İzliyorum o halde varım

İzliyorum o halde varım.
İzliyorum o halde varım.

Hüzün mülkiyet duygusunun bir sonucudur. Buradayım ve buranın bir kısmı benim, bunlar da benim, şunlar da benim olmalı diyen bir dil ve zihin koalisyonu ancak hüzne erişebilir. İstediklerine erişebilir mi? İşte o muğlak.

Kemalin zevali var. Ama biz zevalin kemaline eriştiğimiz günlerde yaşıyoruz. Geçmişin şimdiye saldırmasına tarih diyoruz. Felaket, yıldızların yol açtığı musibet anlamına geliyor. Biz yıldızların ışığı altında birer arzu makinesi olarak, içimizdeki boşluğu kaç taksite böldüreceğimizi hesaplayarak ölüme yaklaşıyoruz.

Yirmi Sekiz Mehmet Çelebi, Sefaretname’sinde Paris’te seyrettiği bir operadan bahsederken her hikâyeyi her oyunda henüz yeni oynuyorlarmış gibi gösteriyorlar diyerek buna çok şaşırdığını ifade etmişti. Bir oyunun her seferinde hiç değiştirilmeden oynanmasının bir Osmanlının anlayabileceği bir şey olmadığını çünkü metne bağlılığın ahlaki bir tavır olduğunu, oysa sahnenin işteş bir yozlaşma yarattığını, eğlence kültürünün tazelik değil, bir akışı ima ettiğini de eklemişti. Bu akışın daima aynı düşüklükte özneleri sabitlediğini biliyoruz ve sıradaki videoyu izliyoruz.

Hüzün mülkiyet duygusunun bir sonucudur. Buradayım ve buranın bir kısmı benim, bunlar da benim, şunlar da benim olmalı diyen bir dil ve zihin koalisyonu ancak hüzne erişebilir. İstediklerine erişebilir mi? İşte o muğlak. Eksikliğin toplumsal üretim içinde ve toplumsal üretim yoluyla yaratıldığını, planlandığını ve düzenlendiğini, artık kapitalizm üzerine yapılan tartışmaların bile keyif verici hale geldiğini çünkü hiçbir şeyin değiştirilemeyeceğine dair bir akidenin arzu makinelerini işgal ettiğini fark ediyor ve bunun bizi bilge biri yaptığını düşünüyor ve sıradaki videoyu izliyoruz.

İran mutfağında domates ve kırmızı biberin çok nadir kullanıldığını Akdeniz mutfağının Osmanlı’nın doğu sınırlarını pek aşamadığını, kültür değişimlerinde tat/lezzet endeksinin önemli bir parametre olduğunu biliyoruz. Fakat artık evlerimizin tüten ocak olmaktan çıktığını, hızlı hayatlarımıza hazır yemeklerin yakıştığını, damak tadımızın bile fabrikasyon hale geldiğini, kimyasallarla beslenmenin ceremesini sadece bizim değil bütün bir ekosistemin çektiğini, insanca beslenmenin maliyetine semiren zenginler dışında kimsenin güç yetiremeyeceğini biliyoruz. Sıradaki videoyu izliyoruz.

Tevfik Fikret’in bir şiiri var; “Yaşamak Aşkı”. O şiirde şair “saf u masum sanki bir zambak” diyor. Fikret’in arkadaşı Mehmet Rauf’un aşırı müstehcen bulunan ve edebiyat kamuoyunda tartışmalara yol açan romanını adı ise Bir Zambağın Hikayesi. Bu iki yakın arkadaşın aynı kelimeye bu denli yoğun bir zıtlık yüklemiş olmaları dikkat çekici. Ama biz zaten anlaşma niyetimizi askıya alıp raflarımızda kazanma mücadelemize yer verdiğimiz için bu iki şairin arasındaki mesafeyi yürüme mesafesinde görüyor, en yakınlarımıza ulaşabilmek için bile benlik otobanlarına çıkıyor, kendimizi daima doğruluk başkenti görüyor, birlikte olmanın neşesini birlikte görünmenin şıklığına değişiyor, 19. yüzyılda Amasya’da 16 odalı bir konağın 80 işçiyle bir günde kuruluverdiğinden habersiz yaşıyoruz. Sıradaki videoyu izliyoruz.

Kolektif delilik revaçtaysa bireysel delilik şiddetle reddedilir. Çünkü kendilerini kolektif delilikten koruyan sadece onlardır. Deliler özgündür. Hiçbir deli kimseye hatta başka bir deliye bile benzemez. 1908’de İngilizlerin İstanbul sefiri Sirkeci İstasyonu’na adım atınca şehrin gençleri sefirin arabasını çeken atları söküp kendileri arabayı çekmişler. Kolektif delilik bazen İngiliz atı olmak ister. Biz deli değiliz. Altıncı hissi para olanlar arasında nefes alıp veriyoruz kendimizin de en güçlü hissinin dolar ve altın kuru olduğunu kabul etmeden hem de. Bedenimizi kusurları giderilmesi gereken bir müsvedde gibi algıladığımızı, Modern toplum denilen şeyin bilgisayar kayıtlarında gerçekleşen bir mübadele sistemi olduğunu, Modernler olarak hepimizin hobisinin yanlış anlamak, politik gücü olmayanların hobisininse oy vermek olduğunu, evin emlak olmadığını bir türlü anlayamadığımızı, evlerimizi kaybettiğimizi, dahası yüzümüzdeki gerçekliği kaybettiğimizi, estetik cerrahinin fiziksel özelliğin sıradan bir başkalaşması olmadığını, önce hayal dünyasında gerçekleştiğini, görüntü toplumunun hayallerimizi sefilleştirdiğini, hiçbirimizin hakikatin tamamını bilecek zekaya bildiğimize inansak bile onu anlatacak zamana ve onu kabul edecek enayi bir kitleye sahip olmadığımızı önemsemiyor, sıradaki videoyu izliyoruz.

Bacakların sarf edeceği herhangi bir çabanın iki kalbi birbirine yaklaştıramayacağını biliyor oluşumuz… Bu da geçiyor. Sonra sıradaki videoyu izliyoruz.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım