Mühür kimdeyse Süleyman odur
Kitleler bugün hala, bir baskı aygıtı olarak devletleri görse de aslında herhangi bir zorluğa katlanmadan bireylerin zaman/emek/verilerini toplayan ve bunu daha sonra bireyler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanan şirketlere karşı bir eylem ya da tepki gösterme bilincine erişmemiştir.
Teknoloji Kapitalizmine dair şüpheler
Dünya, baskıcı yönetimlerin iktidarının tarihi olduğu kadar, o iktidarlara karşı yürütülen isyan hareketlerinin de tarihi üzerinden okunabilecek açık bir kitaptır. MichealFoucalt’nun söylemiş olduğu “iktidarın olduğu her yerde direniş de vardır” sözü, tarihsel süreçte baktığımızda olgusal bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bu söz bugün içinse, yeni iktidar aygıtları karşısında hala anlamlı olsa da geçerli olmayışıyla, yaşadığımız zamanların farklı yönden tuhaflıklarını bize göstermesi açısından sorulması gereken önemli soruları önümüze çıkarmaktadır.
Bugün karşı karşıya olduğumuz yeni gerçeklik, devletlerin, özellikle piyasada iş yapıcı konumundan geriye çekildiği, büyük oranda jandarma görevi gördüğü ve teknoloji şirketlerinin inşa ettiği kapitalizmin var olduğu gerçekliğidir. Teknoloji kapitalizmi karşısında devletler bireyleri “özgür” ama aynı zamanda savunmasız bırakmaktadır. Bu özgür ama savunmasız olma durumu da şirketlerin baskı ya da sömürüsüne karşı kitlelerin direniş sınırlarının nerede başladığının ya da bittiğinin muğlak olduğu, anlaşılması güç bir alan oluşturmaktadır. Devletlerin azınlık gruplara ya da dezavantajlı topluluklara karşı yürüttüğü baskıcı politikalara karşı harekete geçme motivasyonunu içinde bulunduran kitleler bugün teknoloji kapitalizmi karşısında tepki göstermek için yine şirketlere muhtaç bir halde bulunmakta, baskıya ve zulme karşı atacakları her taşın kendilerine döndüğü kaotik bir döngünün içinde yaşamaktadır.
Arap Baharı olarak adlandırılan isyanların başlamasıyla birlikte sosyal ağların baskıcı diktatörlükler karşısında halkın özgür, adil ve eşit bir temsil fırsatı bularak haklarını talep etme aracı olduğu ideali yüksek sesle dile getirilmiştir. Bugünse bu ağlar kitlelerin manipüle edilmesi, baskı altına alınması, verilerinin kullanılmasıyla birlikte kitlelerin dönüştürülmesi sürecinde kullanılan bir baskı aygıtına dönüşmüş durumdadır. Bu girdap içerisinde cevabının bulunması elzem sorular karşımızda durmakta, bu sorulara verilmeyen her cevapla birlikte şirket kapitalizmi güçlenmekte ve yakın gelecekte savunmasız bireylerin olduğu, kaotik bir dünyanın kapıları sonuna kadar açılmaktadır.
Waldo sen neden burada değilsin?
Baskıya karşı şiddetsiz bir savunma yolunu seçen önemli isimlerden bir tanesi olan ve Sivil İtaatsizlik kitabıyla, eylemin sınırlarını ortaya koyan Henry David Throreau’ya göre kanunlar birtakım adil olmayan sonuçlar yaratabilir ve hükümetler keyfi birtakım uygulamalara gidebilir. Bu durumda ise Thoreau devlete itaat etmemek gerektiğini söyler. Thoreau vereceği vergilerin Meksika’da yaşanan savaşta masumlara atılan kurşunlara dönüşeceğini düşünerek vergi vermeyi reddeder. Bunun sonucunda da hapse atılır ve Sivil İtaatsizlik kitabını da bu olaydan sonra yazmaya karar verir. Kitapta Thoreau “şayet bir başkasına adaletsizlik yapmamızı gerektiren bir doğası varsa, bu kanunu çiğneyin gitsin derim” der.
Thoreau’nun bu tavrı, bugün yaşadığımız dünyada bize “Peki şirketlerin doğası bir başkasına/kendimize adaletsizlik yapmamıza sebep oluyorsa o zaman ne yapmalı?” sorusunu sormayı zorunlu kılmaktadır. Bu soru bir diğer yönden, tarihsel olarak her bir sivil itaatsizlik eyleminin kendine has mücadele yöntemleri içermesine rağmen, bugün dünyanın farklı yerlerinde başlayan her eylemin birbirine benzer simge/söylem/ilerleyişe sahip olmasını göz önüne aldığımızda da ayrıca önemlidir. Zira hem Thoreau’nun hem Gandhi’nin hem de Rosa Parks’ın önderliğinde gelişen sivil itaatsizlik eylemlerinin benzerlerini bugün yaşasak, günün sonunda her birinin tek bir potada eriyen benzer eylemler olacağını da yaşadığımız tecrübelerden bilmekteyiz. Zira post-modern dünyanın altın kuralı olan, söylem özgürlüğünde öngörülebilir modellerin inşa edilmesi çabası, kendine has her eylemi küresel ve benzer eylemlere dönüştürmektedir.
Kitleler bugün hala, bir baskı aygıtı olarak devletleri görse de aslında herhangi bir zorluğa katlanmadan bireylerin zaman/emek/verilerini toplayan ve bunu daha sonra bireyler üzerinde bir baskı aracı olarak kullanan şirketlere karşı bir eylem ya da tepki gösterme bilincine erişmemiştir. Twitter’ın günlük 500 tweet görüntüleme limiti getirmesi, Threads’ın hesap silinince Instagram hesabını da silme zorunluluğu koymasıyla birlikte orada yer alanların dışarıya çıkmasını engellemesi, teknoloji kapitalizminin aracısı olan şirketlerin, uygulamalarını kullanmak isteyen bireylerin her türlü verisini alma yetkisi kurulan yeni baskı ve direniş gösterilecek alanı bizlere göstermekte fakat bireylerin buna dair bir eyleme girişmemesi bir bilinç eksikliği olduğunu düşündürmektedir.
Henry neden buradasın?
İçinde yaşadığımız ve teknoloji kapitalizminin tiranlığı içerisindeki bu dünya, bize birtakım masallar anlatarak, varlığımızı ve olup bitenleri anlamlı göstermekte oldukça mahir bir hikâye anlatıcılığı sürdürmektedir. Bugün, doğaya karşı büyük bir ilerleme arzusundaki toplulukların eliyle inşa edilen adaletsiz ve yaşanmaz hale gelen dünyanın, kâr maksimizasyonu hedefleyen şirketler eliyle, paylaşım ekonomisi maharetiyle düzeleceği ama aynı zamanda insanların mülksüzleşip şirketlerin büyüyeceği, dijital teknolojiler sayesinde insanlığın bilgiye ucuz ve kolay yoldan ulaşacağı vaadiyle aslında insanlara dair her türlü gizin şirketlerin veri tabanlarına aktarıldığı gerçeğini bizlerden kolayca gizlemesinde bu mahirliği görmemiz mümkün.
Yapay zekâ teknolojileri sayesinde, bilgiye erişimin kolay olacağı ve özellikle doğal dil işleme sistemleriyle birlikte dünyada eğitime erişme imkânı olmayanların da bilgiye kolayca erişeceği iddiasında olan teknoloji şirketleri diğer yandan hem bilgileri manipüle edebilmekte hem de özellikle görsel temelli çalışan sistemlerde ırkçılık yapmaya devam etmektedir. Yapay zekaların ırkçılığa dair bir meselesi olmasa da günün sonunda yapay zekâ mühendislerinin bakışıyla yönlendiği gerçeği etrafında özellikle Twitter gibi platformların görsel işlemede “beyaz” insanları öncelediği önemli bir örnektir. Yine yapay zekâ sistemlerinin kişileri analiz etmesiyle birlikte dikkat ekonomisinden en çok payı almak için onlara duymak istediği içerikleri sunarak, bir yankı odası yaratması ve kitleleri yanlış bilgilerle yönlendirme gücünü elinde bulundurması da ideal ve gerçek arasındaki uçurumu derinleştirmektedir.
Bugün özellikle iklim değişikliğine karşı en büyük yardımcı güç olarak ortaya atılan paylaşım ekonomisi ideali de yine günün sonunda bireylerin herhangi bir sahiplik elde etmeden hizmetlere ücret ödemesini zorunlu kılan, araç sahiplerinin emeği ve malı üzerinden komisyonla kâr eden güçlü ve baskı oluşturucu güçlerin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.
Olağan Şüpheliler filminde Dave Kujan karakterinin dilinden dökülen “Püf noktayı yakalamama izin ver. Senden daha zekiyim. Ve bilmek istediğim şeyi de senden öğreneceğim. İstesen de istemesen de onu senden öğreneceğim.” cümlesi bugün, teknoloji kapitalizminin motto cümlesi olarak da okunabilir. Hem devletlerin hem de bireylerin bilinmesini istemedikleri şeyleri bilme arayışında, kendi karlılığı için her şeyi yönlendirme gücünde olan şirketler, bireylerin zihinlerine girerek onların istek ve beğenilerini şekillendirmekte, tepkilerini belirlemektedir.
Mühür bugün artık devletlerden teknoloji kapitalizmine geçmekte, yeni iktidar alanlarını teknoloji şirketleri belirlemektedir. Mühür kimdeyse Süleyman oysa şayet ve iktidarın olduğu her yerde direniş varsa, teknoloji kapitalizmine karşı bir direnişin olmayışı ortada sorgulanması gereken meseleler olduğunu göstermektedir. Teknoloji kapitalizminin ortasında kendi kuyruğunu yiyen Ouroboros gibi duran bireyin bu yeni tahakküm karşısında bilinç düzeyinin yükseltilmesi ve devletlerin düzenleyici politikalarla şirketler karşısında halkı koruması ise atılması gereken ilk adım olarak öne çıkmaktadır.