Kelimeler, şeyler ve şehirler

Kelimeler, şeyler ve şehirler.
Kelimeler, şeyler ve şehirler.

Annemin attığı tohumu yıllar sonra sen çatlatıyorsun. Onun memleketinde ama ondan uzakta bir yaz akşamı yine. Rüzgâr güllerinin kırmızı gözleri üzerimde. Bir yanıp bir sönüyorlar. Semavi işaretler gibi göğe uzanan kalem çamları sarmış karşı tepeyi. Kedim kucağımda derin derin soluyor.

Hayli zaman oldu o kelimeyi öğreneli. Sen kalbime şehirler ve yerler, aklıma kelimeler ekmeden çok önce. Göğsünden ağzıma akıttığı kelimeleriyle baharlar bırakan annem kullanmıştı ilkin. Balkonuna yığılı Akdeniz toprağından yaptığı bahçenin kenarında. Şimdilerde kat bahçesi dedikleri cinsten. Kırmızı, mor, pembe sardunyaların kuruyan yapraklarını ayıklıyor. Lökkiye diyor çiçeğe, kendi bildiği adla. Bak yeni bir kelime daha! Ama konumuz çiçekler değil sen de biliyorsun. Akşamüstü, ilk yaz göğünde turuncu bir ipekle kanatlanırken dizinin dibine alıp kelimeleriyle emziriyor annem. Krom kapta ilk yaz kirazları. Vişneler olsun da reçel yapayım diyor aldığı ilahi emri tebliğ eder gibi. Aşağı bahçede vişne ağaçları sıralı, dallarında ham meyveler. Annemin gözü kabın güllü deseninde, aklına gelenlere gülüyor. Ninesi haylaz çocuklardan sakladığı bir tas vişne reçelini mahmile koymaya çalışırken başından aşağı dökmüş. Kadının şire içindeki yüzü gözünün önüne gelmiş olacak kahkahalar içinde yüzüyor. Kiraz çekirdekleri dolu olmayan eliyle ağzını kapatıyor sokağa yayılan sesini bastırsın diye. Annemin çehresinde yüz bin çiçek uyanırken kafamın içinde mahmil kelimesi dönmeye başlıyor. Ne demek mahmil? Kahkahalarının arasında eskiden buzdolabı yerine kullanılan tel dolaplara böyle dendiğini söylüyor. Arapça olduğu besbelli. Üç harfin el ele verip kurduğu böyle yüzbinlerce kelime var bu dilde. Ha, mim ve lam. Hml. Mahmil. Taşımayla alakası olmalı diye düşünüyorum. Hamile, hamiline yazılı senet, tahammül. Üç harften doğan kardeş kelimeler annemin renklerine karışıyor.

Annemin attığı tohumu yıllar sonra sen çatlatıyorsun. Onun memleketinde ama ondan uzakta bir yaz akşamı yine. Rüzgâr güllerinin kırmızı gözleri üzerimde. Bir yanıp bir sönüyorlar. Semavi işaretler gibi göğe uzanan kalem çamları sarmış karşı tepeyi. Kedim kucağımda derin derin soluyor. Mırıltısı ninni. Sen yanı başımdasın. Ciltler dolusu konuşmaya başlıyorsun kanım çakıllanıyor. Mağrip’i, Mısır’ı, Anadolu’yu, Deşt-i Kıpçak’ı, Seylan’ı söylerken alem iki dudağının arasından çıkıp yeniden yaratılıyor. Çok geçmeden, badem dalındaki ilk yaz karlarını savuran rüzgâr estiğinde mahmilin sırası da geliyor. Duyar duymaz hatırladığım kelime, zihnimde sepya bir anıya dönüşüyor. Dehlizinden çıkıp yeni bir renge. Seyahatnamende bir çala bahsediyorsun mahmilden hatırla! Bir zamanlar Mısır’dan hicaza doğru yola çıkan Mahmil-i Mısrî’den. Recep ayında uğruna sokakların dolup taştığı, dört mezhep kadısının, alimlerin ve diğer devletlilerin refakatinde gezdirilen deve yükü. Kâbe’ye gidecek örtüyü taşıyan sivri tepeli, ahşap çerçevenin üzerindeki süslü çadır Kahire sokaklarını geziyor diye anlatıyorsun. Onu görünce Mağrip’ten hac niyetiyle yola çıkışını hatırlıyorsun belki. Yol arkadaşı nazarıyla bakıyorsun atlas örtüye. Tanca’dan hac niyetiyle yola çıksan da hikâyen ondan da ötelere uzanacak. Yirmi sekiz yıl dünyayı gezip duracaksın senin bile haberin yok.

Mahmilden söz açılınca bir kelimenden bin bilgi akacağını anlıyorum. Aklıma şehirler, yerler, kelimeler düşürdüğün zamanlardaki gibi. Ama durup dururken ketumlaştığın anların birine geliyoruz yine. Meseleyi kısa kesince içimde kıvrılan kelime de kozasını delemeden öylece kalıyor. O zaman mahmil üzerine konuşabileceğim başkalarını bulmak için telefonuma uzanıyorum. Rahatı bozulan kedi kucağımdan atlıyor. Sen susunca arama motoru konuşmaya başlıyor. İstanbul’dan da Mahmil-i Hümayun adıyla başka bir tanesinin daha çıktığını anlatıyor aceleyle. Hicaza hediyeler götüren Surre alaylarının en önündeki devenin sırtında devletli bir mahmilin daha gittiğini. İlk zamanlar kara yoluyla sonra deniz yıllar sonra da hicaz demir yoluyla. Büyük savaşa kadar sürüyor gelenek. Sen de şimdi bunları benden öğreniyorsun işte.

Kahire’de o gün gördüklerini anlatırken senden sonra altı yüz yıl daha sürecek bir gelenekten söz ediyorsun hiç bilmeden. İstanbul yeni bir İstanbul olunca bu gelenekten vazgeçiliyor ama mahmil bir süre daha Mısır’dan gitmeye devam ediyor. O dahi uzun sürmüyor. Yine bir ilk yaz günü haremeyni zapt edenler mahmile eşlik eden Mısırlıların def çalmasına karşı çıkınca aralarındaki çatışma şiddetleniyor. Yirmi beş kişinin ölümüyle mahmil gönderme geleneği de sona eriyor. Yine de 1952'ye kadar Kahire'de geçit töreni yapılmaya devam edildiğini öğreniyorum.

Kahire’de Mısır Medeniyet Müzesi’ni gezerken o son mahmillerden birini görünce hemen tanıyorum. Aklıma sen geliyorsun. Kırmızı kumaş üstüne altın ipliklerle ayet işli bir mahmil. Seni görmüş kadar aydınlanıyor yüzüm. Akşamında, yine Recep ayı. Kahire’nin merkezinden Nil’e boynunu uzatan caddedeki otelimin balkonundan Fustat’ı izliyorum. Şehre senin baktığın gözle bakma cüretindeyim bu kez. Sokakların birinden ardına ulemanın takıldığı mahmil yüklü devenin çıkagelmesini beklerken peş peşe çalan tiz kornalarla irkiliyorum. İçimde kıvrılan kelimenin hikâyesi böylece tamam oluyor. Kahire’de bin yılda değişmeyen tek şeyin bu gürültü olabileceğini anlayınca balkondan odaya oradan kendi içime dönüyorum.

Anlattıkların dünyanın neresine gitsem yazgımın ucundan tutup karşıma çıkacak gibi. Bunu fark ettikçe mutlanıyorum. Kanım çakıllanıyor yine. İçimde bin küsur yıl yaşamak ve yaratılmış her karışını dünyanın görme etme isteği. Bu his Fez’de de Male’de de Isfahan’da da sarmıştı. Tanca’da, o uzak Akdeniz şehrinde, Endülüs’ün engebeli göğsünün karşısındaki kabrinde sana verdiğimi sözü tekrarlıyorum. Kalbime ektiğin şehirleri ve yerleri adımlarını izleyerek gezeceğim. Aklıma ektiğin kelimelerin elini tutmaya devam edeceğim ömrüm oldukça. Senin ve annemin kelimeleriyle haritalar ve defterler açılacak önümde. Kelimeler, şeyler, şehirler. Çoğalacak çoğalacak çoğalacak.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım