‘Kelime’lerimiz kadarız!
“Ben okuma bilmem” sırrının sahibi, kelimelerin kendisinden bahsetmekle şeref bulduğu peygamberimiz, Kalbi doğru olmayanın imanı, dili doğru olmayanın kalbi doğru olmaz, buyurmuşlar. Hakkın rızasının imanla, imanın kalple, kalbin dille, dilin kelimelerle irtibatı var. İnsanın eylediği her şeyin söylediği ile söylediği her şeyin eylediği ile bir rabıtası var.
- “Ben okuma bilmem” sırrının sahibi, kelimelerin kendisinden bahsetmekle şeref bulduğu peygamberimiz, Kalbi doğru olmayanın imanı, dili doğru olmayanın kalbi doğru olmaz, buyurmuşlar. Hakkın rızasının imanla, imanın kalple, kalbin dille, dilin kelimelerle irtibatı var. İnsanın eylediği her şeyin söylediği ile söylediği her şeyin eylediği ile bir rabıtası var.
- Göklere, yere ve dağlara teklif edilen ve onların yüklenmekten kaçındığı bir kelime iken ‘emanet’, biz işte o emaneti yüklenen ‘haza insan’dık. Emanet kelimesini ağır bir yük gibi omzumuzda taşımanın bilincini diri tutabildiğimiz zamanlarda, aldığımız nefesten heybemizdeki azığa, bastığımız topraktan kucağımızdaki çocuğa kadar her şey bir emanetti bize. Ama biz, hava meydanlarındaki dolapların adından ibaret bileli beri emaneti, El-emin olanın Rabbi ile kalbi arasına yerler, gökler ve dağlarca mesafe giren ‘güya insan’lar olduk çıktık.
İstiğna’yı bir cümle içinde kullanabilecek kadar henüz bizken, ömrün karlı dağlarını aşmak için bir çift paşmak yetiyordu cümlemize, daha doğrusunu bilsek bile söz sahibini mahcup etmemek için susuvermekten imtina etmiyorduk hiçbirimiz, dünya bir ağaç gölgesi gibiydi, gelip giderken şöyle bir altında konakladığımız.
Nasip, olacak işi olmayıveren dosta teselli vermek için kurulan ezber bir cümlenin olmazsa olmaz kelimesi değilken henüz; yediğimiz lokmanın besmelesi, aldığımız nefesin hakkı, kendim kazandım zannına inat her güzel şeyi lütfedene şükranımızın mahviyet peçeli ifadesiydi.
Kelimelerimizin kimini hepten yitirdik ehline malum inkisarlarla, kimini bir sandık gibi taşıdık içindeki mücevherin düştüğünden habersiz, kimini de takas ettik asla bizim olmayacak, dilimize eğreti kalbimize yük tinsel sözcüklerle…
Yitip giden her bir kelimeyle beraber, Elestten bir rayiha gitti, Akabe’den bir renk, Semerkand’dan bir mana, Süleymaniye’den bir levha, Fuzuli şiirinden ahenk, Hüdayi nazarından hisse, Itri duyuşundan zevk gitti.
Bizim hep söylediğimiz değil, evvelkilerin daima sustukları mana içre, muhabbetle…