Kader aklımıza ne zaman gelir?

Kader aklımıza ne zaman gelir.
Kader aklımıza ne zaman gelir.

İnsan keyifle hayat yolunda ilerlerken, üstelik her şey güllük gülistanlıkken “kader” hiç hatırına gelmez. Bunu yaşamak kaderimde varmış düşüncesi hiç aklına uğramaz. Ta ki, görünmez bir cama çarpar gibi bir musibete toslayana kadar.

Hayatın akışı, incelikle işlenmiş sırça bir sarayın parçalanması gibi parçalanır. Unufak olur. Musibetten müteşekkil bir buzdağının soğuk yüzeyi, “her şey ne kadar tam da istediğim gibi” hissinin yerini alır ve durgun sularda aheste bir rehavetle ilerleyen hayat gemisi yara aldığı yerden çaresizlikle dolmaya başlar.

Düşünceler hızla akarken, bedenin hareketleri yavaşlar. O an, zamanın durduğu ve her şeyin belirsizleştiği bir andır. İnsan her şeyin kontrolünde olduğu vehmiyle malulken hayatın öngörülemezliği ve gizemleri karşısında insanın kırılganlığı ruhunu alt üst eder. Ruh çaresizliğin içinde şaşkın halde pejmürde şekilde dolaşır. Çaresizlik ilmik ilmik sarar varlığını. Bir çerçeve ile çevrelenmeye bir mana ile anlamlanmaya ihtiyacı vardır. Sonsuz çaresizliğine, yetersizliğine medet arar. Bir kurtarıcı arar, bir anlam arar; ellerinden tutup kaldıracak, güç ve kudretine sığınacak bir sığınak arar.

Hayatın normal seyrinde, her şey güllük gülistanlıkken aklına az gelen veya hiç gelmeyen Yaratıcı ve kadere iman birden gözünde ve gönlünde bir seçenek olarak parlar. Hayat rayında gidiyorken, deniz çarşaf gibi dümdüzken akla pek uğramayan bir iman rüknüdür kader. Sanki sadece musibetler varken kaderimde varmış inancı teselli aramak içindir kadere iman. Bu kaderle ilgili temel birkaç yanlıştan biridir ve bu musibet anında yeterli teslimiyete yetmez.

Kaderin hükmüne iman etmek, insanı derin bir teslimiyete ve huzura götürebilir. Ancak bu teslimiyet, o kadar kolay değildir. “Neden benim başıma geldi?” sorusu, insanın nefsindeki isyan potansiyelinin açığa çıkışıdır.

İnsan, musibet anında “Kaderimde varmış. Allah böyle istemiş.” diyerek teslimiyet göstermek ile “Neden ben?” diyerek isyan etmek arasında sıkışıp kalır. Bu arada kalmışlık insanı ruhunun derinliklerinde yankı bulur. Bir yandan yaşanan her olayın, her musibetin bir anlamı ve hikmeti olduğuna inanmak, sessiz bir teslimiyetle sükûn bulmak diğer yanda ise yaşanan acının haksızlık olduğu, adaletsizlik olduğu düşüncesine saplanıp isyanla dolup taşmak arasında gider gelir. İnsanın musibet anındaki tevekkül ve teslimiyetinin derecesini; musibet uğramadan önceki yaşamında çevrili olduğu bu nimetlerle ve kaderle kurduğu ilişki belirler. Kendisine verilen nimetleri “Kaderin çizimiyle Kudret-i İlahiye yarattı, verdi.” demek yerine “Ben elde ediyorum.” veya “Ben elde ettim.” sevdasına düşen birinin tevekkül ihtimali düşüktür.

Kendisine uğrayan musibetle “Ben elde ediyorum.” veya “Ben elde ettim.” kibri yerle yeksan olmuş, kişi bu kibrin altında kalmıştır. Mutlak Varlık’ın musibet ile gelen mesajı açıktır. Madem nimetleri sen elde ediyorsun, sen çalışıp kazanıyorsun, sen başarıyorsun buyur o zaman sen koru. Mesela, “Kaderimde bu bedene sahip olmak varmış.” ya da “Kader-i İlahi bu bedeni bana emanet olarak verdi.” yerine “Bu beden benim.” diyen birisinin bedeninde gelişen kanser karşısında tevekkül ihtimali düşüktür. Kişi kanserin kendisinden ziyade “bedenim benim” inancının yerle yeksan olmasının altında kalmıştır. “Niye kanser oldum, neden benim başıma geldi?” diye isyan eden kişi aslında bedeninin hiç de zannettiği gibi kendisinin olmadığına isyan etmektedir. Başka bir ifadeyle kabul edemediği, bedeninin kendisine ait olmadığı hakikatidir.

“Allah’tan geldik Allah’a döneceğiz.” ayetinde, ilk önce bize belirtilen “Allah’tan geldik” hakikatidir. O’ndan geldik; yani her şeyimiz O’ndan geldi, geliyor ve gelecek. “Kâinatta her ne varsa O’ndan geliyor.” hakikatiyle hemhal olunmadığı sürece; ayetin ikinci kısmında bildirilen, “O’na döneceğiz.” hakikatine varmamız imkânsızdır. “Bedenim O’na aittir, O’nun yaratmasıdır, bana bir emanetidir.” diyebilen ancak bedeninin başına bir şey geldiğinde; “Bedenim O’na dönecek, asıl sahibine intikal edecek; başına ne gelirse gelsin ebediyete gidecek.” diyebilecektir.

Daha önce hiç ufkumuzda yokken, birden musibet anında kaderin aklımıza gelivermesi; başa geleni tevekkül ve teslimiyetle karşılamayı zorlaştırır. Hem kendi hayatımız hem de kâinatın işleyişinin kaderin çizdiği ölçüye göre kudret kaleminin yarattığı şekilde akıp gittiğini göz ardı etmek kader anlayışındaki eksiğimizdir.

Oysa sadece insanın kaderi yoktur. Her şeyin kaderi vardır. Ve kadere iman her daim insanın bilincinde olmalıdır. Psikolojik sağlamlık için her şeyin kaderi olduğuna ve musibet hali dışında da kaderin cari olduğunun idraki elzemdir.

Not: Gelecek sayıda her şeyin kaderi hakikatine devam edeceğim Allah izin verirse.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım