James Brown ve Üç Ömer
Cahil kişi kendi derdinden başka laf bilmez. Döner dolaşır aynı yeri kaşır, kanatır, anlatır. Benim derdim de bu. James Brown rahmetlinin fotoğrafına her baktığım da ne yalan söyleyeyim kıskanıyorum. Ebemin dedeme ağladığı gibi göz yaşı dökesim geliyor. Herif saçıyla, dişiyle gömüldü gitti.
Rahmetli James Brown’ı bilenler bilir. Bilmeyenler için ben tanıtayım. Saçı ve dişleri pek muhkem bir müzisyendi kendisi. Müzisyenliğini değerlendirmeye niyetim olmadığı için saçıyla dişiyle uğraşıyorum.
Rahmetlinin saçları ve dişleri genç iken de böyle insanı hayrete düşürecek kadar sağlammış. Fotoğraflardan anlıyorum. İlerleyen yaşında saçlarına nasıl bir bakım yapıyorsa bir gıdımcık eksilmedi saçları. Bizdeki türkücüler de saçlarını boyar falan ama saçlar zaman içinde seyrelir, tepeden veya geriden açılır. Bazı şarkıcı kısmı saç yapıştırır, ektirir falan ama hiçbiri bana rahmetlinin saçları kadar güven vermedi, vermiyor.
James Brown gibi olsun diye umutlandığım Ömer vardı. Ömer esmerliği, sağlam dişleri ve saçıyla rahmetliyi pek andırıyordu. Ama Ömer yarı yolda balon gibi fosaldı gitti. Ömer benden beş yaş küçük, beni pek sever, ben de onu severim. “Abi” der başka bir şey demez eksik olmasın. Ben Ömer’e James Brown’ın fotoğrafını gösterip, “...bak Ömer yaşlanınca bile senin böyle görünmeni çok arzu ederim. Benim saçım ve dişim beni çoktan terk etti. Sen bari saçları ve dişleri dökülen kısmından olma.” dediydim de Ömer de “...inşaallah abi.” diye umutlanmıştı. Ama olmadı Ömer’i de kaybettik.
Rahmetli dedem ki onun adı da Ömer idi. Dişleri hiç dökülmeden öldü gitti. Dedem ölüm döşeğindeyken ebem ağlıyordu. “Herif ana dişiyle gömülüp gidecek, dişleri kara toprakta çürüyecek”diye. Ebem böyle ağlayınca ben yadırgamıştım. Ama insan yaşlandıkça saçların ve dişlerin kıymetini anlıyormuş. Keşke dedeme çekseydim de dişlerim tastamam yerinde dursaydı. An itibariyle dişlerim kırılıyor, dolgu ve kanal tedavisi görmeyen dişim az, takma dişlere doğru koşuyorum.
Şimdi yeğenim Ömer var. Kendisi dört yaşında ve çok tatlı saçları var. Ama alnı çok açık. Saçları geride kalıyor. Korkarım ki o alın kısa zamanda açılacak. Tatlı Ömerciğin saçları yirmi yaşını görmeden dökülecek. Ne de olsa baba tarafı saçtan yana fakir. Dua ediyorum ki Allahım küçük Ömer’e James Brown kadar olmasa da şöyle rüzgârda kafasını üşütmeyecek kadar saç versin.
Bak üç Ömer’i saydık. Arkadaşımız Ömer, Dedem Ömer ve yeğenim Ömer. Bütün bunları James Brown’a nasıl bağladık? Efendim işte kültür adamı olmak, kalem erbabı olmak böyle bir şeydir. Meseleler arasındaki irtibatı okurun gözü önüne sereceksin ki o da gerekli dersi alsın değil mi?
Hiiç alakası yok. Benim gizli irtibatları ortaya serecek gücüm olsaydı orta doğu uzmanı olurdum. Ben kendi köşesinde dökülen saçları, kırılan dişleriyle, hikâye yazarak yaşayan bir adamım. O kadar, sadece o kadar. Yoksa mesela rahmetli James Brown hakkında daha geniş bilgi versem kötü mü olur? James Brown ve popüler kültür meselesi üzerinden bol dipnotlu bir şeyler yazsaydım fena mıydı yani...?
Ama işte cehalet böyle bir şeydir. Cahil kişi kendi derdinden başka laf bilmez. Döner dolaşır aynı yeri kaşır, kanatır, anlatır. Benim derdim de bu. James Brown rahmetlinin fotoğrafına her baktığım da ne yalan söyleyeyim kıskanıyorum. Ebemin dedeme ağladığı gibi göz yaşı dökesim geliyor. Herif saçıyla, dişiyle gömüldü gitti.
“Şimdi modern tıp dökülen saça, kırılan dişe çare buluyor. Sen neden onlara başvurmuyorsun?” diyenler olabilir. Fakat modern tıp ayarsızdır. Bana öyle bir saç tasarlar ki ahir ömründe azmış tekeler gibi olurum. Diş meselesine gelince dişlerimi yaptırmadan önce dişlerimi sıkma alışkanlığından vazgeçmem gerekiyormuş. Ben uyurken dişlerimi sıkıyormuşum. Bu durum düzelmedikçe yeni diş yapılsa bile ben bu azimle onları da kırarmışım. Yani durumumuz biraz sıkıntılı.
James Brown ile başladık, nerelere geldik. Kendisinin I feel good şarkısıyla bütün milleti umutlandırdığından bahsederler, yalandır. Bir şarkıyla insan mutlu da olmaz umutlu da olmaz. Biz de olmuyoruz zaten… Ama saçları ve dişleri için bir kere daha vay arkadaş ... diyerek bitiriyorum yazımı.
Vay arkadaş...!