Kâğıt üzerinde ayrıldığımız Balkanlarla kitaplar üzerinde yeniden birleşmeliyiz
Kalıcı olan kâğıttır, kitaptır, eserdir. Edebiyat ve fikriyat, birbirimizi dinlemek ve anlamak adına, tutunacak güvenli bir dal ve basılacak sağlam bir zemindir. Balkanlarla madem kâğıt (harita) üzerinde ayrı düştük, yeniden kâğıt (kitap) üzerinde birleşebiliriz.
Ayhan Demir'le yakın zamanda Ketebe Yayınları'ndan çıkan kitabı Balkan Defteri'ni konuştuk. Balkanlarla aramızdaki tarihi ve kültürel bağın Balkan edebiyatındaki seyrini ele aldığımız söyleşide Demir, esir vatan Balkanlarla yeniden bir birlikteliğin ancak edebi köprülerle kurulabileceğini belirtti.
İsterseniz, şuradan başlayalım: Sizin için Balkanlar ne anlama geliyor?
1911 yılında ölen biri, Selânik, Manastır, Üsküp, İşkodra, Yanya gibi nice Balkan şehrini bizim bilerek hayata gözlerini yumdu. Ancak kısa bir süre sonra birkaç ay içerisinde, kimse ne olduğunu anlamadan İstanbul'dan önce fethedilen bu şehirleri kaybettik.
Dedeağaç, Sofulu, İskeçe, Kırcaali ve Gümülcine gibi Edirne Vilâyeti'nin birçok kıymetli beldesi elimizden çıktı. Balkanlar'ın kaybından sonra hazırlanan Osmanlı haritalarında, Selânik, Manastır, Üsküp, Kalkandelen, Gostivar gibi şehirlerin içinde olduğu o büyük coğrafya "Esir Vatan" olarak adlandırılıyor. Rumeli, kara bir zeminin içinde resmediliyor. Yani bir yas ve matem durumu var. Ancak vatanın esaretten kurtulacağına inananların sayısı hayli fazladır. Düşman elinde kalan illerimizi esaretten kurtarmak. Elbette dokunaklı. Yahya Kemal'in mütareke acısını dile getirdiği "1918" adlı şiirinde şu dizeler yer alıyor: "Ölenler en sonu kurtuldular bu dağdağadan / Ve göz kapaklarının arkasında eski vatan/ Bizim diyar olarak kaldı ta kıyamete dek." Buna birde şu sözü ilave edebiliriz: "Eski, hiç eskimeyendir." Kısacası, eski veya esir hiç fark etmez, Balkanlar bizim için vatandır, azizdir. Hatıralarımızdaki tazeliği ve bir gün mutlaka geri dönme umudu her zaman korunacaktır.
Peki, Balkan Defteri neden yazıldı, nasıl hayat buldu? Kitapta yer alan isimler nasıl belirlendi?
Batılılar, bizi (Osmanlı'yı) yok edemediler, sadece böldüler. Balkanları bizden alarak, aynı ailenin mensubu olan akrabaları birbirilerinden ayırdılar. Yaklaşık yüzyıllık ayrılığın ardından, 1990'larda, milli azmimiz ve hafızamız yeniden uyanışa geçti. Ancak yakınlaşmak ve kavuşmak sadece duble yollar, taş binalar ve diğer maddi yardımlar üzerinden olacak bir iş değildir. Para bir gün biter, insan bir gün ölür. Söz uçar ama yazı kalır. Kalıcı olan kâğıttır, kitaptır, eserdir. Edebiyat ve fikriyat, birbirimizi dinlemek ve anlamak adına, tutunacak güvenli bir dal ve basılacak sağlam bir zemindir.
Balkanlarla madem kâğıt (harita) üzerinde ayrı düştük, yeniden kâğıt (kitap) üzerinde birleşebiliriz. Bir başka ifadeyle; Türkiye ile Balkan ülkeleri ve halkları arasındaki ilişkiler, müteahhitler üzerinden değil, kültür sanat, edebiyat ve fikriyat üzerinden yürütülebilir, yürütülmelidir. Aramızdaki kaynaşmayı temin edebilecek olan siyasetçiler değil, münevverlerdir.
İnsanları bir araya getirip millet yapan "benzer" duygulardır. Coğrafyayı vatan yapan, ortak hatıralar ve hafızadır. Anadolu ile Balkan halkaları arasında ortak hassasiyetler, inançlar, yaşanmışlıklar, acılar ve sevinçler vardır.
Gönülleri yaklaştıracak olan sanatçılar ve edebiyatçılardır. Balkan Defteri, bu yaklaşım doğrultusunda; üzerinde iyice düşünülmüş, ince eleyip sık dokunarak tasarlanmış uzun bir yolculuğun neticesidir. İlk nüveleri, çağdaş Bosna Hersek edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan, rahmetli Necad İbrişimoviç ile 2009 yılında gerçekleştirdiğimiz söyleşi sonrasında atıldı. Okuyup beğendiğimiz eserlerin, etkilendiğimiz isimlerin üzerimizde hakkı ve hukuku vardır. Onlar artık birer hak sahibidir. Zaman zaman katılmadığımız cümleler kursalar bile bu böyledir. Ayrıca sadece dostlarımızı ve sevdiklerimizi değil, rakiplerimizi de yakından tanımalıyız. Cevad Karahasan'dan Dritero Agolli'ye, İvo Andriç'ten Nusret Dişo Ülkü'ye, Mak Dizdar'dan Kim Mehmeti'ye, İsmail Kadare'den Necad İbrişimoviç'e, İlhami Emin'den Meşa Selimoviç ve Radovan Karaciç'e varıncaya kadar. Tüm isimler, bu doğrultuda, büyük bir özenle seçildi.
Türkiye ile diğer Balkan ülkeleri arasında ortak bir kültür ve tarih var. Bu durum Balkan edebiyatçılarının eserlerine ne şekilde yansıyor? Coğrafyanın edebi ve düşünsel atmosferine, bu ortak geçmişi kabullenen bir tutum mu, yoksa reddeden bir tavır mı hâkim?
İnsanları bir araya getirip millet yapan "benzer" duygulardır. Coğrafyayı vatan yapan, ortak hatıralar ve hafızadır. Anadolu ile Balkan halkaları arasında ortak hassasiyetler, inançlar, yaşanmışlıklar, acılar ve sevinçler vardır. Tuna'yı Fırat'tan, Drina'yı Dicle'den ayrı düşünemeyiz. Ortak hafızada, kayıtlıdır bunlar. Malûmunuz: Çocukluğumuzun geçtiği yerleri bir türlü unutamayız. Her fırsatta geriye dönüp bakar, gidip gezeriz. Orada temiz ve aziz hatıralar bizi bekler. Dokunaklı güzellik, buruk tebessüm, yaşanmışlık… Elbette, insanlar gibi devletlerin de hem iyilikleri, hem kötülükleri bulunur. Kusursuz insan olmadığı gibi devlet de yoktur. Ancak iyilik tarafının kötülüğe galip olması kâfidir. İyi şeyleri görmeli, çoğaltmalı ve ortak hassasiyetleri geliştirmeliyiz. Ortak hassasiyet, elbette vatandır, Balkanlardır. Genel hatlarıyla İvo Andriç, Necad İbrişimoviç, Meşa Selomoviç, Kim Mehmeti gibi isimler bunu başarabilmişken, İsmail Kadare gibi isimler tam ters istikamette yol almayı tercih etmiştir.
Balkan coğrafyası bugün edebi ve düşünsel olarak daha çok nereden besleniyor? Doğu edebiyatı ve düşüncesi mi daha etkili, yoksa Batı edebiyatı ve düşüncesi mi?
Balkan coğrafyasında yaşanan siyasal gelişme kültür sanatı, fikriyat ve edebiyatı da yakından etkilemiş, şekillendirmiştir. Kimi zaman komünizmin etkisiyle Rus edebiyatı, kimi zaman kapitalizmin etkisiyle Avrupa ve Amerika edebiyatı etkin konuma geçmiştir. Ancak Osmanlı'nın Balkanlardan çekilmeye mecbur edilmesinden sonra Türkçe ve Türkiye'nin etkisi önemli ölçüde azalmış, oryantalist öğelerin etkisi artmıştır.
Balkanlar bizim için vatandır, azizdir. Hatıralarımızdaki tazeliği ve bir gün mutlaka geri dönme umudu her zaman korunacaktır.
Bosnalı Boşnak yazar Semezdin Mehmedinoviç, Cins'e verdiği röportajda şunu söylemişti: "Trajik şartlarda hikâye anlatma ihtiyacı ‘normal' zamandakinden bile fazladır. Özellikle savaş zamanlarında hikâyenizi anlatma ihtiyacı, hayatta kalmak için muhtaç olduğunuz ekmekten bile daha önemli bir ihtiyaçtır." Buradan hareketle, Bosna Savaşı'nın Balkan edebiyatındaki izleri nasıldı? Bu travmanın Boşnak yazarların eserlerine yansıması nasıl oldu?
Meseleyi Bosna Savaşı ve Boşnak özeline indirgemek ne derece doğru olur, bilemiyorum. İvo Andriç ve Meşa Selimoviç'ten, Necad İbrişimoviç ve Cevad Karahasan'a, hatta İsmail Kadare'ye varıncaya kadar, bu böyledir. Kimi zaman Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, kimi zaman da Bosna Savaşı ve iç savaşlar, Balkan edebiyatçılarının beslenme kaynakları olagelmiştir.
Balkan Defteri'nin bazı bölümleri, bize, hâlâ tazeliğini muhafaza eden yaralarımızı hatırlatıyor. Radovan Karaciç bunlardan bir tanesi. Türk kamuoyu onu bir katil olarak tanıyor. Onun şairlik yönünü de sizden öğrendik. Karaciç nasıl bir yazar ve şairdi? Nasıl oldu da buradan bir katil çıktı?
Hafızamız, yaşanan olumlu gelişmelerden ibaret değildir. Her türlü olumlu ve olumsuz gelişme buraya kaydedilir. Bu sebeple sadece beğendiğimiz isimleri ve eserleri değil, Radovan Karaciç gibi düşmanlarımızı da yakından tanımak, bilmek zorundayız. Karaciç, tescilli bir katil, kötü bir psikiyatr ve ondan daha kötü bir şairdir. İşlediği cinayetler yerine mesleğine ve sanatına odaklansaydı, bunlar için çabalasaydı, vasat bir psikiyatr ve şair olarak anılabilirdi. Ancak usta bir katil olmayı tercih etti. Modern Sırp siyasi liderleri, basit siyasi çıkarları uğrunda, sanat ve edebiyatı, özellikle şiiri serbestçe kullandılar.
- Militanca konuşmalarını ve devamındaki kanlı eylemlerini Sırp ve Karadağ halk şiirleriyle; Vuk Stefanoviç Karaciç ve Nyegos'tan alıntılarla beslediler. Mısraları neşter değil, kasatura gibi kullandılar. Yakın geçmişte Sırpların tarafı olduğu tüm savaşlar, eski savaşların devamı veya tekrarı niteliğindedir.
Eski Yugoslavya'nın dağılma sürecinde yaşananlar, bunun bir örneğidir. Şiirsel askeri tesisler kurulup, şairler ve askerler yakın temasa geçince, savaşların ve etnik temizlik politikalarının önü açılmış oldu. Slobodan Miloşeviç, Radko Mladiç ve Radovan Karaciç Sırp Çetnik üçlüsünün insanlığa sunduğu fotoğrafın özeti budur. Karaciç'in şiirleri peşinen komik ve değersiz bulunarak reddedilmemelidir. Aksine etnik temizliğin nasıl işlendiğini anlamaya dair önemli bir anahtar olarak görülmeli ve okunmalıdır. Her ne kadar Karaciç kendisini yere göğe sığdıramasa da onun şiirleri "ürkütücü ve mantıksız bir şiddetin pişik manzarası" ve "paramiliter bir sürrealizm" olarak tanımlanabilir. Her ne kadar birçok şirini ve bu şiirlerde bahsi geçen savaş terminolojisini "öngörü" olarak nitelendirse de, o eğitimli ve planlı bir katildir.
Balkan Defteri'nde yer alan isimlerden biri olan İlhami Emin'i yakın zamanda kaybettik. Emin, görevi ve kökeni vesilesiyle, Türkiye ile daha fazla irtibatta olmuş bir isimdi. Onun Türkiye ve Türkçe ile kurduğu bağa dair neler söylemek istersiniz?
İlhami Emin Türkçe ve Türkiye aşkıyla yanan Üsküplü bir Yörük idi. Tito'nun Türkçe tercümanlığı yanı sıra Türkçe Makedonca kaleme aldığı şiirleriyle de kendisinden bahsettirmeyi başarmıştı. Pozisyonu itibariyle Türkiye ve dünya edebiyatını yakından takip etme imkânına sahipti. İlhami Emin, süjestif (yönlendirici) lirizme, geniş fikirli ve mukavemetli poetik felsefeye sahip bir yazar ve şairdir. Şiirlerinin konuları, genellikle, kendi iç dünyasında yoğurduktan sonra işlemiştir. Kişisel duygularıyla yola çıkıp, topluma ve insan sevgisine yönelmiştir. Şiirin lirik ya da epik olmasından ziyade, şiir olmasının önemli olduğunu vurgular. Şiirleri yer yer tekke edebiyatından, yer yer de halk türkülerinden beslenmiştir.
Ancak folklorik şiirlerinin daha başarılı olduğu söylenebilir. Şiirlerinde klasik ve kalıplamış şekillere yer vermemiş, serbest vezin ve şekilleri tercih etmiştir. Onun şiirleri ve şiir kitapları; Gülkılıç, Gülçiçek, Gülçiçekhane, Gülev, Güldin, Gülkaya gibi, gül ile bezenmiştir. Eserlerinde Melami, Mevlevi, Alevi, Bektaşi ve Yörük kültürünün ayak sesleri duyulur.
Cins okurları sizi Balkan yazılarınızdan biliyor. Bu yazılar ve Balkan Defteri kitabı, ancak bir saha çalışması sonucu ortaya çıkabilecek metinlerden oluşuyor. Balkanları yakından tanımanız ve böyle bir saha çalışmasına imkân bulmanız nasıl gerçekleşti?
İlk yazılarımız, iki binli yılların başında, üniversite yıllarının hemen ardından Milli Gazete'nin Düşünce Sayfası'nda yayımlandı. Bize kalem tutmayı öğreten, o dönemde editörlüğümüzü de yürüten, İbrahim Tenekeci ağabeyimiz idi. Onun tedrisatından geçmek nasip oldu. İbrahim Tenekeci, görüştüğü her genç ile bir ağabey gibi yakından ilgilenir. İlgi alanlarına ve niyetlerine uygun tavsiyelerde bulunur. Her kuşağın kendine örnek aldığı kahramanları vardır. Bizim kuşağın Necmettin Erbakan, Aliya İzetbegoviç, Şeyh Ahmet Yasin, Cevher Dudayev, Abbas Medeni gibi isimleri vardı. Doksanlı yıllarda, milli azmimiz ve hafızamız da uyanışa geçmişti. Bosna Savaşı'nın da etkisiyle, Balkanlar'a ve rahmetli Aliya İzetbegoviç'e karşı özel bir ilgimiz vardı.
"Kayıp Zaman İşareti" isimli şiirindeki iki mısra, durumumuzu özetler: "Yakındı Üsküp ona, çok uzaktı Bomonti / Bir sürü örnek, bunun gibi."
İbrahim ağabey, bunu görmüş ve bizi bu doğrultuda yönlendirmişti. O gün bugündür: Bir talebe gibi çalışıyoruz. Balkanlara dair kütüphanenin yanı sıra bölgeden dostluklar inşa ediyoruz. Resmi seyahatler yerine kendi aldığımız biletler ile Balkan şehirlerini, en izbe sokaklarına kadar dolaştık, dolaşıyoruz. Elimizden geldiğince, yerel diller üzerinden okuyor ve konuşuyoruz. Farkındayım: Uzun ve meşakkatli bir yolculuktayım. Ancak hiç şikâyetçi değilim. Yol yorgunuyum ama bezgin değilim. Yürünen yol, insanı kendine getirir. Behçet Necatigil'in ifadesiyle: "Yorgunluklarıma çok şey borçluyum."