Melih Oktay: Faiz insana açılmış bir savaştır

Faiz öncelikle bir ahlak meselesidir.
Faiz öncelikle bir ahlak meselesidir.

Geçtiğimiz günlerde Ketebe Yayınları’ndan çıkan İktisatçıların Tutarsızlığı: Faiz Hilesi adlı çalışmasıyla dikkat çeken Melih Oktay ile faiz ve küresel ekonomik düzen üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Hocam öncelikle geçtiğimiz aylarda çıkan İktisatçıların Tutarsızlığı: Faiz Hilesi kitabınız hayırlı olsun. Büyük bir çoğunluğun “Günümüz dünya düzeninde faizsiz bir ekonomi düşünülemez.” dediği ortamda böyle bir çalışmayı ortaya koyma fikri nasıl çıktı? “Günümüz dünya düzeninde faizsiz bir ekonomi” düşünülebilir bir şey mi?

Teşekkür ederim, dilerim kitabımız tüm insanlık için hayırlara vesile olur. Öncelikle tanımdan başlayalım: Faiz nedir? Faiz, bir malın mislinin daha fazlasıyla mübadele edilmesidir. Başka bir ifadeyle menfaat elde etme, gelir ve servet artırma amaçlı kredi işlemidir. Faizsiz bir ekonomiden kasıt ise kredinin ivazsız olduğu, tamamen hayır, yardımlaşma ve dayanışma amacıyla kullanıldığı bir dünyadır. Böyle bir dünyada da insanlar servetlerini artırabilirler elbette ama bunu ticaret yoluyla yaparlar, borçtan gelir elde etme yoluyla değil. Böyle bir dünyada ticari finansman faizli kredi ile değil, işletmeye ortak olup kâr ve zarara katılmak suretiyle gerçekleşir. Acil ihtiyaçlar içinse toplum kendi arasında organize olarak faizsiz krediyi zor günlerde, sıkıntılı zamanlarda birbirine yardım etmek için kullanır. Bu imkânsız mıdır? Elbette değil, faiz öncelikle bu bir ahlak meselesidir.

Faizin en büyük düşmanı ahlak yani…

Evet, tabii ki ancak ahlak derken kastedilen sahih iman artı salih ameldir. Dolayısıyla iman edip bu imanla uyumlu güzel işler yapanların topluluğunda faiz de olmayacaktır. Bu bakımdan faizsiz bir dünyanın şartı öncelikle böylesi bir topluluğun/kardeş toplulukların zuhuru ve bu topluluğun kendi dünya görüşüyle uyumlu kurduğu düzendir. Zira mevcut ahlaki, hukuki düzenin içinde kalarak faizden kurtulunamaz. Hz. Peygamber’in faizi anne ile zinaya benzetmesindeki hikmet de bu olsa gerektir. Anne ile nikâh düşmez, bu nikâh hiçbir şartta geçerli olmaz. Hâlbuki zina, anne yerine çekirdek aile dışındaki biri ile olsaydı o kişiyle nikâh kıyarak zinadan kurtulunabilirdi. Hâlbuki annede nikâh da kurtarmıyor. İşte mevcut sistemle Müslümanların durumu buna benzer. Faizci kapitalizmle müminlerin nikâhı düşmez. Dolayısıyla Hz. Peygamber’in Medine’deki pazarların hiçbirini uygun görmeyip kendi pazarını kurduğu gibi bugün de mümin toplulukların mutlak fikre, kendi dünya görüşlerine, hukuk ve ahlaklarına uyumlu yeni bir pazara, borsaya, ekonomiye, düzene ihtiyacı var. Böylesine erdemli, işbirliği içinde, kendisi için istediğini kardeşi için de isteyen, yardımlaşan dayanışan kurşundan bir bina gibi sağlam bağlarla birbirine kenetli topluluklar zuhur ettikten ve bu topluluklar arası bağlar güçlendikten sonra faizsiz bir dünyada kurulabilir.

Faiz dinen haram kılındığı için Müslümanların önemli bir kısmı faizden uzak durmaya çalışıyor. Faizin haram olmasını bir kenara koyarsak, faiz iktisadi olarak ne tür bir tehlike arz ediyor?

Faiz krediye bir bedel biçer ve kredi artık piyasada alınıp satılan, diğer mallar gibi üzerinden kâr elde edilen bir mala, bir emtiaya dönüşür. Kredinin yani borcun (karzın) ticari bir mala dönüşmesiyle birlikte etkisi tüm yeryüzüne yayılan zehirli bir ekonomik süreç başlar. Sahaya kredi tüccarları çıkar ve kâr elde etmek için kredi hacmini ençoklaştırılmayı hedeflerler. Böylece dünya borca boğulur. Aşırı borç balonu ise ansızın patlayarak çok derin krizlere, piramidin tepesine doğru bir servet yığılmasına sebep olur. Faiz, bu şekilde tekelleşme sürecini başlatır. Bankerler ne kadar çok sayıda kredi ticareti yaparlarsa o kadar kazanırlar ve bu yüzden de tek bir faizli işlem başlayan süreç aşırı kompleks borç enstrümanları, kumarvari türev işlemlerle devam eder. ‘Finans mühendisleri’ faizli borçları cazip kılmak için türlü türlü yeni yatırım araçları icat ederler. Sermayeler böylece reel üretim yerine faize yönlendirilir. Abdüsselam’ın tüm topluma faydalı projesi yerine John’un aldığı konut kredisi borcuna yatırım yapılır. Faizin geometrik büyümeye elverişli yapısıyla birlikte hızla artan borcun hızına reel üretim yetişemez. Ve bu durumda her faizli işlemle birlikte gerçek emeğin, üretimin toplam hasıladan aldığı pay azalır.

Orta sınıf gün geçtikçe eriyerek alta doğru kayıp piramidin tabanını oluşturur yani…

Evet, bu taban oluşurken bir azınlık da tepeye kurulur. Bu ise ekonominin daralması, insanlığın köleleşmesidir. O kafadaki insanlar bu yüzden sürekli tabandakilerle nasıl başa çıkacağız derdinde olurlar, en radikalleri bir şekilde bu ‘asalak’ ve de iktidarlarına tehdit olarak gördükleri kitleden kurtulmak isterler. Faizle daralan ekonomilerde cinayetler, katliamlar, hırsızlıklar, tecavüzler, intiharlar da artar, aileler dağılır ve toplum çöker. Faiz insana açılmış bir savaştır. Dolayısıyla Sabri Orman’ın önerdiği üzere, faizin mikro değil makro planda analiz edilip değerlendirilmesi gerekir.

Faiz denilince insanların aklına sadece parayı faize yatırıp anapara üzerinden kâr etmek geliyor. Faiz bu kadar basit bir şey mi? Ya da bu konu üzerine yapılan çalışmalar gibi faiz; karışık ve zor anlaşılan bir şey mi?

Faiz bir malın mislinin daha fazlasıyla değiştirilmesi işlemidir. 10 gram altının 11 gram altınla, 1 kilo buğdayın 2 kilo buğdayla değiştirilmesi işlemine faiz denir. Görüldüğü üzere burada artış, gelir aynı cins mallar arası bir iktisadi ilişkiyle sağlanıyor. Yasak olan da bu. Öte yandan menfaat sağlamak, para kazanmak için ‘farklı’ cins malların değiştirildiği alışveriş, kira, kambiyo/sarf serbesttir. Ticaret yoluyla servet gayet güzel artırılabilir. Hâsılı faiz yasağı aynı cins mallar arası mübadeleyle serveti artırma, büyütme yasağıdır. Ensest de buna benzer. ‘Aynı’ çekirdek aile arası cinsel ilişkiyle nüfus artırmak yasaktır. Nüfusu artırmak için ‘farklı’ çekirdek aileler arası cinsel ilişki ise mubah. Benzer şekilde ‘aynı’ cinsiyetler arası ilişkiyle de cinsel bir menfaat sağlamak yasaktır. ‘Farklı’ cinsiyetler arası meşru nikâh ilişkisiyle cinsel menfaat sağlamak ise serbest.

O zaman aynı cins mallar arası mübadele her zaman bir sorun mu teşkil eder diyebilir miyiz?

Tabii ki hayır, mesela 10 gram altın verip geri 10 gram altın alırsan bu caizdir, zira burada bir artış, menfaat, servet büyütme yoktur. Buna karz/karz-ı hasen denir. Kısacası kural şudur: Servette bir büyüme, artış, menfaat aranıyorsa aynı cins değil, farklı cins mallar iktisadi ilişkiye girecekler. Elma-armut, kiraz-para gibi. Faizin tanımında bir başka sorun daha var. O da faizin kredi işleminde anaparanın üstünde talep edilen fazlalıktan ibaret görülmesi. Hâlbuki faiz sadece fazlalık değil, aynı zamanda nevi şahsına münhasır bir doğası olan bir tür sözleşme. Faiz bir malın aynısının/mislinin daha fazlasıyla değiştirildiği, menfaat sağlayan bir tür kredi işlemi. Milyonda bir bile olsa faiz borcun düşükten alınıp yükseğe satıldığı bir süreci başlatmış olur, borç emtialaşır. Faiz yasağı borcun emtialaşmasını ve böylece ekonomiyi felce uğratmasını engeller. 100 liranın 110 lirayla mübadele edildiği faiz sözleşmesi -10 liralık faizin sonsuza kadar bölünebilmesiyle- teorik olarak sonsuza kadar yeniden paketlenip satılabilir. Bu ise kredinin piyasayı, ekonomiyi kuşatması anlamına gelir ki bunun en güzel örneği 2008 konut kriziyle tecrübe edildi. Faizin düşüğü de kötüdür, yükseği de kötüdür.

Faizin bu kadar büyük bir tehlike olduğu bilinirken bu tehlike nasıl oldu da anlaşılmadı veya hâlâ anlaşılamıyor?

Bunun iki önemli sebebi var. Birincisini ifade ettik, faizin sadece anaparanın üstündeki fazlalıktan ibaret görülmesi; bunun bir sözleşme, iktisadi bir işlem olduğunun gözden kaçırılması. Gözden kaçırılan bu sözleşme bir ‘Kredi sözleşmesi’dir. Mesela bugün kredi kartı kullanırken bir mahzur görmeyenler bundan dolayı yanılıyorlar. Diyorlar ki nasıl olsa zamanında ödüyorum, böylece bir fazlalık olarak faiz işlemiyor. Hâlbuki onlar kredi kartını kullanırken aslında bir sözleşme yapmış oluyorlar. Bu sözleşmede ise gecikme halinde faiz işleyeceği yazılı. Bu madde ise imzaladıkları sözleşmeyi ivazsız olan karzdan çıkartıp ivazlı bir kredi sözleşmesi olan faize dönüştürüyor. Faize girmiş oluyorlar. Öte yandan faizi sadece anapara üzerindeki fazlalık olarak görmek “az faiz olursa daha iyi olur” gibi başka bir yanılgıya yol açıyor. Türkiye maalesef bunu denedi ve sonuç ortada. Faizler tekrardan yukarı çıkmak zorunda kaldı. Öte yandan oldukça yıkıcı olan 2008 konut krizi faizlerin görece düşük olduğu ABD’de de ortaya çıktı. Bir işlem, bir sözleşme olan faizi sadece anapara üzerindeki fazlalık olarak görmek, “az faiz-çok faiz” yanılgısına kapı açıyor. İkinci sebep ise faizi incelerken mikro bakış açısına başvurulması. Faiz iki taraf arasında cereyan eden bir işlem olarak görülüyor ve adalet açısından inceleniyor. Klasik argüman; faiz kötüdür çünkü fakirin sömürülmesine yol açar vesaire diyor. Hâlbuki bugün kredi alanların çoğu zengin insanlar, büyük işletmeler. Dünyanın en borçlu ülkesi ise ABD ise insanlığı borç vererek değil borç alarak sömürüyor. Zulümlerini diğer ülkelerden düşük faizli borç alarak finanse ediyorlar.

O hâlde, “faizin iki taraf arasında gerçekleşen ve borç verenin borç alanı sömürdüğü” şeklindeki klasik argüman çöküyor.

Aşırı borç balonu ansızın patlayarak çok derin krizlere, piramidin tepesine doğru bir servet yığılmasına sebep olur.
Aşırı borç balonu ansızın patlayarak çok derin krizlere, piramidin tepesine doğru bir servet yığılmasına sebep olur.

Çöküyor, çünkü faiz iki taraf arasındaki bir işlem değil sadece. Zina gibi aslında. Zina da iki kişinin arasında kalan bir cinsellik değil. İki kişi birbirilerine âşık olup bu işten memnun olsalar bile işin ucu üçüncü kişilere yani topluma da dokunuyor. O yüzden de fıkıhta zina cezası toplumun önünde veriliyor. Zira bu suçun menfi etkisi tarafların ötesinde tüm topluma yayılıyor. İşte faizi de bu şekilde düşünmemiz gerekiyor. Etkisi sadece iki taraf arasında kalmıyor, tüm topluma yayılıyor. Bunun etkisini anlayabilmek için 2008 konut krizini incelemek kâfi. ABD’deki kredi veren banka ile ev almak isteyen kişi arasında kurulan faiz ilişkisi öylesine sarpa sardı ve yayıldı ki bu işin sonunda Çin’in ücra bir köşesindeki bir fabrikada işçi olarak çalışan birinden tutun da, Almanya’daki emekli bir adam bile kötü biçimde etkilendi. Aşırı borç balonunun ani patlamasıyla evsizler-işsizler ordusu oluştu. Bu sadece ABD’de değil, dünyanın dört bir köşesinde oldu. Yıllarca emekle yemeden içmeden biriktirilmiş tasarruflar eridi. Ekonomisi zayıf ülkeler kemer sıkmaya gitmek zorunda kaldı, bu ise yoksullara yardımların kesilmesi anlamına geldi. Bu acı listesi uzayabilir. İşte faiz, krediyi alınıp satılan bir mala dönüştürdüğü anda bu süreç başlıyor ta ki çoğunluk mülksüzleşip küçük bir grup tekel gücünü mutlak olarak elde edinceye kadar devam ediyor.

Peki, Mudarebe ve müşakere gibi ticari ortaklıklar yoluyla finansman sağlama amacıyla kurulan İslami finans kurumlarının bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Maalesef kuruluş felsefelerine uygun bir süreç geçirmediler ve bugün gelinen noktada, özellikle halk nezdinde faizden pek de farklı olduğu düşünülmeyen, aralarından en duayen isimlerin bile ahirette hesabını vermekten kaygı duyduğu murabaha işlemi üzerinden kazanç sağlıyorlar. Asıl soru şu: Bu kurumlar gelirlerini krediden mi kazanıyorlar yoksa reel bir ticaretten mi? Bundan sonraki süreçte ise murahaba, teverruk, sukuk gibi -en iyimser tabirle- faiz kokan işlemler yerine faize kesinlikle benzemeyen melek yatırımcılık, kitle fonlaması, girişim sermayesi gibi kâr ve zararın paylaşıldığı ortaklık modelleri üzerinden kendilerini konumlandırabilirlerse gerçek anlamda İslami finansa geçebilirler.

Kitabınızda faizin doğuşunu, Hristiyanlığa sızma sürecini ve iktisatçıların faizi nasıl kabul ettiğini en ince ayrıntısına kadar delilleriyle aktarıyorsunuz. Bu tarihsel araştırmaları yaparken sizin en çok dikkatinizi çeken şey ne olmuştu?

En çok dikkatimi çeken şey ‘dinsiz’ gibi gösterilen ve pazarlanan konvansiyonel iktisadın özellikle faiz teorisinin tamamen Yahudiliğe dayandığıydı. Zaten Hristiyanlığa da yine bu kaynaktan sızıyor. Bugün gelinen noktada Yahudiliğe dayalı faizci finans sisteminin tüm dünyaya hâkim olmuş olması, Kur’an’da neden diğer kavimlerin değil de Yahudilerin anlatıldığı hikmetini de ortaya koyuyor ki bu da bir Kur’an mucizesi. Kur’an yaşadığımız çağı aydınlatıyor, bu çağın idrakini kolaylaştırıyor. Yahudiyi tanımadan, bilmeden çağımızı kesinlikle kavrayamayacağımızı ortaya koymuş oluyor. Faiz üzerine yapılan araştırmalarda şunu da gördük ki; vadeli mevduata yatırılan paralar esasen bankaya verilen faizli bir borçtur. Böylece Yahudiliğin şiarlarından biri olan faizcilik tüm topluma yediriliyor, azıcık bir sermayesi olan bile vadeli mevduatlar aracılığıyla ribahor Yahudi gibi davranmış oluyor, Yahudileşiyor. Azıcık nüfuslarına rağmen insanlığı Yahudileştirerek nüfus(z)larını artırıyorlar.

Çalışmanızdaki son maddede yani son paragrafta çok çarpıcı bir alıntıya yer veriyorsunuz. Alıntıda Salih Mirzabeyoğlu, “faizi kaldıralım” demekle faizin kalkmayacağını, faizin kalkması için “önce kafada hâl!” olması gerektiğini belirtiyor. Bu “hâl”i sağlamak için neler yapmalıyız?

Evet, kafada halletmek gerek önce. Fikriyle, ahlakıyla, içtimai sistemiyle, bilahare plan ve programıyla sistematik ve bütün bir çözüm şuuru olmalı diyebiliriz. Bu “hâl”i sağlamak içinse ‘fikri yaşamak, yaşamayı fikir bilmek’ lazım.

Faiz denilen bu büyük hileye karşı yapılabilecek belki de en önemli şey gençleri bilinçlendirmek. Gençleri faize karşı bilinçlendirme konusunda sizce neler yapılabilir?

Kitabımız onlar için iyi bir başlangıç. Ancak kitapta bazı incelikler var ki bu bakımdan bize ulaşmalarını ve en azından bir tam günü ayırıp kitabı nasıl okumaları konusunda bizden yardım almalarını öneriyorum. Gruplar oluşturabilir ve iktisatcilarintutarsizligi@gmail.com’dan bize ulaşabilirler. Bu gruptakiler önce kitabı dikkatle okur, sonrasında ise bir mekân ayarlayıp bizi davet edebilirler. Mesela üniversitedekiler kulüpler aracılığıyla bunu yapabilirler. Yine vakıflar, dernekler aracılığıyla da programlar organize edilebilir, internet üzerinden uzaktan eğitim programları ayarlanabilir. İşte kafadaki hâlin teşekkülü bu şekilde sağlanmaya başlanabilir. Bu bakımdan ülkemizin dört bir köşesinden genç kardeşlerimize bu konuda yardım etmeye hazırız. Zalim emperyalizmin en büyük silahlarından faize karşı açtığımız cepheye katkılarını umuyor ve bekliyoruz.