Kafka: “Bir köpek gibi” üstün olmak ve “Yaratılmışı sevmemek”

Kafka: “Bir köpek gibi” üstün olmak ve “Yaratılmışı sevmemek”
Kafka: “Bir köpek gibi” üstün olmak ve “Yaratılmışı sevmemek”

Kafka; Deleuze’ün ifadesiyle Alman toplumu içinde yaşamış, sıkışmış. Yidiş dilini bilmeyen ama Almanca yazma gerekliliğini duyan bir yazar.

“Bir köpek gibi” üstün olmak

Kafka benim adamım değil. Hiçbir zaman da olmadı. Yazdıklarını ve yazdıklarında oluşturduğu atmosferi sevmem. Gençliğimde zor bela Dönüşüm kitabını ve Yankı Yayınları’ndan çıkan Konuşmalar’ını okumuştum. Kırk yıl sonra külliyatını okumaya karar verdim. Aynı zorluğun katmerlisini üstlendiğimi ve kendimi cezalandırmada ölçüsüz davrandığımı kabul ediyorum. Mevsimin şu günlerinin yağışsız ve kapalı oluşu, bu gri gökyüzünün yeryüzüne kar indirmemekteki ısrarı; Kafka romanlarındaki kasveti anlamamda bana yardımcı oluyor. Aynı zamanda Kafka’yla kesinlikle uyuşmama ve ona aldanmama kararlılığımı da belirginleştiriyor. İlk elden Kafka’nın çok iyi bir Dostoyevski okuru olduğunu teslim etmem gerekiyor. Bir roman yazılacaksa artık bu formun başka türlü olması zorunluluğunun (gerekliliğin ötesinde bir durum bu) farkında. Dava ile Şato aynı romanlar ya da birbirini açımlayan metinler. Dava romanının sonundaki “Bir köpek gibi dedi, sanki utanç, ondan sonra da hayatta kalacaktı.” (s. 244) cümleleri Şato’nun daha ilk bölümlerinden başlayarak sürekli tekrarlanacaktı. Hem de bu durum sanki bir üstünlük ifadesi olarak hem kendisi için hem de çevresindeki kişiler için tüm kurgularında yer alacaktır. Hadi örnekleyeyim. “Bakışlarında kendine özgü bir üstünlük ifadesi okunuyor, bu da insanı şaşırtıyordu.” (s. 45) “Nasıl köpekler umutsuzlukla yerde eşinirse, onlar da birbirlerinin vücutlarında, çaresiz ve umduğunu bulamamış, eşiniyor.” (s. 58) “Sizi ben de burada kapı dışarı edeyim, köyde başınızı sokacak bir yer bulabilir misiniz? İsterse bir köpek kulübesi olsun.” (s. 65) Son bir alıntı: “Yalan değil cahilim... Ama bunun üstün yanı var ki!” (s. 69).

Ya! İşte böyle. Kafka; Deleuze’ün ifadesiyle Alman toplumu içinde yaşamış, sıkışmış. Yidiş dilini bilmeyen ama Almanca yazma gerekliliğini duyan bir yazar. Hayatına, yazdıklarına, hayatına giren kadınlara, o kadınlara karşı tutumlarına (ilginçtir yazdıklarında aşka ilişkin hiç bir şey yoktur) ve hatta ölümünden sonrasına dair fikirlerine odaklanırsanız Kafka’nın her şeyi üstten bakarak kurguladığını, kendini ve çevresini de bir köpek gibi biçiminde görmüş olduğunu fark edersiniz. Kendini tek başına bir cemaat olarak görmesi ve yazdıklarının yakılmasını istemesi bir çeşit intihar girişimi olarak adlandırılabilir. Ne diyeyim: Her müntehir biraz Yahudi’dir. Dostoyevski’nin kurnaz Foma Fomiç karakteri; Kafka elinde elitist bir form ile Jozef K.’ya dönüşmüş gibidir. Dönüşüm tabii ki bir böcekleşmeyi de içerebilir. Dışarda kapalı bir hava. Ne yağmur ne kar var.

“Yaratılmışı sevmemek”

Kafka için “en belalısı, en berbatı” demiştim. Sözümdeyim. Çünkü Kafka’daki cesaret: Kadın düşmanlığını yedeğine alarak tüm yaratılmışlara karşı “üstün yaratılmışlık” haletiruhiyesi içinde alabildiğine/olabildiğince materyalist bir yaklaşımla açımlamalar yapıp, oluşturduğu yeni sayılabilecek atmosferin avantajını kullanarak olumsuz yargılarda (bir kısmında haklılık payı olduğunu teslim etmeliyim) bulunma cüreti.

Yunus Emre’nin “Elif okuduk ötürü/Pazar eyledik götürü/Yaratılanı severiz/Yaratandan ötürü” dizelerini ters yüz edersek, yaklaşık olarak değil, tam olarak bir Kafka tutumuna ulaşabiliriz. Şöyle demekte sanki: “Elifi ondan okumadık/pazarımız kısmi/yaratılanı sevmeyiz/üstün yaratılmışlığımızdan ötürü”

Kafka’dan Freud’a, Freud’dan Canetti’ye kadar birçok Batılı Yahudi yazarda gördüğümüz bu tutum, seçilmiş bir ulus olma duygusu ile neslin “kadın” üzerinden ilerlemesi paradoksuna dayanmıştır denilebilir. Kafka, Dava kitabındaki üç kadın karakteri de olumsuzlar. Benzer bir şekilde Şato’daki üç kadın karakterde Olga Frieda ve Otelci’nin Karısı da olumsuzlanmaktadır. Milena ya da Felice’den hareketle böyle bir sonuca ulaştığını söylemek aşırı Kafkacı bir tutum olacaktır. Belki çevresindeki her kişiyi nesneleştirip eserlerinde kullandığı söylenebilir. Kafka, yeni bir atmosfer ve yeni bir oyun oluşturmuş ve bu durum yeni bir söyleyişe kapı aralamıştır. Benzer bir beceriyi Halil Ünal’ın deyişiyle Canetti Körleşme’de, Hesse Boncuk Oyunu’nda, Saramago Körlük’te gerçekleştirmiştir denilebilir. Bunlara Agota Kristof’un üçlemesi de eklenebilir. Türk edebiyatında da kadın karşıtlığı ve üstünlük tutumuna Nazım Hikmet’ten Oğuz Atay’a, Oğuz Atay’dan İsmet Özel’e kadar kimi yazarlarda rastlamak mümkündür... Ortak noktaları eserlerini “Materyalist” bir bakışla kurmaları olabilir. İçimizi çok da karartmayalım. Dışarda güneşli bir hava.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım