Kemal Tahir Durağı

Kemal Tahir Durağı.
Kemal Tahir Durağı.

Firuze ve Mahir, liseye dek birlikte okumuşlardı. Okul bitince Mahir’in annesi Firuze’ye talip olmuştu da, Firuze’nin annesi ‘Firuze Almanya’ya’ gidecek diye bu işe razı olmamıştı. Çok üzülmüştü Mahir’in annesi. Ailece bir daha kimseden bir şey istemeyecek kadar da cesaretleri silinmiş, öyle etkilenmişlerdi işin doğrusu. Liseden sonra Firuze, sahiden de Almanya’ya gidebilmek gayesiyle orada yaşayan bir köylüsüyle evlenmiş ve Köln’e gitmişti. “Hiç olmazsa bir helallik alsaydı, Allahaısmarladık deseydi şu kız” diye içlenmişti Mahir’in annesi, Firuze’nin gittiğini duyduğunda.

Mahir, sonraki yıllarda annesinin ve birkaç yıl sonra babasının vefatıyla tek başına kalmış, semt değişmiş, mahallenin eskilerinden pek kimse kalmamış, onların çocuklarından bazısı ekmek derdine bazısı daha iyi mahallelerde oturma gayesine buralardan taşınmıştı. Fakat Mahir, gitme cesaretini kendinde bulamamış ve baba evini terk edememişti. Makine ve metal yüksekokulunu bitirip hâlen çalıştığı Takkesiz’deki bu işe başlamıştı. Mahir, mutat üzere o gün de Takkesiz semtindeki işinden çıkıp Emek Mahallesi’ndeki evine gitmek üzere bineceği tramvayın durağına koşar adım yürürken gördü Firuze’yi! Kutsal bir ayinde sırlanıp büyülenmişçesine duraklara giden insan seli içindeki akışı terk edemedi Mahir. Lakin Firuze’nin de aynı istikamete yürüdüğünü, aynı sel içinde ve aynı akışta olduğunu fark edince teskin oldu. Mahir, güç bela tramvaya bindi. Firuze’nin ne yaptığını göremedi. Aklından “izne falan gelmişlerdir herhalde” diye geçiriyordu. Kemal Tahir Durağında tramvaydan indi ve eve gitmek üzere durağın çıkış kapısına yönelmişti ki ön vagonların birinden Firuze’nin de indiğini ve istasyon kapısına doğru yürüdüğünü fark etti. Onu kaybetmek istemiyordu ancak takip etmek gibi bir niyeti de yoktu. Alelade karşılaşmak gönlüne makul geliyordu. Firuze, Mahir’in beklemediği bir hâlde durak kapısında mendil satan kadının yanına gitti. Bir şeyler söyledi, kadın da Firuze’ye bir şeyler söyledi ve duraktan çıkıp birlikte yürümeye başladılar. Kadın, Firuze’nin iki adım kıyısında yürüyordu. Mahir ve Firuze’nin aralarında duraktan çıkan birkaç kişi ile mendil satan kadın vardı şimdi. Mahir, mendil satan kadını her gün görüyordu zaten. Kadın, “çaresizlik” derdi soran olunca. İşin sırrını bilen yoktu, Allahualem. Mahir, evinin sokağına gelmişti. Ancak Firuze’yi gözlemekten kendini alamıyordu. Yürümeye devam etti. Firuze ve kadın konuşmaya başladılar. Kadının Firuze’ye “başın sağ olsun” dediğini duyabilmişti Mahir. Bu arz, sözün içinde neyi ifade ettiğinden ziyade, seste mündemiç olmuş Firuze ve kadın arasında bir hukuku tayin ediyordu Mahir’in zihin cenderesinde şimdi. Mahir evinin olduğu sokağa dönmedi. Firuze ve kadını takip etmeye devam etti. Yukarı doğru tırmanan yokuşu sağa ve sola ikiye ayıran çınar ağacının altına geldiklerinde, kadın ağacın altına sokuldu ve kovuğun, dolabı andıran bölmelerinden birisinden özenle katlanmış kırmızı bir seccade çıkardı. Firuze’ye uzattı. Firuze aldı. O da omzunda asılı çantasının içinden bir şemsiye çıkardı. “Buyur, hakkını helal edesin” dedi Firuze de kadına uzattı. Mahir’i fark etmiyorlardı. Mahir, önce bir kenara çekilmişse de iradesizce onların yanına yürüdü ve “Hoş geldin Firuze, nasılsın? Tanıdın mı beni?” dedi. Kadınlar manasızca Mahir’e bakıyorlardı. “Annemle karıştırdın herhalde abi, ben Firuze’nin kızıyım” dedi Mahir’in Firuze dediği kız. Mahir, onların yanına yaklaştığında Firuze zannettiği kızın, sahiden başka bir genç kız olduğunu fark etti. “Ah, kusura bakma kızım. Ne çok benziyorsun, kendini doğurmuş bizim Firuze. Ben çocukluk arkadaşıyım, Almanya’da diye duymuştum da anneni. İzne geldiler sandım. Kusura bakma!” diye mazeret sundu. “Annem öldü abi.” deyiverdi kız bu defa ağlamaklı bir sesle. Mahir afalladı, “Nasıl yani? Başın sağ olsun kızım!” diyebildi kekeleyerek. “Bir ay oldu.” dedi kız. “Biz zaten Almanya’da değildik. Ben iki yaşındayken annem beni de yanına alarak dönmüş. Babam orada kalmış. Neden ayrılmışlar bilmiyorum. Hatırlamıyorum ben babamı. Annem, Sarmalılardaki basma fabrikasında çalışıyordu. Fabrikanın yanından tren yolu geçiyor bilirsin… Annemin kulakları az işitirdi. Orada iş çıkışı minibüse koşarken trenin altında kaldı.” diye anlattı annesinin hikâyesini. Mahir, “Vah Firuze!” diyebildi son nefesine tutunur gibi. “Bu ablayla siz nereden tanışıyorsunuz peki?” diye sordu Mahir, mendilci kadını gözleriyle işaret ederek. “Annem ölmeden birkaç gün evvel bu tarafta bir tanıdığa ziyarete gelmiş. Ziyarete geldiği kadın kim bilmem ama ‘O’na Almanya’ya gitmeden evvelden bir helallik borcum var’ diyordu aklına geldikçe. Fakat o gün kadını bulamamış, komşularına filan sormuş. Bilen çıkmamış. Her neyse… Ziyarete diye geldiği gün, çok yağmur yağmıştı. Şu tramvay durağından çıkacağı sıra yağmura tutulmuş. Bu abladan mendil almış, abla da cömertlik etmiş, ‘benim evim şurada zaten, sen al’ diyerek anneme şemsiyesini vermiş sağ olsun, bu şemsiye ablanın. Bana, buraya geldiği gün akşam ‘böyleyken böyle oldu, kadıncağız sağ olsun şemsiyesini verdi. O tarafa gidersen haberim olsun, bırakıver emaneti’ demişti. Benim ne işim olur o tarafta, hem nereden bulayım dedim de… ‘öyle deme, hiç belli olmaz ne zaman ne tarafta ne işin olacağı! Hem sen o’nu simasından tanırsın kızım, merak etme. Yeter ki ödemek iste’ diye tembihlemişti. Annemin cüzdanından bir kâğıt çıktı. Bakkala, sucuya borçlarını yazmış. Bir de bu abla vardı işte: ‘Kemal Tahir Durağındaki mendilci hanım- şemsiye’. Bugün gelebildim. Buldum hakikaten” dedi kız. Mendilci kadın söze karıştı: “Rahmetli şemsiyeyi verdim diye şu seccadeyi bıraktıydı bana. ‘Üzerimde başka bir şeyim yok, şemsiyen gelene kadar bunu da sen tut. Ölüm var kalım var’ kardeşim diye… Simasından belli, saliha kadındı…” diye ağlamaya başladı. Firuze’nin kızı da ağlıyordu.

“Demek o gün komşuya annemi soran Firuze’ymiş” diye fısıldadı Mahir…