Kapalıçarşı'ya dışarıdan bakan adam: Cansever Edip
Antika dükkanının asma katı, Cansever'in Kapalıçarşı'yla diyalektik bir ilişki kurmasını sağladı. Çarşı'nın içinde tüccar dışındaysa şair olarak mekana dahil oldu.
Edip Cansever, İkinci Yeni’de sıklıkla öne çıkan isimler arasında kendi yerini kendinden menkul değerler etrafında inşa etmeyi başarmış bir şairdir. Bugün buluşçu imgeler bağlamında Turgut Uyar’ın adı anılsa da, bu konuda aslında Edip Cansever daha dikkat çekici bir şiir ortaya koymuştur. Onun farkı; belki de hüzünlü bir olayda uzunca düşünmesi ve içe dönük şekilde sonsuz bir döngüde ilerleyebilmesidir. Bunun yanında bu özelliğinden dolayı Sezai Karakoç tarafından zaman zaman materyalist bir bakışa sahip olmakla eleştirilmiştir.
Cemal Süreya’nın deyimiyle de “fazla şiir”den ölmüştür Edip Cansever. Bunu ömrünü adadığı şiir işçiliği de ortaya koymaktadır. Kendi ifadeleriyle günün bir bölümünü mutlaka şiir çalışarak geçirmiştir. Bu içe dönük, soyut ve sisli dünya bugün de Türk şiiri üzerine konuşmak istediğimizde aramızda görünmez el olarak kendini hissettirmektedir.
Bu yazının çıkış öyküsü ise, bir şairin panoramasından çok onların yaşadığı semtler ve o semtlere dair kurduğu ilişkiler olacaktır. Bildiğimiz gibi edebiyatçıların eserleri kadar yaşam öyküleri de her zaman ilgi görmüştür. Ben de bu bağlamda Edip Cansever’i incelemek istedim.
Edip Cansever ismi Kapalıçarşı’daki dükkanı dolayısıyla Fatih’le özdeşleşiyor. Kapalıçarşı’yı anlattığı bir yazısında şöyle diyor; “Ne büyüklüğü, ne kapılarının, kubbelerinin çokluğu, ne de tarihi ilgilendirir beni. Ben Kapalıçarşı’ya içeriden çok dışarıdan bakarım da ondan. Geçitler, pasajlar, büyük hanlar daha çok ilgimi çeker. Nedenini kolayından bulamam, ama tek bir imge kurabilmiş değilim bu koskoca labirent için. Tam otuz yılım geçti, sesini, rengini, kokusunu tanımlayamayacağım bu boşlukta. Gördüklerimi göremez, duyduklarımı duyamaz oldum. Bir kitap kaç kez okunabilir? Bir film kaç kez görülebilir? Adlarını bilmediğim ama yüzlerini hiçbir zaman unutamayacağım Kapalıçarşı müdavimlerine hayranlıkla bakardım.” Bu girişten sonra biraz da, Fatih ve Edip Cansever hikâyesine yakından bakalım. Edip Cansever, 8 Ağustos 1928’de Beyazıt’ta, Soğanağa Mahallesi’nde dünyaya geldi. Aslen Çankırı’nın Atkaracalar Köyü’nden olan annesi Pembe Hanım ev hanımı, babası Fazlı Bey ise Kapalıçarşı’da antika dükkânı olan bir tüccardı. Dört çocuklu bir ailenin üçüncü ve tek erkek çocuğu olarak dünyaya gelen Cansever’in ilk çocukluk anıları, sonradan taşındıkları ve Ahmet Hamdi Tanpınar’la komşu oldukları Saraçhanebaşı’ndaki bir evde geçti. Kira ile bisiklete bindiği, erik hırsızlığı yaptığı ve yağmurlu havalarda sinemanın güzelliğini keşfettiği bu yıllarda henüz okula gitmiyordu. İlköğrenimine 56. İlkokul ’da başladı. İkinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında ailesinin Fatih’te bir apartman dairesine taşınmasıyla, geniş bostan ve tarlalardan oluşan doğal bir yaşam alanında otların, ağaçların kokusunu duyumsayarak büyüdü. En büyük tutkusu ise, mahalle arkadaşlarıyla Yenikapı sahilinden denize girmekti. Eğitim hayatına Gelenbevi Ortaokulu’nda devam eden; bir yıl sonra Kumkapı Ortaokulu’na geçen Cansever, boş zamanlarını Fatih’teki Millet Kütüphanesi’nde geçirdi. Bu yıllarda başlayan şiir yazma merakı, İstanbul Erkek Lisesi’nde okuduğu yıllarda artarak devam etti. 1946’da İstanbul Erkek Lisesi’nden mezun oldu. Yüksek Ticaret Mektebi’ne kaydolsa da okulu bitirmenin kendisine bir fayda sağlamayacağını düşünerek babasının Kapalıçarşı’daki dükkânında çalışmaya başladı. 1954’te yaşanan Kapalıçarşı yangınında, dükkânının yanması üzerine Jak Salhoşvili ile ortak olup, asma katlı bir başka dükkâna geçti. Ortağı alım satım işlerini yönetirken, kendisi tüm zamanını asma katta okuyup şiir yazmaya ayırdı. Antika dükkânının asma katı, Cansever’in Kapalıçarşı’yla diyalektik bir ilişki kurmasını sağladı. Hem çarşının içinde bir tüccar, hem de dışında bir şair olarak mekâna dâhil olduğu bu yerde otuz yılını geçirdi ve toplam dokuz şiir kitabı yazdı.
Kapalıçarşı’da geçen otuz yılının içerisinde, kendi ifadelerinde de yer aldığı şekliyle o evrenin dışında bir dünya inşa etmeyi başarmıştır Edip Cansever. Belki de şairler herkesten önce bulundukları mekânı aşmayı deneyen ilk kişilerdir…
Gelmiş bulundum
- Güneş mi batarmış bir özel isim bitirir gibi
- Yanmış bir ağacın yaprakları mıymış kımıldayan
- Ne kalmış bir önceden ya da bir sonradan
- Kim koparmış dalından bu yabani incirleri
- Ya kimmiş kıyıya çeken hayalet gemileri
- Ne yazılmış nereye bu garip kargaşadan.
- Yıldızlar, büyülü ülke, adımı unutturan
- Bir kaya, bir ot, bir akarsu
- Hangi yaz şarkıcılarının ürpertili korosu
- Ki bütün ölüleri sığa çıkaran
- Ve kenti bir ölüm derinliğine salan
- Yani bir gül solarken bir gülün açma korkusu.
- Şiirler yazdım, kitaplar okudum
- Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum
- Derinlerde kaldım böyle bir zaman
- Kim bulmuş ki yer ini, kim ne anlamış sanki mutluluktan
- Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları
- Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum.