Modern felsefenin deccali: Friedrich Nietzsche
19. yüzyılın felsefi kötümserliği altında hayati bir çığlıktır Friedrich Nietzsche'nin felsefesi. Onu ortaya koyarken vurduğu çekiç darbeleriyle modern insanın çehresini yeniden şekillendiren Nietzsche'nin çağdaş düşünme ve hissetme yollarına da yeni bir kavramsal kadro hibe ettiğini söylemek gerekir.
NE DÜŞÜNDÜ?
Nihilizm, bengi dönüş, üstinsan ve güç istenci... Bu dört çetrefilli kavram ya da tema Friedrich Nietzsche'nin düşüncelerini birbirine ulayan düğüm noktalarıdır handiyse. "Değerlerin değersizleşmesi", "soy kütüğü", "hınç", "büyük öğle" vb. başka bazı kavramlarla da temel düşüncesini işleyen Nietzsche'nin bu tema ya da kavramları öne sürerken asli olarak hayatın değerini koruma güdüsüyle hareket ettiği açıktır. Çünkü Nietzsche için biricik bir dünya vardır, o da "görünüşteki dünyadır". "Hakiki dünya" tasavvuru onun üstüne iliştirilmiş bir yalandan başka bir şey değildir. Başka bir dünya masalı uydurmak aslında daha iyi bir hayat hayaliyle el'an süregelen hayattan intikam almaktır. Bu konuda Putların Alacakaranlığı'nda açıkça şöyle yazar:
"Bu dünyadan 'başka' bir dünya masalı uydurmanın, -içimizde yaşamın karalanması, küçültülmesi, kuşkulu hâle sokulması yönünde bir içgüdünün egemen olmadığını varsayarsak- hiçbir anlamı yoktur: aksi hâlde yaşamdan 'başka', 'daha iyi' bir yaşamın hayaliyle intikam almış oluruz. (...) bu ister Hristiyanlığın, ister Kant'ın (nihayetinde o da sinsi bir Hristiyan) yaptığı biçimde olsun, yalnızca dekadansın bir telkinidirçökmekte olan yaşamın bir belirtisidir." Nietzsche, öncelikli gördüğü hayatı olumlarken kültürel dekadans ile ilgili bir anlatı da sunar. Nietzsche'nin anlattığı şekliyle dekadans, Batı'nın kültürel tarihinin özetidir bir yerde. Platon'la başlayan bu süreç, Platonculuğun çeşitli türevleri sayabileceğimiz Hristiyanlık, Kant/Aydınlanma ve Pozitivizmdir. Hemen hepsinin ortak noktasının hayatın kendi değerinde bir sıkıntı olduğunu savlamaları ve Nietzsche'nin deyişiyle "hakiki dünya masalı"na sığınarak bir tür "kavram mumyacılığı" yapmalarıdır. Özellikle "vülger Platonculuk" saydığı Hıristiyanlığa (dolayısıyla onun önceli olarak kabullenilen Yahudiliğe) yönelik oldukça sert polemikler yöneltmiş Nietzsche'nin eleştirilerinden Hegel, Schopenhauer ve önceden övdüğü Wagner gibi isimlerin de nasiplendiğini belirtmek gerekir.
Hegel'in meşhur "köle-efendi" diyalektiğini ahlâkın soy kütüğünü açımlamak üzere farklı bir tarzda yeniden kurgulayan Nietzsche, kölenin efendinin eylemlerine kötü diyerek o eylemlerin tersini benimsemesini "hınç kültürü"nün remzi sayar. Nietzsche için hayatın değerini olumlamak esasen "özgür tinli" olmanın da ta kendisidir. Platoncu-Kantçı-Hegelci hakikat yanılgısının görüldüğü anı 'büyük öğle' addeden Nietzsche güneş tam tepedeyken tüm gölgelerin kaybolduğunu ve birer gölgeden başka bir şey olmayan değerlerin bir hiç olduğunun görüldüğü anda üst-insanın ortaya çıktığını da belirtir. Onun hakikat kavramına dönük eleştirisi bu anlamda uzunca alıntılanmaya değer: "Nedir öyleyse hakikat? Devingen bir eğretilemeler, yakıştırmalar, insansallaştırmalar, kısacası bir insan ilişkileri özeti, ki, poetik ve retorik olarak yüceltilerek, çevrilip taşınarak, süslenerek, uzun kullanım sonucu, bir halk için kesin, buyurucu ve bağlayıcı hâle gelmiştir: hakikatlar, sanrı oldukları unutulmuş sanrılardır; kullanıla kullanıla güdükleşmiş ve güçsüzleşmiş eğretilemeler; tuğralarını yitirmiş sikkeler, ki, şimdi, artık sikke olarak değil, maden olarak, hesaba katılmaktadırlar."
