Kırkıncı kış
Kendisini hep ‘gitmeye değer bir yer yok oğlum’ diyerek avutmuştu, ama bir süre sonra farketti ki kalmaya değer bir yerde yoktu bu dünyada.
‘Keşke şimdi bir yerlere gitmem gerekseydi’ diyerek çayından bir yudum daha çekti adam. Yeni sardığı sigarasından nefeslenip ejderha gibi bir duman koyverdi göğe doğru. Evet; gitmek istiyordu ama şimdiye kadar gidenlerin hangi yöne gittiğini bile bilmiyordu. Tamam; gitmek diye bir şey vardı, gidenler de vardı ama o hep kalandı.
Yola çıkmayı bile becerememişti şimdiye kadar, hatta bunu aklına bile getirmemişti. Kendisini hep ‘gitmeye değer bir yer yok oğlum’ diyerek avutmuştu, ama bir süre sonra farketti ki kalmaya değer bir yerde yoktu bu dünyada. ‘Ne işim var lan benim burada’ diyerek geçiriyordu artık ömrünü. Nihayet anlamıştı ki dünya aslında insanların yaşama ısrarından başka bir şey değildir. Hayattan ne beklediğini sorsalar bunun yaşamak değil, beklentiyi karşılamak için girişilmiş umutsuz bir kavga olduğunu söylerdi kesinlikle ama ona bunu kimse sormamıştı ömrü boyunca.
Hayattan ne beklediğini sorsalar bunun yaşamak değil, beklentiyi karşılamak için girişilmiş umutsuz bir kavga olduğunu söylerdi kesinlikle ama ona bunu kimse sormamıştı ömrü boyunca.
Bu yaşa kadar yaptığı önemli şeylerin çoğunu yanlışlıkla yapmıştı. ne yaparsa yapsın o yaptığı şeyin hakkını vermeye zorlasa da kendini acemi yanı hep ağır basıyordu ve çevre şartlarının dayattığı çıtaya yaklaşamıyordu bile çok zaman. Sonuçlara dair tahminleri bazen öylesine uzak oluyordu ki olanlardan, aklından bile şüphe eder olmuştu bir dönem. aslında o da diğer insanlar gibi aşık oluyor, özlüyor, kederleniyor, seviniyor hatta bazen mutlu olduğu zannına bile kapılıyordu. Az da olsa arkadaşı, bir iki samimi dostu vardı, sevip ayrıldığı kızlar olmuştu, senede bir iki kez eski sınıf arkadaşlarının ısrarlarına dayanamayıp yemekli buluşmalarına gitmişliği ve hatta şehir dışındaki akrabalarını ziyaret etmişliği vardı, uğruna şiir yazdığı okuduğu değerli insanlar tanımıştı şimdiye kadar. Sıradan işlerde çalışmış, orta karar bir ailenin efradı olarak mütevazi mahallesinde geçirmişti yıllarını. Buna karşın hayatı boyunca hiç tanıdığı bir ağaç olmamıştı, çiçeklerin mesela, bir iki tanesinin adını öğrenmiş ama gerisine kafa yormamıştı.
Yüzlerce kuş çeşidi olduğunu duyduğunda şaşırmış ve parmak hesabıyla adını bildiği bir iki kuşu sayıp tıkanmıştı. para hırsından uzak kaldıkça paradan da uzak kalmış, sevmediği bu nesnenin yokluğu yüzünden sıkıntı çekmeyi de hayatının paradoksu olarak kabullenmişti.
- Şimdi tüm geçmişini ardında bıraksa da kendisini bırakmayan bu sıkıntılarıyla, gidilmeyen ve gelinmeyen bir tepenin eteklerinde, bakımsız bir bahçenin tam ortasındaki mütevazi evinde kırkıncı kışını tek başına karşılamaya hazırlanıyordu.
Adını ve geldiği yönü hiç ezberleyemediği bir rüzgar oturduğu bahçeyi iyiden iyiye doldurmaya başlamıştı, için için öfkelense de çocukken okuduğu bir din kitabındaki uyarıyı hatırlayıp o rüzgara sövmekten alıkoydu kendini. Bunun da sevap hanesine yazılacağı umuduyla son sigarasını toprağa gömüp ayaklandı.
Sönmeye yüz tutmuş semaveri duvarın dibine çekip bardağını aldı eline, omuzlarına attığı ceketi düzeltecek şekilde hafifçe silkelendi ve beyaz badanalı tek kişilik evinin aralık kapısına yönelirken kararmaya yüz tutmuş ufka dikti bakışlarını, sonra da mırıldandı;
‘Şimdi bizim gidişimizi gitmekten bile saymazlar"