İttihad-ı islam
Her ne kadar İttihad-ı İslam düşüncesi 1870’li yılların sonuna etkisini arttırmış, 2.Abdülhamid tarafından tatbikata konmuşsa da bu tabir Abdülhamid’den önceki Osmanlıpadişahları tarafından da kullanılmaktaydı.c
İttihad-ı İslam kavramı ilk defa Namık Kemal tarafından Hürriyet gazetesinin 10 Mayıs 1869 tarihli sayısında kullanılmış, ardından Yeni Osmanlılar’ın diğer yayın organlarında ve özellikle Basiret gazetesinde tartışılmaya başlanmıştır.
1871 yılına kadar çeşitli mahfillerde hararetle tartışılan bu düşünce, önce İstanbul gazetelerinden Osmanlı kamuoyuna aktarılmış, hareket kısa sürede bir kitle ideolojisine dönüşmüştür. 1873’te Ticaret-i Bahriyye mahkemesi zabıt kâtibi Esad Efendi tarafından yayınlanan bir risalenin başlığı da “İttihad-ı İslam”dır. Esad Efendi’nin kaleme aldığı “İttihad-ı İslam”, Müslümanlar arasındaki dayanışmanın önemi ve Avrupa tehdidine karşı hilafet etrafında birleşilmesi gerekliliği üzerinde duran, ayrıca Arapçaya çevrilerek hac mevsiminde hacılara dağıtılan muhtemelen İslam dünyasında bu adla neşredilen ilk müstakil eserdir.
İttihad-ı İslam kavramı Jön Türkler döneminin siyasi karmaşası içinde de Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük tartışmaları arasında bir çıkış yolu olarak yeniden gündeme geldi hatta bu isimle bir dergi de çıkarıldı.
Yani, II. Abdülhamid döneminde siyasi bir ideoloji haline gelen akım birden bire ortaya çıkmamıştır. Her ne kadar İttihad-ı İslam düşüncesi 1870’li yılların sonuna etkisini arttırmış, 2. Abdülhamid tarafından tatbikata konmuşsa da bu tabir Abdülhamid’den önceki Osmanlı padişahları tarafından da kullanılmaktaydı. Sultan Abdülaziz’in son zamanlarında “İbret” ve “Basiret” gibi gazeteler ve “Cemiyet-i İhyâ-yı İslâm” gibi dernekler, bu fikrin ateşli savunuculuğunu yapıyorlardı. İngiliz Dışişleri Bakanlığı’nın Ağustos 1873’te İslam âlemindeki bütün temsilciliklerine talimat göndererek Müslümanlar arasında bir bakıma dini karakterli olup siyasi uyanışı andıran gelişmelere karşı dikkatli olunmasını istemesi (Public Record Office, FO, nr. 881/2621 [Correspondence Respecting the Religious and Political Revival among Musulmans 1873- 18 7 41), İttihad-ı İslam tartışmalarının Avrupalılarca titizlikle takip edildiğini göstermektedir.
İttihad-ı İslam kavramı Jön Türkler döneminin siyasi karmaşası içinde de Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük tartışmaları arasında bir çıkış yolu olarak yeniden gündeme geldi hatta bu isimle bir dergi de çıkarıldı. 2. Abdülhamid’in iktidar yıllarında İttihad-ı İslam fikrinin devletin resmi politikası haline gelmesinde etkili olan hadiselerin başında, Osmanlı Devleti’nin Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarıyla yarısı Müslüman olan en az 5 milyon nüfusunu ve topraklarının üçte birine yakın bir bölümünü kaybetmesi gelir. Bu iki anlaşmayla, Tanzimat’ın Osmanlıcılık ideolojisi ve ittihad-ı anasır ümitlerine büyük darbe indirilmiştir. Devletin bekası için Müslüman unsurlardan başka bir dayanağın olmadığı duygusu yerleşmiştir. Hatta Müslümanların birliği konusundaki ideal, Osmanlı Devleti’nin sınırlarını aşan bir perspektif kazanmıştır.
Abdülhamid, hatıratında bu hususu şu cümlelerle ifade eder: ”Tenkidlere rahatlıkla tahammül edebilirim. Ancak kendimi sadece bir hükümdar addetmeyeceğim. Aynı zamanda bütün Müslümanların fikrini de dikkate almam lâzım geldiğini unutuyorlar. Hatta her şeyden önce Müslümanların başı yani halife olarak hareket etmem icap eder.”
Kemal Karpat’a göre Abdülhamid’in gayesi, tüm Müslümanları tek bir bayrak altında toplamak değildir. Dönemin şartlarında zaten buna imkân da yoktur. O İttihad-ı İslam fikriyle, içte Müslüman teb’a arasında bir birlik ve tesanüt oluşturmak, dışarıdaki Müslüman halklar için de Osmanlı devletini bir hami haline getirmek ve Müslümanları Batı tehdidine karşı hilafet etrafında toplamak düşüncesindedir. Abdülhamid bu konuyu şu sözlerle ifade eder: “Dindaşlarımın yaşadığı memleketlerin, büyük devletlerin elinde olması çok acıdır. Osmanlı Devleti’ne 20 milyon Müslüman katılmıştır. Buna rağmen Müslümanların gözü İstanbul’dadır. Düşmanlarımız maddî kuvvetimizi yıkmaya muvaffak olsalar dahi, mânevî kudretimiz bâki kalacaktır.” II. Abdülhamid döneminde İslâm âleminde ortak bir bilincin uyandığı inkâr edilemez.
- Doksanüç Harbi’nden itibaren Osmanlı Devleti’ni ilgilendiren uluslararası gelişmelerde, Hicaz demiryolu projesinde dünya Müslümanlarının gösterdiği harikulade dayanışma İttihad-ı İslam fikrinin çöküş anında bile Müslümanları gayrete getirebilen bir kudrete sahip olduğunu göstermektedir. Kurtuluş savaşında Hind Müslümanlarının gösterdiği kadirşinaslık da buna örnektir.
İttihad-ı İslam fikri Abdülhamid’e muarız kesimler tarafından da siyaseten kullanılmıştır. II. Abdülhamid’den sonra Osmanlı idaresini ellerine alan İttihatçılar bile onun siyasetinin mirasından faydalanma yoluna gitmişlerdir. Trablusgarp ve Balkan savaşlarında İslâm âleminden destek alabilmek için İttihâd-ı İslâm’a yapılan vurgular, I. Dünya Savaşı’ndaki cihâd-ı ekber ve cihâd-ı mukaddes ilânlarıyla en üst düzeye çıktı. Ancak bu dönemde neredeyse İslâm dünyası diye bir güç kalmamıştı. Millî Mücadele sırasında da dünya Müslümanlarına birlik ve dayanışma mesajları gönderilerek destek olmaları istenmiştir.
Bu çağrılara karşılık özellikle Orta Asya ve Hindistan Müslümanlarından önemli miktarda malî yardımın Türkiye’ye ulaştığı bilinmektedir. Hilâfetin ilgasından sonra (3 Mart 1924) ittihâd-ı İslâm bir politika olarak etkisini yitirmiştir. Sonraki yıllarda Müslümanların Milli Görüş örneğinde olduğu gibi, siyaset yapma imkânı bulabildikleri ortamlarda, canlandırmaya çalıştıkları bir fikir olarak varlığını günümüze kadar devam ettirmiştir.
Bugün de, özellikle İslam Dünyasında yaşanan son gelişmelerin de etkisiyle; belki farklı tarzda, İslam dünyasına yönelik tehditler ve çözüm yolları söz konusu olduğunda, kimi siyasetçiler ve düşünürler tarafından dile getirilen görüşlerde İttihad-ı İslam düşüncesinden etkiler bulmak mümkündür.