NASIL DÜŞÜNDÜ?
Düşünmesini en temelde bir Platon karşıtlığı etrafında örgütlemiş Nietzsche'nin fragmanter yazılarında sık sık maskeler kullandığını görürüz. Gah Zerdüşt olur, gah Çarmıha Gerilen. Gah Dioniysos olarak açıklar görüşlerini. En çok bilinen ve okunan kitabı Böyle Buyurdu Zerdüşt, felsefi olduğu kadar şiirsel imge ve metaforlarla da dolup taşar. Ardında herhangi bir şey olmadığını düşündüğü hayatı olumlamayı tercih ederek 'ölümsüz hakikatler' yerine bu hayatın ürettiği zengin yanılsamalarla eğleşen Nietzsche'nin 'çekiçle felsefe yaptığı' da sık sık tekrarlanır. Hakikaten, ele aldığı konu, kavram ya da meseleyi "eleştirel bir bilinç" le döve döve kendi istediği kıvama sokabilen nadir düşünürlerden sayabiliriz onu. Onun düşünmesindeki bütün amacının hayatı değersizleştiren görüş, yaklaşım ve unsurlara karşı hayatı şartta savunup onaylayarak çeşitli sebepler yüzünden insanın kaybettiği görkemi ona yeniden kazandırmak olduğu söylenebilir. "Islık çalan kötümser bir peri" addettiği romantizmin kıyılarında dolanan, felsefi bir kötümserlik olan bu romantizmden kaçarken bile onun hayatı didindiren boyutlarını ıskalamayan Nietzsche, kavramlardan çok estetik duygulara, kuru ve rasyonel fikirlerden fazla hayatın irrasyonelliğe, oluşa ve yaratıcılığa açık pencerelerine bakar. Felsefeye "anlam" ve "değer" kavramlarını yeniden hibe etmiş görünen Nietzsche'nin bütün düşünmesinin, hem bir hastalık hem de bir ilaç ya da daha iyi bir deyişle bir pharmakon (zehir/panzehir) olduğu söylenebilir.
NEREDE DÜŞÜNDÜ?
19. yüzyılın sonlarında Almanya'da hayat süren, düşüncelerini kaleme alan Nietzsche'nin 19. yüzyılın meşhur kötümserliğinden alabildiğine etkilendiği kaydedilmelidir. Almanya'nın Bismarck eliyle junkerlerin tepelenip kendi milli birlik ve bağımsız ulus-devletini oluşturduğu bir dönemdir. Hayatının dönüm noktalarından ilki bir sahaftan satın aldığı Schopenhauer'in İstenç ve Tasarım Olarak Dünya adlı eseri okuyuşudur: "Burada her satır vazgeçiş, yadsıma ve kabulleniş çığlığıydı; burada, dünyayı, yani yaşamı ve insan doğasını ürkünç bir muhteşemlikle gördüğüm bir aynaya baktım... Burada hastalık ve şifayı, sürgünü ve sığınağı, cehennemi ve cenneti gördüm." Uzunca bir süre bağlı kalacağı Schopenhauer'ın kötümserliğine hayranlığı sonradan elbette bırakacak ve hatta Schopenhauer'i romantik bir yazar olarak niteleyecekti.
Ama "güç istenci" kavramlaştırmasının kökenlerinden biri de elbette Schopenhauer'dir. Kendi yolundan gitmeyi tercih eden, yaşayan ya da ölü herhangi bir başka kimsenin kendini etkilemesine izin vermeyen Nietzsche'nin hayatı boyunca saygı duyduğu tek kişinin filoloji ve felsefe dersleri verdiği Basel'deki üniversitede görevli ünlü Rönesans kültürünün tarihçisi Jacob Burchardt olması ilginçtir. Burchardt ile Nietzsche'yi birçok bakımdan aynı tinsel seviyeye sahip sayabiliriz herhâlde. Basel'de bağlandığı Wagner'in entelektüel maskesini çözdüğü 1878'de onunla yollarını tamamen ayırdı. 1870'teki Alman-Fransız savaşına er olarak katılan Nietzsche'nin bu savaştan edindiği kimi olumlu/olumsuz izlenimlerin onun güç istenci kavramının oluşumunda etkisi büyüktür. Gittiği bir genelevden frengi kapan, âşık olduğu Lou Salome dolayısıyla acı çeken Nietzsche'nin genel olarak kadınlar hakkında pek hoş düşünmediği de bilinir: "Kadınlara mı gidiyorsun? Öyleyse kırbacını unutma." Hayatının sonlarına birçok hastalıkla cedelleşen Nietzche'nin İtalya'yı, Fransa'nın güneyini ve İsviçre'yi hastalıklarını dindirecek bir iklim arayışıyla gezdiğini ve büyük bir yazma hırsıyla da eserlerini kaleme aldığını biliyoruz. Bu bölgelerin kısmen de olsa da eserlerindeki dile etki eden boyutu olmuştur muhakkak.
NEYİ DEĞİŞTİRDİ?
Çağdaş felsefeyi onsuz düşünmenin imkânsız olduğu gayet açık olan Nietzche'nin geliştirdiği kapsamlı eleştirel çizgi felsefe, sanat, tarih, akılcılık, pozitivizm, Hıristiyanlık, metafizik, ahlâk ve estetik alanlara bakışı ve bu alanlarda kurgulanan modern özne tasavvurlarına ilişkin sorgulamaları kökten değiştirdi. Sözgelimi Nietzcshe'nin son metafizikçi olduğunu savlayan Heidegger, onun "güç istenci" kavramının da bu metafiziğin kurucu ögesi olduğunu vurgular. Nietzche'nin tarihe değin yazdıklarından yararlanan Fransız düşünce sistemleri tarihçisi Michel Foucault, modern bilgi/iktidar kompleksinin oluşumuna ilişkin soykütüğü çalışmalarında sık sık onun düşünce ve iç görülerine yaslanır. Bütün felsefesi Stoacılığın (Lucretius) materyalist damarının çağdaş bir yorumuyla iltisaklı Gilles Deleuze'ün Spinoza'dan hareketle temellerini attığı içkinlik felsefesinin Bergson ve Nietzsche dolayımları aracılığıyla anlamlandırılabileceği açıktır.
Yine çağdaş Fransız felsefesi üzerinde Bataille'den başlayıp Lyotard, Klossowski, Phillippe Lacoue- Labarthe, Jacques Derrida gibi isimlerle süren derin bir Nietzsche etkisinin olduğu ileri sürülebilir. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde gündeme gelen postmodernizm-postyapısalcılık tartışmalarının tamamında başvurulan ilk isimdir Nietzsche. Modern insanların gerek hayata gerek ahlâka gerek felsefeye gerek sanata gerekse de tarihe bakışını baştan sona değiştirmiş bir düşünür sanatçı tipidir belki de Nietzsche. Onun düşüncelerinin tınılarının çağdaş kültürün bütün kılcallarına sirayet ettiği, kimi öngörülerinin yanlışlanıp kimi öngörülerinin doğrulandığı, Kant ve Hegel'le birlikte sistematik ve kavramsal bir kuruluğa saplanıp kalmış felsefenin Nietzsche'nin canlı, eğretilemeler, benzetmeler, ironilerle dolu fragmanter düşünme biçimiyle hayat üzerindeki etkisinin arttığı görülebilir.