Kendi yazdığımızı oynuyoruz aslında

Yüreğine yayılan mutluluğun etkisiyle derin bir uykuya dalarken bir savruk bir cümle dilinden dökülüverdi: Kendi yazdığımızı oynuyoruz aslında.
Yüreğine yayılan mutluluğun etkisiyle derin bir uykuya dalarken bir savruk bir cümle dilinden dökülüverdi: Kendi yazdığımızı oynuyoruz aslında.

Hâlbuki o, kendisini bir "hiç" olarak gördüğü geçmişinden intikam almak için dönmüştü buraya. Her şeyden mahrum günleriyle, yitik mazisiyle hesaplaşmak için gelmişti onca yolu. Şimdi daha ilk dakikadan itibaren hissettikleri de neyin nesiydi böyle?

İnce ve uzun, her yanından ağaç dalları sarkan yolları geçip köyün girişindeki köprüde indi.
İnce ve uzun, her yanından ağaç dalları sarkan yolları geçip köyün girişindeki köprüde indi.

İnce ve uzun, her yanından ağaç dalları sarkan yolları geçip köyün girişindeki köprüde indi. Beş yaşındaki gümüş grisi fiyakalı arabasının kapısını örterken çamura bulanmış çamurluklara baktı. Canı sıkılır gibi oldu. Bunu kendine itiraf etmekten çekinerek köprü demirlerine yanaştı. Yalnız ama gururlu adam havasıyla salındı aşağı yukarı. Ortalarda kimsenin olmayışına da canı sıkıldı. Bahar yağmurları ile coşan dereye okkalı bir tükürük yolladı. O hiç de böyle hayal etmemişti köye ilk girişini. "Çerçici Ahmet'in Hüseyin lüküs arbasıyla gemiş, gördünüz mü?" diye söylenen adamların, "Gız çulsuz Hatce'nin oğlan yazar mı ne olmuş. Hemi de köşeyi dönmüş eyice!" diyerek birbirine yanaşan kadınların, hayranlık ifadeleri ile karşılanacağından emindi. Ama gel gör ki hiç de öyle şeyler olmadı. Pahalı sigarasından bir tane yakıp üfledi boşluğa. Köprüye cephe duran yemyeşil ağaçlarla kaplı dağlara baktı. Çocukluğunu geçirdiği çayırlara, balık tuttuğu nehre göz gezdirdi. İçinde geçmişe yönelik tek bir özlem hissetmedi. Arabasına sürtünerek geçen ineğe tiksinerek baktı. Sonra da köyün girişine göre sağ üst kısımda bulunan evlerine geçti.

Geçmişin bugünden daha güzel olduğunu, mahrumiyet günlerinde şimdikinden çok daha mutlu olduğunu anladı. Peki, nasıl olmuştu da böylesine tuhaf bir çelişkinin içine düşmüştü? Düşündü, düşündü. Lakin bulamadı.

Köyden gittiğinde on üç yaşındaydı. Anası ve babasının ardından el salladığı günün üzerinden yirmi yıl geçtikten sonra geri dönmüştü. Dönmüştü dönmesine ama ardından el sallayanlardan da zihninde büyüttüğü "köy meydanı"ndan da eser kalmamıştı. Anne ve babası beş sene evvelinde büyük ablasının evinde ardı ardına can vermiş, o da İstanbul'daki büyük apartman dairesinden yolculamıştı onları.

Gıcırtıyla açılan evin dış kapısı aralandığında içeriden gelen keskin rutubet kokusu, şimdilerin ünlü yazarını sadece köylü bir çocuk olduğu günlere götürdü. Kapının girişinin solunda bulunan tozlu pencereden köyün meydanına doğru bakan gözlerinde, artık şehirden gelen babasını heyecanla bekleyen bakışlar yoktu. Buna rağmen elinin tersiyle sildiği camlardan dışarısını görünce yüreğindeki kıpırtıya engel olamadı. Çocukluğu boyunca en çok mutlu olduğu şeyi yapıp pencerenin altında uzanan sedire oturdu. Yıllardır insan yüzü görmemiş boyası atmış duvarlara, kararmış kapılara, iyice eskimiş halılara ve fark edilemeyecek kadar köşede kalmış eski fotoğraflara baktı.

Dört kardeşiyle beraber içinde büyüdüğü yoklukla, zorluklarla şimdi ünlü ve zengin bir yazar olarak hesaplaşacaktı.
Dört kardeşiyle beraber içinde büyüdüğü yoklukla, zorluklarla şimdi ünlü ve zengin bir yazar olarak hesaplaşacaktı.

Baktıkça gevşedi. Gevşedikçe fark etti ki yirmi yıldır hiç olmadığı kadar rahat hissediyordu kendisini. Yıllardır sıkı sıkıya tuttuğu ve "Aman kırılmasın." diyerek titizlendiği bir cam fanusu elinden bırakmışçasına kaslarının, zihninin ve benliğinin özgürleştiğini fark etti. Hâlbuki o, kendisini bir "hiç" olarak gördüğü geçmişinden intikam almak için dönmüştü buraya. Her şeyden mahrum günleriyle, yitik mazisiyle hesaplaşmak için gelmişti onca yolu. Şimdi daha ilk dakikadan itibaren hissettikleri de neyin nesiydi böyle? O, yıllardır içinde büyüttüğü "geçmişle kavga"sına acımasızca hazırlanmıştı. Dört kardeşiyle beraber içinde büyüdüğü yoklukla, zorluklarla şimdi ünlü ve zengin bir yazar olarak hesaplaşacaktı. Cahil cühela tayfasından olan anne ve babasının ruhaniyetiyle de kendisini bir hiçten öteye taşımayan köylü geçmişiyle de kıyasıya yüzleşecekti. İkindiye kadar oturduğu sedirden kalkma fikri, küçük köy camisinden yükselen ezan sesiyle birlikte belirdi zihninde. Adeta bir uykudan uyanırmışçasına terden sırılsıklam olmuş vaziyette doğruldu yerinden. Sonra da karşısında duran iki küçük odanın ahşap kapılarını sırayla açıp içerilere baktı.

  • Evin giriş istikametine göre sağda kalan ve dört kardeşiyle birlikte koyun koyuna yer yataklarında yattığı oda toza bulanmış hâlde duruyordu karşısında. Yerdeki yeşil renkli dokuma kilimler, sağ köşedeki demir karyola, sol taraftaki camekânlı vitrin... Her şey geçmişte olduğu gibi... Her şey yerli yerinde. Sadece o eşyaların sahiplerinden eser yok.

Duvarlarda yankılanan çocuk sesleri yeniden çınladı kulaklarında. İki ablası ve iki abisinin ortasında yatan altı yaşlarındaki görüntüsüne takıldı gözleri. Takıldı ve bir türlü başka yere dönmedi. Bugünlere hazırladığı kızgın yüreğinde bambaşka duygular filizlendi. Çünkü tarihin tozlu raflarından baktığı pencerede gördüğü mutlu, sürekli gülümseyen ve her daim korunup kollanan bir çocuktan başkası değildi. Kendi odasından çıkıp da anne ve babasına bir ömür yarenlik eden yan odaya girdiğinde de bu kez onu el üstünde tutan ebeveynlerinin hayaliyle sarsıldı. Her fırsatta ağzına bir şeyler tıkıştıran anasının, yağmur yağarken üzerindeki montu çıkarıp kendisine giydiren babasının silueti acayip bir gerçeklik kisvesiyle karşısında duruyordu.

Kafasında onlarca soru işareti olduğu hâlde yazmaya başladı.
Kafasında onlarca soru işareti olduğu hâlde yazmaya başladı.

Bir iki saat süren bu maziye yolculuk neticesinde iyiden iyiye yorulan yüreğini daha fazla taşıyamayıp yine pencere köşesine çöküverdi. Gözlerinden gayriihtiyari süzülen yaşları koluyla sile sile sırt çantasındaki bilgisayarı çıkarıp açtı. Dizlerinin üzerine yerleştirip yazı dosyasını açtı. Kafasında onlarca soru işareti olduğu hâlde yazmaya başladı. Yüreğinde biriktirdiği büyük öfke ateşini son buldurmak için dönmüştü köyüne. Geçmişiyle yüzleşme vaktiydi onun için.

Her şeyi çözecek olan evin duvarlarında mazinin izlerine daldı ünlü yazar. Daldı dalmasına da zihninde belirenlerle yüreğinde biriktirdiklerinin aslında hiç benzemediğini fark etti. Geçmişin bugünden daha güzel olduğunu, mahrumiyet günlerinde şimdikinden çok daha mutlu olduğunu anladı. Peki, nasıl olmuştu da böylesine tuhaf bir çelişkinin içine düşmüştü? Düşündü, düşündü. Lakin bulamadı.

Bilgisayarı dizlerinden çekip sedire boylu boyunca uzandı. Çok geçmeden ayaklarının ucuna basa basa yanına yanaşan ve usulca üzerine örten güleç yüzlü anacığını fark etti. Yüreğine yayılan mutluluğun etkisiyle derin bir uykuya dalarken bir savruk bir cümle dilinden dökülüverdi: "Kendi yazdığımızı oynuyoruz aslında."