Maslov’un piramidinde kaybolan plaza insanı

Maslov’un piramidinde kaybolan plaza insanı
Maslov’un piramidinde kaybolan plaza insanı

Adam Smith, Ulusların Zenginliği kitabında şöyle diyor: “İş bölümünün ilerlemesiyle birlikte emeğiyle geçinen insanların çoğunun işi, bir dizi çok basit işlemle hatta bir veya iki işlemle sınırlı hâle gelir. Bütün hayatı birkaç basit işlemi gerçekleştirmekle geçen insan, son derece aptal ve cahil birine dönüşür.” Burada kastedilen şey; yaptığı işin tekrara dayalı doğasının, çalışanı pasifize ederek onu endüstriyel bir rutin içine sokması ve karakterinin tüm derinliğini yok etme tehlikesini barındırıyor olmasıdır.

Adına “uzmanlaşma” denilen bu süreç, bireyin emeği üzerindeki kontrolünü kaybetmesine, ifade gücünü yitirmesine ve sonunda duygusuz bir zombi gibi davranmasına neden olur. Plaza ortamı, bu postmodern zombilerin en sık görüldüğü sosyal laboratuvardır. Her sabah kimlik kartını okutarak turnikelerden geçen, metal okuyuculara takılmamak için dikkat kesilen bir çalışanın monotonluğu, bu rutinin özetidir.

“Smart casual” kombiniyle henüz uykusu açılmamış blazer ceketli resepsiyonistlerin ve asık suratlı güvenlik görevlilerinin önünden geçen arkadaşımız, bir kupa kahvenin harikalar yaratacağı güne “to do list” uygulamasıyla muhteşem bir açılış yapar. Boynundaki kimlik kartını sarkıtarak kendisiyle beraber servisten fışkırmış olan sel gibi kalabalığı, kafasında asansöre çoktan yerleştirmiştir. Kimin eli kimin cebine, kimin bacağı kimin çantasına temas edecek hepsi fotografik hafızasında bellidir.

İlk adımda poker face’ini takınarak simit, poşet çay ve plastik çataldan oluşan fiks menü kahvaltısını almaya yönelir. Sağından solundan geçen, günahı kadar sevmediği insanlara sürekli gülümsemeli, kafasındaki kırk tilkinin kırk kuyruğu birbirine kesinlikle değmemelidir. Film kaplama, “one-way vision” camlarla yalıtılmış bu modern hapishaneden dışarı baktığında gördüğü, beton bloklarla dolu bir şehir manzarasıdır. İronik bir şekilde, bu manzara onun çalıştığı ortamın kendisinden farklı değildir. Dayandığı cam parapetin metrelerce altında yağmurun, çamurun arasında, dura kalka ilerleyen trafiği, ufka kadar uzanan gri renkli binaların, sokakların, eğri büğrü evlerle dolu yokuşların curcunasını Mars’tan görülebilen bir belgesel filmi gibi izler. Günün belli bir kısmında içine girdiği sanal kapsülle ayrıştığı cinnet hâlindeki şehrin kuru dudaklarının, içinde açtığı dev parantezin farkındadır ama tanımlayacak yüreğe ulaşamıyordur. Gerçekliğinden fersah fersah uzakta yaşayan, yaşatılan (!) bu insanın durumu aslında sosyolojik bir olgudur. Plazada çalışmak, yarı özerk bir eyalette yaşamak gibidir; bir raconu, kendi içinde yazısız kuralları vardır. Eser miktarda yapmacıklık ve samimiyetsizlik barındırmadan, fok balığı telaffuzu olmadan buralarda tutunmak mümkün değildir, uyum sağlamazsanız sistem sizi tükürür atar ve o yükseklikten düşmek de şüphesiz beton etkisi yaratacaktır.

“Teamwork” motivasyonuyla başlayan haftanın ilk gününden nefret etmeniz ve her pazartesi oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi mızmızlanarak insta’ya story atmanız, “must” değil ama “nice to have”dir. Kendini “orta yaşlı” sınıfına dâhil eden geçkin sekreterlerin diyet krakerlerini kemirirken yaptığı dedikoduların konusu olmak, çeyrek ya da yarım yıllık periyotlarda yapılacak zamlara ilişkin hayati kritiklerin ortasında, yılın elli haftası boyunca iki haftalık tatili planlayarak ve tatile bir hafta kala “buldumcuk” modunda ofiste dolaşmaya başlamak, an meselesidir. Sabahları bilgisayarın helpdesk’teki çocuğu görmeden açılmaması, bir saatlik azad süresince hapishane avlusuna hava almaya salınan mahkûmlar gibi ince ince sıralar hâlinde çıkılan öğle tatillerinde zamanın bir anda uçup gitmesi, ticket'ların hiçbir zaman öğle yemeği masraflarına yetmemesi, birlikte çıkılan insanlardan birinin mutlaka hiç sevilmemesi, fast food patateslerinin ellerde bıraktığı yağ kokusu, akşam servislerindeki zoraki konuşmalar, Peugeot marka servislerin pancar motorunu andıran homurtusu hayatınızın “default” parçalarıdır artık.

Led ışıktan mıdır oksijensizlikten mi, iki e-posta gönderebildiği için dünyayı kurtarıyor havasında gezinen queen ya da king’lerin jargonlarından samimiyetsizlik, çekmecelerinden atıştırmalıklar fışkırır. “Happy hour”larda kimse “happy” değildir nedense, en yakışıklı erkekler ve en güzel kızlar evli ya da nişanlıdır. Bütün müdürler aslında size göre yeteneksiz, bütün projelerde sizin hakkınız yine yenmiştir bir şekilde.

Öte yandan artık kurumsal e-mail adresi kullanıyorsunuzdur ve “falanca hanım, filanca bey merhaba,” diyerek başlayan maillerinize eklediğiniz cc’lerin çokluğu kariyerinize taktığınız apoletler gibidir; ne kadar çok “cc” o kadar “high career!”dir. Klima ayarı ofisin kıdemlilerinin tekelinde ve birincil sorundur ya çok soğuk ya da çok sıcak olmalıdır unutmayın; bu işin ortası yoktur, tarafınızı seçip savaşmaya hazır olmalısınızdır. Uzun vadede siyatik ve topuk dikeni hastası olmamak için getirdiğiniz yedek stilettoların yanı sıra en ilginç ve tasarım kahve kupası sizdedir. Yerdeki tüm dedikoduları soğuran halıya Hansel’in çakıl taşları gibi kahve izlerini bıraka bıraka geçip giderken topuğunuz falan kırılırsa menşei belli olan organik teleme peynirine falan dönersiniz, hafazanallah. Bu arada sanki daha az önce excelde bin satır raporlama yapmamış, sanki yazdığınız kod orijinalmiş ve girdiğiniz toplantıların çoğu verimsiz, raporların çoğu çöp değilmiş gibi öyle janti, öyle ciks, öyle cool olmalısınız ki kimse, akşamki yegâne meselinizin kombiyi 1 derece daha artırıp artırmamak olduğunu anlamamalıdır.

Bütün bunlar tamamsa yani iş hayatında “win&win” bir felsefe benimsiyorsanız mutlaka çalıştığınız şirketle bir “emotional band”iniz olmalıdır. Tüm projelere “focus”lanmak zorundasınız. Projenizin “deadline”ı yaklaşıyorsa hemen “schedule”ınızı paylaşın ve projede tecrübeli arkadaşlarınızla “meeting set”leyip onları da “task'a assign” edin. İşte bu kadar, bu kutsal mikrokozmosun “key player”ı oldunuz. Tebrikler, artık siz de lisanslı bir plaza insanısınız!

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım