Kısa bir ömür çok uzun bir hikaye
Ömründe halter seyretmemiş adamları kendi kendilerine çocuk gibi haltercilik oynar hale getirmişti Naim. Tepeden tırnağa sporda ezildiğimiz yılların üstüne, yapabileceğimizi göstermişti bize. Biz yetiştirmemiştik ama adıyla soyadıyla Türk oğlu Türk’tü işte. Kendi kilosunun üç katı ağırlığı kaldırması hangimize Seyit onbaşıyı hatırlatmadı ki?
-Kimi tutuyoruz abi?
-Batı Almanya var mı?
-Yok…
-İngiltere?
-O da yok...
-Mecburen Amerika'yı o zaman...
Çocukluğumda rahmetli kardeşimle televizyon karşısında mutat bir olimpiyat enstantanesini gördünüz efendim. Biz zaten yokuz, hiç değilse Komünistler kazanmasın hallerimiz... Allah var arada denk geldiğinde "Hun"a da gönlümüzün kaydığı olurdu; rahmetli babamdan dinlediğimiz "onlar aslında Türk" hikâyesine binaen.
Bulgaristan milli takımı haltercisi Naim Süleymanoğlu, 1986 Dünya Şampiyonası için gittiği Avustralya'da kaldığı otelden kaçarak Türkiye'ye iltica etti.
Güreş dışında olimpiyatlarda yoktuk. Futbolda Trabzonspor ve Fenerbahçe'nin istisna kabilinden Inter ve Bordeaux zaferleri dışında "şerefli mağlubiyetler"e, atletizmde Mehmet Yurdadön'ün Balkan Şampiyonluğuna teşneyiz. Terzi vardı bir de Mehmet Terzi... Güreş dışında zaten yokuz olimpiyatlarda ve mütemadiyen "ödünç takımlar" arıyoruz yarışa ortak olmak için. Çünkü çocuk yarışmak ister. Yenilmeye de razıydık yeter ki yarışalım.
Eskiden “ödünç ülkeler” arardık şimdi ödünç sporcularla devam ediyoruz. Evet, Naim, Halil ve birçokları bir eşik atlattı bize. Ama sonraki adımı ne futbolda ne halterde bir türlü atamadık. Mezarlıklar ölümü hatırlamamız içindir, kahramanların ölümü ise yeni kahramanları nasıl çıkarırız sorusuna cevap aramaya vesile.
Çin'de Türklerin yaşadığını üstelik bayağı bildiğin Türkçe konuştuklarını "İpekyolu " belgesinden öğrenmiş ve çok şaşırmıştık. Babam niye anlatmamıştı ki bunu? Yoksa o da mı bilmiyordu? Bulgaristan'da Türklerin yaşadığını ise babamın eve getirdiği Ozan Arif'in kaçak kasetlerinin birinden öğrenmiştim. Kaseti gizlice yatılı okula götürüp arkadaşlara dinlettiğimi hatırladım şimdi, cesurmuşum o zamanlar...
- Bir 'Mestan' tanımıştım soyadı 'Cefakârdı',
- 'Şumnu'`dan mektup yazar, bazen beni arardı,
- Ecdadından yadigâr sadece adı vardı,
- Onu da aldı Bulgar, ne yapsın şimdi Mestan?
- Kahrolsun komünistler, kahrolsun Bulgaristan.
- Ezan ile verilen Ahmet, Mehmet söküldü,
- Hasan, Ömer yok artık, Bulgar adı takıldı,
- Yetim kaldı ezanlar, minareler yıkıldı,
- Camilerin yerine, bostan ektiler bostan.
- Kahrolsun komünistler, kahrolsun Bulgaristan.
- …diye devam ediyordu şiir.
Sonra bir gün ortalık yıkıldı. Bulgaristan milli takımı haltercisi Naim Süleymanoğlu, 1986 Dünya Şampiyonası için gittiği Avustralya'da kaldığı otelden kaçarak Türkiye'ye iltica etti. Adını duymamıştık hiç. Allah var zaten pek halterle ilgili de değildik ama olsaydık da bilmezdik zira şampiyonalara Naum Shalamanov olarak katılıyordu. Ve elbette kaçmamıştı. Rahmetli Özal'ın oluru, yurt dışındaki ülkücülerin gayreti ile kaçırılmıştı Naim Süleymanoğlu. Bu arada yukarıdaki şiirin müellifi de o kaçırılma meselesini organize edenlerden biriydi. Kendi memleketine giremeyen, sürgünde yaşayan Türk milliyetçisi bir şairin bir Türk'ün kaçırılıp ülkeye gelmesine yardımcı olma hikâyesi bile başlı başına bir film senaryosu aslında; hem de sağlam bir festival filmi.
"Bir gün Avustralya'ya konser için davet edildim. Orada da programının bir kısmını Bulgar zulmüne ayırdım. Bir grup Bulgar göçmeni, benimle tanışmak istedi. Tanıştık hatta evinde misafir olduk. Sonra Almanya'ya döndüm. Bir gün telefonum çaldı. Telefondaki, evinde yemek yediğimiz kişiydi. Bana dedi ki, en yakın arkadaşıma bile güvenemediğim ama size güvenerek açacağım bir mesele var, bana yardımcı olabilir misiniz? Allah bize o kudreti vermişse neden olmasın, dedim. Bizim köylü bir dünya şampiyonu var, dedi. Bir iki kere kaçmaya teşebbüs etti ama başaramadı. Bunu kaçırmak istiyoruz. Ne şampiyonu gardaş, dedim. Halter, dedi. Hiç ilgilenmediğim bir spor dalı. Naim ismini de duymamışım hiç. Zaten o zamana kadar hiç kimse bilmiyordu. Ben Frankfurt’tayım, Avustralya’ya 20 bin km. uzaklıkta. Dedim ki, güzel gardaşım, bana nasıl güvendiyseniz, aynı şekilde güvenebileceğiniz bir arkadaş tavsiye edeceğim size. Hiç çekinmeden durumu anlatabilirsiniz. Tamam, dedi.”
Mesele Avustralya'ya yerleşen Samsun eski Ülkü Ocakları başkanı Ali Turnaoğlu'na havale edilir ve Naim kaldığı otelden kaçırılarak sağ salim Melbourne konsolosluğuna teslim edilir. Naim'in kaçırılma sürecinin başlangıcında devlet yoktu ama sonrasında Rahmetli Özal'ın kararlılığı olmasa aşağıda anlatacağım sahneleri görmemiz mümkün olmayacaktı.
Yatılı okulda bir gün yemekhane nöbetçisiyim. Mutfak bölümünün arkasında aşçıyı arıyorum. Baktım eğilmiş bir şey kaldırmaya uğraşır gibi. Sessizce yaklaştım. Yemek artıklarını döktüğümüz iki tenekeyi bir mesafe aralığı ile koymuş ortalarına da su sırığı, haltercilik oynuyor koskoca aşçı. Abi senden halterci olmaz dedim. Niyeymiş dedi, abi dedim senin saçın yok. Nereye üfleyeceksin barı kaldırmadan önce?
Ömründe halter seyretmemiş adamları kendi kendilerine çocuk gibi haltercilik oynar hale getirmişti Naim.
Tepeden tırnağa sporda ezildiğimiz yılların üstüne, yapabileceğimizi göstermişti bize. Biz yetiştirmemiştik ama adıyla soyadıyla Türk oğlu Türk'tü işte. Kendi kilosunun üç katı ağırlığı kaldırması hangimize Seyit onbaşıyı hatırlatmadı ki? Seul'de hangimiz girmedik ki o ağırlığın altına? Bir sporcunun ne kadar büyük olduğunu en iyi rakiplerinin ona duyduğu saygı anlatır. Naim'in rakibi -ki kendisi de Anadolu'dan göçen Rumlardan- Valerios Leonidis'in Naim için kurduğu cümlelere müracaat edelim:
"Aslında Naim Süleymanoğlu ile geçirdiğim her an çok değerliydi. Hepsi çok özeldi. Ancak Atlanta'yı özellikle hiç unutmam. O altın, ben gümüş madalya almıştım. Madalya seremonisi öncesinde kendisine 'En iyi sensin' dedim. Naim ise bana 'Biz en iyiyiz' diye cevap verdi."
Ama bir dakika abiler hikâyenin bu kısmında hamasete ara verip soralım kendimize; Halterin Maradona’sı idi Naim, Muhammed Ali'si Pele'si Michael Jordan'ı… Bu anlamda sayabileceğimiz her ismin en azından birçoğunun birden fazla filmi, belgeseli var. Naim'in hikâyesinin vasat bir belgeseli bile yok. Hadi diyelim bu kar etmeyecek bir iş; TRT senelerdir niye düşünmez bunu? Neden hep bu cümleleri kahramanlarımızı kaybedince kurabiliyoruz?
Ve neden hala gerçekten sporun önemli olduğunu, çocuklarımızın gelişiminde tıpkı hamasi tarih kadar ciddi bir yer tuttuğunu anlayamadık? Eskiden "ödünç ülkeler" arardık şimdi ödünç sporcularla devam ediyoruz. Evet, Naim, Halil ve birçokları bir eşik atlattı bize. Ama sonraki adımı ne futbolda ne halterde bir türlü atamadık. Mezarlıklar ölümü hatırlamamız içindir, kahramanların ölümü ise yeni kahramanları nasıl çıkarırız sorusuna cevap aramaya vesile.
Kırcaali'den başlayan bir yolculuğu İstanbul'da tamamlayan Naim Süleymanoğlu, Batı Trakya Türkü, Dünya ve Olimpiyat şampiyonu halterci, kahraman… Naim Süleymanoğlu'nun hayatı her aşaması ile bize çok şey öğretti, yaşattı. Allah rahmetiyle karşılasın, benzer kahramanlar "bizim illerde" artsın eksilmesin, taşsın, dökülmesin vesselam.