Korkaktan sanatçı olur mu?
Barthes’in: “Faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir” cümlesinin ardına sığınarak soykırıma sessiz kalmaya vicdanlarına ahmakça bir kılıf uyduruyorlar.
Dünyaya yalnız geliriz ve yalnız ölürüz. Fakat tabiat gereği tüm yaşantımız boyunca arayışımız, bu yalnızlığı gidermektir. Birileriyle olunca, sırt sırta verince, ötekini dinleyince iyileşiriz, güçleniriz. Çünkü ben aslında ötekidir. Öteki benim parçam ve akrabamdır. Kandahar’da, Mançurya’da, Darüsselam’da, Gazze’de ağlayan, gülen, parçalanan kim varsa bizdendir, dem Baba’dan beri kardeşimizdir. Onun acısını yok saymak, görmezden gelmek, hakkını savunmamak insan tabiatına aykırıdır. İnsan olmanın birinci cüzü, insan kardeşinin yardımına koşmak, yanında olmaktır.
Şu an Gazze’de tüm dünyanın gözleri önünde bir soykırım gerçekleşiyor. İsrail tüm Filistin halkını kalleşçe haritadan silmek için uğraşıyor. Özellikle kadınları ve çocukları canice öldürüyor. Buradaki amaç Filistinli kadınları ve çocukları ortadan kaldırıp bir topluluğu yeryüzünden silmek, doğurganlığı bitirmek ve bu canilikle hayatta kalanların da direncini kırmak, mücadele güçlerini tüketmektir. Tüm bunlar olurken ve tüm dünya olup biteni izlerken bize tek bir şey kalıyor: Konuşmak, bağırmak, hatırlatmak.
Özellikle eli kalem tutanların, gazetede köşe, üniversitelerde kürsü kapanların, “hocam, üstadım” diyerek bilgilerine hürmet gösterdiklerimizin, sahnelerde topluluklara hitap edenlerin durmadan konuşması, yazması ve anlatması gerekiyor.
Eğer bugün konuşmayacaksak okuduğumuz okulların, kitapların, sözün şehvetiyle anlattığımız Lacan’ın, Mevlana’nın, Freud’un, Gazali’nin, Rilke’nin, Miyazaki’nin, onları bilmenin ne önemi ne anlamı var ki? Vatandaşa üstten bakan o entelektüel abiler, psikanaliz bilen, insan haklarını sakız gibi ağızlarında çeviren derin hocalar bugün konuşmayacaksa başka ne zaman konuşacak ulan?
Eğer birileri bizi takip ediyorsa, yazdıklarımızı okuyorsa, kitaplarımıza sahip çıkıyorsa bizim susmaya, korkmaya, unutmaya hakkımız yok. Yazmanın, kalem sahibi olmanın bir gururu ve raconu vardır. Haksızlığa, ahlaksızlığa, zulme, katliama karşı geri adım atmadan konuşmamız şarttır.
Şair İsmail Kılıçarslan geçtiğimiz günlerde katıldığı bir televizyon programında yönetmen Zeki Demirkubuz’un Gazze konusundaki sessizliğine dair bir şeyler söyledi. Yüksek ihtimalle, eski hukuklarına dayanarak canını sıkan bu sessizlik hakkında konuştu. Ardından Demirkubuz ağır küfürler içeren bir tweet paylaştı ve sonrasında sildi. İsmail Kılıçarslan’ı 18 yaşımdan beri tanırım, delikanlı adamdır. Zeki Bey’in sineması ile de o yaşlarda tanışmıştım, buhranlı her Türk genci gibi filmlerini ezbere bilirim ve çok severim. Şahsi fikrim toplumun değer verdiği, önemsediği ve sevdiği bir yönetmene bu tutum yakışmadı. Kendisini vicdanlı bir insan olarak tanıdık, bildik, sevdik ve kendisinden insani olarak beklentimiz Gazzeli mazlumlar için bir şeyler söylemesiydi. Kendisini takip eden yüz binlerce kişinin zihinlerine, kalplerine bir mesaj taşımasıydı ama olmadı.
Yanlış anlaşılmasın, kimseye: “Hadi şimdi konuşun!” gibi bir derdimiz yok ama mevzu ısrarla buraya çekiliyor. Barthes’in: “Faşizm konuşma yasağı değil söyleme mecburiyetidir” cümlesinin ardına sığınarak soykırıma sessiz kalmaya vicdanlarına ahmakça bir kılıf uyduruyorlar. Faşizm arıyorsanız eğer İsrail’in katlettiği insanlara bakın ulan! Anne karnında yanarak kömürleşen bebeklere bakın. Ve artık anladık ki sizin cümlelerinize de ihtiyacı yokmuş mazlumların, haysiyeti ve vicdanı olan kim varsa şu an zaten ayakta. Siz, oturun oturduğunuz yerde.
Sanatçı korkak olmaz, karnının içinden konuşmaz, imkanlarını korumak için kötülük karşısında yorgan altında saklanmaz. Sanatçı bıçak çekendir, kötünün üstüne gidendir, söylemleriyle ve ürettikleriyle toplumu ateşleyendir. Ama bu konuda birçok sanatçımız sınıfta kaldı, tabiri caizse ölüm uykusuna yattı. Sizi unutursak bize de yazıklar olsun.
İnsanlık tarihi böyle anlarda kırılır ve yazılır, bu kritik zamanlarda yazmak ve konuşmak topluma cesaret verir, silkelenmesini ve yeniden cepheye dönmesini sağlar. Her şey bir kenara bizim dünyada kimlerden taraf olduğumuzu gösterir. İlerleyen yıllarda Gazze’de soykırım olurken ne yaptığımızı ne söylediğimizi sorduklarında anlatacak şerefli bir hikayemiz olmalı tüm insanlığa.
Dünyanın dört bir yanında; dini, dili, ırkı her ne olursa olsun Gazze’yi destekleyen insanları görünce insanlığa dair inancımız tazeleniyor. İsrail’le destek veren katil hükümetlerin aksine insanlığın ortak vicdanı ve akrabalığı zulme beraberce ses yükseltiyor. Dünyanın çeşitli başkentlerinde milyonlarca insan Gazze’nin özgürlüğü için haykırıyor.
Bir özeleştiri: Gazze için eylem yapan dünya vatandaşlarının renkliliği, pratik zekâları, eylem biçimleri ve Filistin meselesini sahiplenişleri beni fazlasıyla şaşırttı. Bir dünyadaki futbol ve basketbol tribünlerinin Gazze’yi sahiplenişine ve anlatışına bakıyorum bir de bizim tribünlerin suskunluğuna. Bu noktada kendimizi fazlasıyla geliştirmemiz gerekiyor sanırım.
Ama her şeye rağmen şimdi ayağa kalk ve bir şeyler söyle! Bir slogan at, katilin gözünün içine bakarak katil de! Katile açıkça destek olanları finanse etme! Oturduğun her masada soykırımı anlat, katledilen çocukları anlat. Anlat ve tadını kaçır umursamazların.
Senden geriye anlamlı bir hikâyenin kalması için anlat, insanlık için anlat, insan kardeşlerin için anlat, evlatların için ve katledilen o evlatlar için lütfen anlat!