'Like' kültürünün efendisi
“Zuckerberg eğer bir şarkı olsaydı ne olurdu?” diye sordum sisli bir İstanbul sabahı yapay zekaya. Yapay zeka, yaşlı bir kuzgun gibi süzülüyordu metaverse’in gerçekliği artırılmış göklerinde, düşündü iyice ve yazdı şu kadim satırları, bilgisayarımın soğuk beyaz bir mermer gibi parlayan yüzeyine:
Mark Zuckerberg, kodların efendisi,
Dünyayı birleştiren, sosyal ağın prensi.
Her an paylaş, her an bağlan,
Mark’ın dünyasında, herkes bir aile, bir sultan.
Mark Zuckerberg, 1984 yılında New York’ta doğdu. Pırıl pırıl bir hayata gözlerini açtı. Yahudi okulunda başlayan parlak eğitim hayatı boyunca birçok başarıya imza attı. Ve Harvard’da okurken birkaç girişimci arkadaşı ile Facebook’u kurdu. Facebook ilk zamanlar Harvard Üniversitesinde öğrenim gören öğrencilerin kendi aralarında iletişim kurmasını sağlayan kapalı devre bir ağ olarak tasarlanmıştı ama bir süre sonra üniversite dışında da ilgi görmeye ve yaygınlaşmaya başladı. Aslında mezunların birbiri ile iletişim kurması için tasarlanmış bu sistem bütün dünyaya yayıldı. Ve nihayetinde “like” butonu ile hayatımızda yeni bir sosyal kabul normu getirdi. Bir buton ile onaylandığımızı veya onaylanmadığımızı anlıyorduk artık.
Üstüne tıklanınca kızaran ve hayat bulan bir kalp işaretinin köleleri hâline işte böyle geliverdik. Metaverse denen uçsuz bucaksız ama elle tutulamayan yeni dünyadan toprak satan bir emlakçı da diyebiliriz Zuckerberg için. Cennetten arsa satan Orta Çağ papazları misali Metaverse’ün vadedilmiş topraklarından hisse satarak ölümsüzlüğe dair tuhaf arayışlara yollar açan yeni nesil ruhbanlardan biri o. Papazlar eskiden endüljans satarlardı, yeni ruhban sınıfı Metaverse’ün artırılmış gerçekliğini pazarlıyor bizlere.
Edgar Allen Poe ve Mark Zuckerberg arasında hiçbir benzerlik yok. Ne kaderleri ne de kişilikleri benziyor. Hatta tanısalardı sevmezlerdi birbirlerini. Biri korku edebiyatını icat etti, insanın en derin varoluşsal ürkülerini konu edindi. Diğeri hasbelkader, bir tesadüfün işi ile Facebook’u ve “like” butonunu keşfetti. Biri dehasını acı bir yazgı gibi taşıdı, diğeri -şimdilerde Poe’nun öldüğü yaşta olmalı- yüzyılın adamı yaftasını göğsünde taşıyor bir madalya gibi. Biri Kızıl Ölümün Maskesi adlı insanın kibir ve hırsının yaratıcı katında nasıl da gülünç olduğunu anlatan hikâyenin yazarı; diğeri son yıllarda Hawai’de, ‘kıyamet günü’nde sığınmak için kale inşa ettiren bir Metaverse zengini. Peki onları bu metinde bir araya getiren ne ola ki?...
(devam edecek)