Köse Hoca
Yaşı büyük, parası az, okumaya gayretli bir insan. Yazın mahsul satıldıktan sonra elde edilen paranın çok cüz’i bir kısmı Köse Hoca’ya veriliyormuş ve bu parayla bir yıl idare ediyormuş. Bu okuma macerasında Köse Hoca’ya en çok anası Safiye Hanım destek olurmuş ve artırabildiği kadarıyla arada gizliden para verirmiş. Hani artırmak deyince, aklınıza bugünün parasıyla üç bin lira, beş bin lira gelmesin. Belki, üç yüz, belki beş yüz lira…
Mustafa Bey, nâmı diğer Köse Hoca, Amasya’nın Büyük Kızılca köyünden Hebitler’in (Habipoğulları) İsmail’in dört erkek, dört kız çocuğundan ikincisi. Eşim Yasemin’in babası, Ömer ve Sencer’in dedeleri, benim kaim pederim.
Köse Hoca ilkokuldan sonra bir müddet okuyamamış. Dağlarda inek güder, Kur’an okurmuş. Birkaç sene sonra “Okuyacağım” diye tutturmuş. Yaşı geçmiş olarak Tokat’a İmam Hatip okumaya gitmiş. Önce okula almamışlar, yaşı büyük diye. Ama akıl da vermişler: “Babanı mahkemeye verir de, yaşını küçültürsen seni okula kabul ederiz.” İsmail Dede bu işe çok bozulmuş. Bizim oralarda mahkemeye düşmek, sebep ne olursa olsun, ar edilecek bir husus olduğundan, “Bu yaştan sonra beni mahkemeye de düşürdün.” diye kızmış ama razı olmuş. Köse Hoca’nın ortaokul hayatı böyle başlamış. Yaşı büyük, parası az, okumaya gayretli bir insan. Yazın mahsul satıldıktan sonra elde edilen paranın çok cüz’i bir kısmı Köse Hoca’ya veriliyormuş ve bu parayla bir yıl idare ediyormuş. Bu okuma macerasında Köse Hoca’ya en çok anası Safiye Hanım destek olurmuş ve artırabildiği kadarıyla arada gizliden para verirmiş. Hani artırmak deyince, aklınıza bugünün parasıyla üç bin lira, beş bin lira gelmesin. Belki, üç yüz, belki beş yüz lira…
Bu okuma macerasında Köse Hoca’ya en çok anası Safiye Hanım destek olurmuş ve artırabildiği kadarıyla arada gizliden para verirmiş.
Tokat’taki imam hatipte bir kadın hoca “Atatürk peygamberden büyüktür” deyince Köse Hoca hocaya şamarı şaklatıvermiş ve bunun üzerine Adana’ya postalanmış. Ortaöğrenim macerasını Tokat, Adana ve Yozgat üçgeninde tamamlamış, daha sonra da Kayseri’de Yüksek İslam Enstitüsü okumuş. Öğretmenliğe Amasya’da başlamış. Zonguldak’la devam eden öğretmenliğini 1998’de Amasya’da nihayete erdirdi.
Köse Hoca, okumaya çok meraklıydı. Hatta aslında yazmaya da meraklı idi ama bir türlü yazmaya fırsat bulamadan vefat etti. Kendisi “Siyer” hocası olduğu için aklında hep güzel, okununca kolay anlaşılan bir siyer kitabı yazmak vardı. Bir ara ona, yazmasına yardım edeceğime dair destek vaadinde de bulunmuştum ama olmadı.
Bir yönü ile okumaya, eğitime ve ilme tutkun bu insanın tutkularından biri de topraktı. Toprakla uğraşmayı çok severdi. Büyük Kızılca’da, Yeşilırmak kıyısında, babasından kalma iki dönüm kadar bahçesi vardı. Baharda kendisi yalnız giderdi. Bahçeyi yaza hazırlar, hava çok soğuk ve meyveler çiçek açmışsa, meyveleri soğuk vurmasın diye bahçede çalı çırpı bir şeyler yakar ve soğuğun etkisini kırmaya çalışırdı. Bazen meyveleri ilaçlamaya giderdi. Hiçbir şey yapmasa bile her hafta en az bir kere muhakkak bahçeye gider, ağaçlarını kontrol eder, köyde de iki üç akrabasını görür, sohbet eder ve anasının, atasının kabrini ziyaret edip dönerdi.
Önceleri bu işi yapmak için köyün minibüsüyle gider gelirdi. Ömrünün son yıllarında “FeKa” diye adlandırdığı eski model Volkswagen marka bir minibüs aldı ve onunla gidip geldi. Araba sürmedeki maharetinin azlığı nedeniyle, o yolda iken diğer bazı sürücülerin, onun ve biz yakınlarının kulaklarının çınlamasına sebebiyet verecek ifadeler kullandıklarını etraftan duyuyor ve tebessüm ediyorduk.
- Köse Hoca yazın okullar tatil oldu muydu köydeki küçük evine taşınırdı. Biz de tatile geldiğimizde köye giderdik. Ben, bahçe işlerinden anlamadığım ve bahçedeki mahlûkat, haşerat ve dikenli bitkilerden huylandığımdan, bahçeye gittiğimizde gömleğimi yakama kadar ilikler, paçalarımı çoraplarımın içine sokar, yüksekçe bir yere çıkar oturur ve kitap okurdum. Benim bu halime de çok gülerdi.
Meyve mevsimi geldiğinde bahçede yapılan işlerden biri meyvelerin kasalanmasıydı. Önce kabzımaldan kasalar alınır, onların tabanı ve kenarları kâğıtlarla kaplanır, meyveler sıra ile dizilirdi.
Bahçede birlikte yaptığımız şeylerden biri de, kayınvalide veya kızlarının demlediği çayı dinlenme esnasında içmek olurdu. Çayımız Amasya işi, teneke semaverde yapılırdı ve keyifle içerdik. Orada içtiğimiz çayın ve yediğimiz atıştırmalık yiyeceklerin tadı hâlâ damağımdadır.
Kayınpederin sohbeti güzeldi. Özellikle konu İslam tarihi ve tarihse saatlerce sohbet ederdik. Anlattığı şeylere ilgi duyan birinin varlığından memnun olurdu. Ben bilmediğim bazı şeyleri sorardım, o da bana tane tane ve çok hoş bir şekilde anlatırdı. Onun için bahçesi ve meyveleri ne kadar değerli ise kitapları da bir o kadar değerliydi. Haa bir de çocukları ve milletin çocukları…
Giyimine, temizliğine, görünüşüne çok dikkat ederdi. “Müslüman güzel, temiz, bakımlı ve akıllı olmalı” derdi.
Beyaz gömlek giymeyi pek severdi. Saç ve bıyığı her zaman ölçüye uygun uzunlukta olurdu.
Uzaktan bakınca çok sert, gölgesinden korkulacakmış gibi duran bu insan aslında pek yumuşak kalpli biriydi. Onun bazı halleri vardı ki, ben pek gülerdim. Aslında o da gülerdi. Mesela, kayınvalide ortada yokken bir konuda (diyelim ki yemek, iş, kişi vs.) bir şey konuşur, kayınvalide huzura gelip de kayınpederin söylediğinin tam tersi bir şey ifade edince, Köse Hoca anında çark eder ve hatta kendisinin de öyle düşündüğünü ifade eder, içinde bulunduğu durumun farkında olarak da bana bakıp muzipçe gülerdi.
29 Ekim 2002’de kalp krizinden irtihal-i dâr-ı beka eyledi. Köse Hoca’yı babası İsmail Bey ile anası Safiye Hanım’ın ayağının dibine defnettik. Mekânın cennet olsun Köse Hoca.