Modern günler ve acı

Modern günler ve acı
Modern günler ve acı

Modern dünyanın ne olduğunu anlamanın en kestirme yolu klasik dünyaya bakmaktır. Klasik dünyada bugün bedenimizde dahi bulamadığımız acı neredeydi?

Bir Yozgat türküsü üzerinden değerlendirelim bunu: “Çamlığın başında tüter bir tütün / Acı çekmeyenin yüreği bütün / Ziya’mın atını pazara dutun / Gelen geçen Ziya’m ölmüş desinler.” Türküde trajik his toplumsallaşıyor. Ölümün bir imgesi olarak Ziya’nın atı maddi ilişkilerin tam ortasına, herkesin bir şekilde uğrayacağı pazara götürülüyor. Ölüm orada ilan ediliyor, hayatın tam ortasında. Trajik olanda aranan çelişkinin bir aradalığı yaşam ve ölüm üzerinden bir pazar alanında kuruluyor. Türküde acı pazardadır, gelen geçen herkesin dilindedir ve bedendedir. Peki kapitalizmin pazarında Ziya’nın atına yer var mı? Ölümün doktorla hasta arasında teknik bir meseleye dönüştüğü, hastanelere hapsedildiği bir dünyada trajik olan toplumsallaşabilir mi?

David Le Breton Acının Antropolojisi kitabının anestezi ile ilgili sayfalarında R. Selzer adlı cerrahın başından geçen bir olayı anlatır. Cerrah bir gün odasına girdiğinde yeni ameliyat olmuş bir kadını karşısında bulur. Kadın elindeki usturayla karnını yarmış ve eliyle organlarını karıştırmaktadır. Kadın tekrar tedavi edilir, tehlikeyi atlattıktan sonra cerraha şöyle der: “Çok canı yanar insanın bu durumda değil mi? Yani şunu demek istiyorum: gerçekten kendi bedenim olsa benim de canım yanardı. Ama hiçbir şey hissetmiyordum.” Anestezi sebebiyle hislerini kaybeden kadının eylemini R. Selzer şu şekilde yorumluyor: “Ve birdenbire anladım kendi bedeninin içinde ne aradığını: Acısını arıyordu.”

Bugün insanlık kendi bedeninde acısını aramak zorunda. Acının görünmez kılınmasının yegâne erek olduğu modern dünyanın anestezi toplumunda yapmak zorunda bunu.

Acı vahiy gibi birden biredir. Zevkler bize birdenbire olmaz. Cinsel zevki, yiyeceklerden aldığımız zevki vs. düşünelim. Bir sürecin ilerleyişidir zevk. Acı ise bir yumruk yediğimizde olduğu gibi dışarıdan ya da bir kusma hissi ile içeriden, birdenbire gelebilir. Bu sebeple acı ile gerçekliği daha kolay kurarız. İçine düştüğümüz durumun hızlı belirimi gerçeği daha bütünlüklü idrak edebilmemize sebep olur. Bu sayede kurulan çarpık ilişki ağının dışına sıçrayabiliriz.

Gülmek çirkin, uygunsuz, tutarsız bir durum karşısında verilen tepki olarak değerlendirilir Aristoteles tarafından. Filozof bu durumların ancak acı yaratmadığında gülmeyi doğurabileceğini söyler. Düşen birine güleriz. Biri düştüğünde kafasının yarıldığını, gözüne bir çöp battığını görürsek yüzümüzdeki gülme hemen söner. Çünkü artık acı yaratmayan zararsız durum kaybolmuştur. Uyuşan yürek çözülür ve yardıma koşarız. Modern zamanların kahkahasını bir tek dehşetli acı anları durdurabilir.

Sağlık, organların sessizliği içinde yaşama ya da insanın bedeninin farkında olmaması durumu olarak tanımlanıyor. Acı çeken insanda ise beden bütün ilginin yöneldiği odak noktasıdır. Fiziksel acı için geçerli olan bu ifadeleri psikolojik alana taşıyabiliriz. İnsan neşeliyken ilgisi kendinde değildir. Neşeli insanın dikkati kendisinden uzakta, dışarıdadır. Acı çeken kişi ise neşe duyanın aksine dikkatini acısına yöneltir. Acı, bizi acıya sürükleyen gücün tazyiki karşısında insan teki olarak bir başınalığımızı fark ettirir. Bahsettiğim teklik duygusuyla acıya gösterilen dikkat ve bu dikkatin sanata dönüşmesi ancak bizi topluma taşıyacaktır. Kapitalizmin kayıtsız hedonizmi ancak bu şekilde kırılabilecektir.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım