkıntısı yaşadık, yaşamaya devam ediyoruz. Velhasıl Osmanlı Cevdet Paşa’dan sonra Ziya Gökalp’i yetiştirmişti, Cumhuriyet her ikisini de öldürmekle iftihar edebilir.
Hocam aidiyet, yabancılaşma ve “var olma” sorunu günümüzün en önemli konuları arasında yer alıyor. Bu anlamda merak ediyorum: Biz Türkler aidiyetimizi nerede aramalıyız veya Türkiye’de kültürel bir kimlik inşa edilebildi mi?
İtiraf edeyim ki ben bu noktada Yahya Kemal’e ilham veren Fransız tarihçi Camille Jullian’a daha yakın duruyorum. Jullian “Fransız milletini bin yılda Fransa toprağı yarattı.” diyor ve büyük şairimizi derinden etkiliyor bu sözüyle. Bir başka deyişle aidiyetimizi bu topraklara getirdiğimiz ve bu topraklarda vücuda getirdiğimiz değerlerde aramamız gerekir. Yalnız Malazgirt’in modern Türkiye’nin bir mitik sembolü olduğu noktasında Carole Hillenbrand’a katılıyor ve toprak vurgusunu kabul etmekle beraber kimliğimizin yeşerişini bin yılla sınırlamanın da yanlış olacağını düşünüyorum.
Neden hocam?
Diyarbekir, İslam kuvvetleri tarafından Kudüs’ten bir yıl sonra fethedilmiştir de ondan. Memleketim Urfa ise ertesi sene. Yani Kudüs’ün fethi ile Anadolu’nun fethi el ele yürümüştür ve devir Hazret-i Ömer devridir. Bu ne demektir? Anadolu topraklarında ilk ezan-ı Muhammedî 1071 yılında değil, yaklaşık dört buçuk asır önce, 639 yılında -belki de daha önceleri perakende olarak- okunmuştur. Beni buraya bağlayan bağ, ruhuma değen değer budur. Antakya’da depremde yerle bir olan Habib Neccar Camii de, Cizre, Urfa ve Diyarbakır ulucamileri de bu hayat hamlesinin yer üzerindeki damlalarıdır.
İslam toplumları uzun yıllardan beri Batı hegemonyasına hapsolmuş durumda. Tüketim alışkanlıklarından hayatı yorumlayış biçimlerine kadar birçok konu Batı’dan ithal edilen kavramlarla tanımlandı. Hâkim kültür karşısında aşağılık kompleksi gibi… Cemil Meriç buna, “Batı’nın bitpazarından ithal edilmiş hazır elbiseler” diyor. Bunun acı sonuçları ise birçok kez karşımıza çıkıyor. Gazze’deki soykırıma Müslüman devletlerden cılız sesler çıkmasının temel nedeni bile belki budur. Peki Müslümanlar yeniden İslam üzere bir medeniyet kurabilecek mi?
Dünyada bundan daha fazla “kesinlikle evet” diyeceğim ama bundan daha fazla “kesinlikle hayır” dememi gerektiren bir soru bulmak zordur. Tarih, Müslümanların hangi toprağa ellerini atsalar bir medenî eser fışkırttıklarını gösteriyor. Bu, hakikatte İslam’ın tabiatından ileri geliyor. Geçenlerde gittiğim Burdur’da yan yana duran iki konağı gezdim. Biri Mehmet Akif Ersoy Kültür Evi olarak kullanılmakta olan Çelikbaşlar Evi; diğeri de muhteşem Bakibeyler Konağı. Özellikle Bakibeyler Konağı sanki Topkapı Sarayı’ndan kopup da rüzgârın önünde savrulmuş ve Anadolu’nun ortasına düşmüş bir yaprak gibiydi. DPT eski müsteşarı Orhan Güvenen anlatıyordu, müzede bir dilenci tası görüyor ve “Dilencisinin tası bu kadar sanatlı olan bir medeniyeti varın, düşünün.” diyordu. Fakat o kadar köklerimizden koparılmak için uğraşılmış ki, bunun farkında olmayan milyonların yaşadığı bir ülke burası. Biz entelektüeller de bu travmadan nasibimizi aldık tabiatıyla. Kelimelerimizle, harflerimizle, dünyaya bakışımızla buraya ait olduğumuzdan emin miyiz? Ben arayışımızın devam ettiği kanaatindeyim. Hem en yakın adayız, hem en uzağa fırlatılmışız. “Bluetooth”un eski bir Norveç Kralı’nın ismi olduğunu bilmiyorsak İsrail’in okullarda artı (+) işaretini neden yasakladığını da bilemeyeceğizdir. “Peki, ecdadımız artı işaretinin yerine ne kullanıyordu?” diye soranlarımız çıkarsa iyi bir yerde olduğumuzu o zaman söyleyebilirim.
Gazze’deki soykırım sonrası Batılı devletler suspusken, yine Batılı halk kitleleri İsrail saldırılarına karşı ilk günden beri, siyasilere rağmen, eylemlerde bulunuyor. Dünyada meydana gelen bu hareketliliği nasıl okumak gerekir?
Eskiden “savaş çıkmaz” diyenlerdendim ama artık dilimi ısıranlardanım. Bilelim ki İkinci Dünya Savaşı’nın defteri henüz kapanmadı. Savaşa son veren bir savaş umarım çıkmaz ama Ukrayna-Rusya Savaşı’nı gördükten sonra artık çıkmaz diyemiyorum. Tayvan bir başka kriz noktası. Çin derinden geliyor. Dünya ticareti yön değiştiriyor. Kuzey Buz Denizi trafiği şimdiden canlandı. Batıdan doğuya giderdi kervanlar, şimdi karşılıklı. Gazze’nin zamanlaması tam bu araya sıkıştı maalesef. Kimse kımıldayamıyor. Türkiye muhakkak ki bir şeyler yapıyor. Sivil toplum kuruluşlarımız da iyi kötü faal. Fakat İsrail katliamları hız kesmiyor, Nazilerinkini geçti çoktan…
Peki sonu nereye varacak hocam bu katliamların…
Yeni bir dünya kurulacak bu süreç sonunda. Türkiye de Musul ve Suriye’nin kuzeyinde önce güvenlik sahası oluşturma derdinde. Kendimize yetecek enerji kaynakları tahkimatı ertelenemez bir görev. Oyun kurucu olmazsanız sizin üzerinizde oynarlar. Yunanların Megali İdea’sı var, Rusların 3. Roma hedefi, Çin’in 500 yılda bir kükreyen ejderhası. Batı hegemonyası zor günler yaşıyor, AB çöküşte. Asya ve Afrika yükselişte. Peki, Türkiye nerede?
Harf İnkılabı ile dokuz asırlık evimizden çıkarıldık. Yani 1928 Kasım’ından beri kiracıyız.
Cemil Meriç’in üzerinde durduğu konulardan birinin de harf inkılabı olduğunu görüyoruz. İnkılap hakkındaki tartışmalar için, “Tekrar eski harflere dönmek doğru değil. Okullarda Osmanlıca okutulsun… Bu kadar zikzak bir milletin hayatına çok fazla gelir…” diyor. Sizin bu konuda hem bir tarihçi hem de Cemil Meriç üzerine çalışan biri olarak görüşleriniz nelerdir?
Rahmetli yönetmen Atıf Yılmaz’la son yıllarında bir dostluğumuz oldu. Hatta Mevlânâ hakkında bir belgeselin görüntülerini çekmiş ama metin yok! Benden rica etti. Zor bir şey ama ham çekimlerin üzerine bir metin yazmıştım. 1999 yılındaki bir sohbette “Biz bu kadar film yaptık ama yaptıklarımızın geleceğe kalma ihtimali yok.” demişti. “Neden?” diye sormuştum merakla. Demişti ki: “Ben ancak 75 yıl öncesini biliyorum, ötesini bilmiyorum. Kendi gözümle okuyamıyor, inceleyemiyorum, önüme koysanız anlayamıyorum. Şimdi arkamda bir tarafı bana kapalı bir dünya var, öteki tarafta ise az önce konuştuğumuz gibi bir İngiliz, bir Çinli bin yıllık tarihinin okuyucusu olabiliyor.” Ardından “Bu,” dedi, “o kadar büyük bir etki yapıyor ki insanın üzerinde; sinemacı olarak beslenme kaynaklarımız sınırlı kalıyor. Ancak birileri yeni yazıya aktaracak da dilenci gibi bekleyeceksin. Özgür değilsin, dilediğin gibi açıp okuyamıyorsun. 75 yıllık bir alfabe ile ancak bu kadar sinema oluyor.”
Cemil Meriç, Harf İnkılabı’nın irfanımızda meydana getirdiği tahribatı Cumhuriyet aydınları içerisinde en ısrarla vurgulayan kalemlerden. Şu sözlerindeki teorik şiddete kulak kesilelim: “Bu milletin bütün kütüphanelerini yaktılar. 1929′da ilk mektebi bitiren nesil kendini bir çöl ortasında buldu. Yeniden başladı alfabeye ve ölünceye kadar alfabede kaldı. Sonraki nesiller hep aynı yokluk, hep aynı sefalet içinde çırpındılar. 1929′da okuma-yazma bilenler 1930′da analfabet (cahil) durumuna düştüler. Ve kendilerine zorla kabul ettirilen, dili çelik bir korse gibi, bir Çinlinin ayakkabısı gibi, ezip büzen bu yabancı harflere hiçbir zaman ısınamadılar.”
Sözün özü şu: Harf İnkılabı ile dokuz asırlık evimizden çıkarıldık. Yani 1928 Kasım’ından beri kiracıyız. Fransız filozofu Jacques Derrida’nın 1997 yılında -hem de 28 Şubat’ın hengâmesinde- Boğaziçi Üniversitesi’nde verdiği derste dediği gibi “Modern kültüre geçiş bahanesiyle insanlar bir günde, yüzyılların hafızasını okuyamaz hale geldiler, cahil kılındılar. İşte bu, kişinin ülkesini kim bilir hangi serüven arayışına terk etmesinin korkunç yolu, bunu yapmanın en canavarca ama belki de tek yolu, bellek yitimidir!”
Jacques Derrida ile Cemil Meriç’i birleştiren bu sözler bir asra yakındır kiracısı olduğumuz Latin alfabesinin bünyesinde ne zaman gerçek evimizi inşa edeceğimiz sorusuyla dengelenmek zorundadır.
Cemil Meriç, edebiyattaki ilk aşkının Balzac olduğunu söylüyor. Hem Batı hem de Doğu klasiklerini çok iyi biliyor. Peki sizce bizim eserlerimizden hangileri tekrar tekrar okunmayı hak ediyor, hangilerini klasik olarak değerlendirebiliriz, sizin başucu kitaplarınız nelerdir?
Cemil Meriç’in tamamlanmamış bir yazar olduğunu söyleyelim öncelikle (hangi yazar tamamlanmıştır ki!). Necip Fazıl’ın “Allah’ın, iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı, sahici münevver” diye tavsif ettiği Cemil Meriç, gözlerini kaybetmeseydi nasıl bir yazar performansıyla karşımıza çıkardı bilinmez ama 38 yaşına kadar işba halinde beslendiği kaynaklar “kültür”den “irfan”a geçmesine izin vermedi. Onca emek verip kitaplarını tercüme ettiği Balzac da, Hugo da onun gözünde bitimsiz nehirlerdi. Sonra Hint Edebiyatı’na merak saldı. Bizim klasiklerimizi de derinlemesine okudu. İrticalen Muallim Naci’den 12 sayfa bahseden konuşmasını okumak gerekir Cemil Meriç Konuşuyor’dan.
İki yıl önce ölen Önay Sözer bir felsefe profesörü. Almanya’da tez yazarken hocası kendisine, “Ne okuyorsun Önay?” diye sormuş. “İşte Hegel, Kant filan okuyorum.” demiş. Hocası, “Onları sormuyorum, onlar senin meslekî okumaların. Sen ne okuyorsun?” diye üstelemiş. Yine anlamamış vurgusunu. Bunun üzerine hocası demiş ki: “Önay, senin klasiklerin yok mu?” Mevlânâ’yı sormuş. Meğer Mesnevi’yi okumadığı gibi okunmaya değer olduğunu bile inanmıyormuş Önay Sözer.
Klasikleri okurken bu gözlüğü taksak iyi olacak. Okuyayım, bir an önce bitireyim diye değil, şerbet içer gibi, tadarak okumalıyız. Kendimiz, ruhumuz, varlığımız için, onların bizi kemal yolunda ilerletmesi için. Klasik metinlerimizi bilen biliyor. Modern klasiklerimiz içinde aklıma geliveren ve yetişmeme katkıda bulunan şu eserleri sayayım:
Cemil Meriç, Bu Ülke; Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir; Peyami Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu; Necip Fazıl, Çile; Refik Halit, Gurbet Hikayeleri; Kemal Tahir, Kurt Kanunu; Reşat Nuri, Çalıkuşu; Hüseyin Rahmi, Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç.
Bir de geç keşfettikleri oluyor insanın. Bunlardan üç isim vereyim: Halikarnas Balıkçısı, Mehmet Kaplan (hocam olduğu halde!) ve Dündar Taşer. Bakın tarihçilere sıra gelmedi daha. Neyse, o mecraya girmeyelim daha iyi. Yoksa Cins okurları isyan edecek. Hepsine selam olsun.
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım
ÇEREZ POLİTİKASI
6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunundaki amaçlar ile sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerezler kullanılmaktadır.
Gizliliğe Genel Bakış
Bu web sitesi, sitede gezinirken deneyiminizi iyileştirmek için çerezler kullanır. Bu çerezler, web sitesinin temel işlevleri için gerekli olduklarından tarayıcınızda depolanan gerekli olanları içerir. Analiz etmemize yardımcı olması için üçüncü taraf çerezleri de kullanırız. ve bu web sitesini nasıl kullandığınızı anlayın. Bu çerezler tarayıcınızda yalnızca sizin izninizle saklanacaktır. Ayrıca bu çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz de vardır. Ancak, bu çerezlerden bazılarını devre dışı bırakmak tarama deneyiminizi olumsuz etkileyebilir.
Gerekli (Her Zaman Etkin)
Çerezin Adı
Çerez Türü
Çerez Saklama Süresi
ARRAffinity
(gzt.com)
Oturum (Session) Çerezi
Azure tarafından kullanıcı isteklerinin aynı instance a erişebilmesi için tuttuğu çerezdir
Oturum boyunca
_gat_UA-3434195-44
(gzt.com)
İşlevsel ve Analitik Çerez
Google Analytics'in analitik veriler tuttuğu çerezdir.
Oturum boyunca
_gid
(gzt.com)
İşlevsel ve Analitik Çerez
Google Analytics'in performans ölçümlerini yapmak için veri tuttuğu çerezdir
1 Gün
_ga
(gzt.com)
Zorunlu Çerez
Google Analytics'in performans ölçümlerini yapmak için veri tuttuğu çerezdir
730 Gün
__gads
Takip Çerezi
Google DoubleClick (DFP)'nin kullanıcıları takip etmek ve yeniden pazarlama yapmak gibi çalışmaları için kullanılan çerezdir
730 Gün
IDE (.doubleclick.net)
Takip Çerezi
Reklam amaçlı kullanıcı davranışlarını takip etmek için kullanılan 3. parti uygulama çerezidir.
390 Gün
_ym_visorc_44958496 (.gzt.com)
İşlevsel ve Analitik Çerez
Yandex Metrica'nın kullanıcı oturumu ile ilgili tuttuğu çerez
Oturum boyunca
sync_cookie_csrf (mc.yandex.ru)
Takip Çerezi
Kullanıcı davranışlarını ölçmek ve takip etmek için kullanılan Yandex Metrica çerezidir.
Oturum boyunca
sync_cookie_csrf (mc.webvisor.org)
Takip Çerezi
Kullanıcı davranışlarını ölçmek ve takip etmek için kullanılan Yandex Metrica çerezidir.
Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!
Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım