İslam estetiğine Sokrates'le bakmak
Sokrates'e göre bu sonsuz güzelliğin özellikleri İhlas suresi gibidir: Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez... Bütün güzellikler ondan pay alır. Kendisi onların parlayıp sönmesi ile ne artar ne eksilir ne de bir değişikliğe uğrar. Ona göre dünyanın güzelliklerinden başlayarak, dünyadaki güzele bakarak oluşan aşk basamaklarını çıktıkça yüce güzelliğe varılabilir. Sonunda güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de bir tek bilgiye varılır. Bu bilgi de, o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, gerçek güzelliğin özünü tanımaktan ibaret olan Tanrı'nın bilgisinden başka bir şey değildir.
- "Kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan kanıtlarımızı hep göstereceğiz."
- (Fussilet-53)
Âlemin ufkunda gördüklerimizi, kendi ufkumuzdan süzüp aktarırken derin bir felsefeden beslenir İslam medeniyeti. İslami sanatlar, güzellik ile kutsal; güzellik ve naiflik; doğa ve vahiy arasındaki ilişkilerden doğar. Bu zarif "estetik" anlayışının nüvesi olan Kuran'la bu bağlamda uyuşan ve bilinen ilk yazılı kaynaklar ise kulağa garip gelse de Antik Yunan'dan, Sokrates'ten gelir. Tarih boyunca hep güzelin peşinde olan insanın hikâyesi ve gerçeği gün gibi ortadadır. Buna rağmen İslam'ın içerisinde estetik felsefesinin yer almayacağını düşünmek, kendi ruhundan insana basiret üflemeyi lütfedene hakaret olurdu ki uzun yıllar da olmuştur! Sadece sanat için zannedilen, "estetik" retorik içerisindeki "güzellik" kavramı; dillerin ve ırkların ötesinde, medeniyetler arası, geçici olan her şeyden bağımsız ve evrensel bir iletim sağlar. Bunun yanında; en güzel olanın, Tanrı'nın aşkına çıkan yolun sebebidir. Yani estetik, yaratanın güzelliğinin izdüşümünü yaratılanda görebilen insanların işi olagelmiştir.
Dert şudur: Mecnun, Leyla ile güzelliğin ne olduğunu öğrenir. Mecnun artık güzeli sevmeyi biliyordur. Güzel olana doğru yolu bulur. Ama bunca güzelin sebebi nedir, kimdir? Leyla bunca güzel ise onun sebebi kim bilir nice güzeldir? Leyla kimden, neden kopup gelmiştir? Sudür eden, dünyaya düşen zerresi Leyla ise bu bütünün kendisi, Farabî'nin tabiri ile "bütün varlıkların kaynağı olan ilk neden", yani Mecnun'un Leyla'sının güzelliğin kaynağı, aşkın da kaynağı değil midir? İşte bu dert ile ilahi olan güzelin soyutluğu estetik olan somutla dünyaya meç edilir. Her somut "güzel", soyut olan "en güzel"in taklididir. Böylece "estetik", görünür olarak sanatın olsa da "ilk neden" olmasından mülhem teolojinin alanındadır. İşte bu, güzelliğin kaynağına ulaşma çabası, İslam filozoflarının, hat, mimari, müzik vb alandaki başarılarının da kaynağıdır.
Sözgelimi, Endülüs'ten kalan gotik mimari mirasının bugün dünyada hâlâ medeniyetler inşa ediyor olmasının da sebebidir bize göre. Yani İslam estetiğinin fiziki güzelliği, metafizik güzelliğin düşünsel boyutundan besleniyor olmasındandır. Son asırda kaybettiğimiz ve çürüyen estetik anlayışımız da keza yine ilahi güzelliğin ilhamını yitirmemizden kaynaklıdır. Sır buradadır. İslam estetik anlayışının, Antik Yunan'da Sokrates'le başlayan dönemle benzeyen yanı da aynı sırdan kaynaklıdır.
- "Şüphesiz O, iyilik edendir." (Tur, 28)
Kuran için de etik ve estetik değerler bütündür, Bir'dir. Rahman suresinde iyi ve güzeli bir arada vaat edenin derdi olan güzellik anlayışındaki "güzel" aynı zamanda erdemli olan "iyi"dir. Aşkın, "güzel olana" duyulan istek olması da aslında, en güzel olana seyreden yolun başlangıcı olmasındandır. Platon'un "Şölen" diyaloğunda konuşturduğu Sokrates'e göre de tıpkı burada olduğu gibi, aşk hâlinde bu sonsuz güzellik artık hep vardır. Dünyadaki güzel olan, iyi olan, aşk olan, estetik olan sadece ve sadece sonsuz ve en güzel olana duyulan kutsal hissin bir nevi provasıdır. Sokrates böylece, Mecnun'dan bihaber Mecnun'un mecnunluk sebebini anlatır. Onun bu diyalogtaki söylemleri, onunla başlayan bu fark edişi genişleterek sürdüren Yeni-Platonculukğun, Farabî'nin ve İbn Sina'nın estetiğe yaklaşımları, birbiri ardına ve aynı paralelde günümüze kadar seyretmiştir. Yani öyle zannettiğin gibi bir "güzel" senin güzelin değildir. Her güzel Bir güzel içindir. Yazılı en eski kaynakta da günümüzde yaşayan "ilahi aşk" alanında da "güzellik", tensel olanda başlayıp, tinsel olana doğru gelişen bir algıdır. Estetik ise bu güzelliğin sonsuz varlıktaki arayışıdır.
Sokrates'e göre bu sonsuz güzelliğin özellikleri İhlas suresi gibidir: Doğumsuz, ölümsüz, artmaz, eksilmez... Bir bakıma güzel ama bir bakıma çirkin, bugün güzel ama yarın çirkin, bir yerde güzel ama bir yerde çirkin, kiminin gözüne göre güzelken kiminin gözüne göre çirkin bir güzellik değildir. Kendini bir yüzde, elde, ayakta, bedene bağlı hiçbir şeyde gösteremeyecek; ne bir söz olacak, ne bir bilgi, ne bir canlıda, ne başka belirli bir varlıkta bulunamayacak; ne yerde, ne de gökte, hiç bir yerde olmayacak; ama kendi başına, kendi ile bir bütün olarak var olacak bir güzelliktir. Bütün güzellikler ondan pay alır. Kendisi onların parlayıp sönmesi ile ne artar ne eksilir ne de bir değişikliğe uğrar. Ona göre dünyanın güzelliklerinden başlayarak, dünyadaki güzele bakarak oluşan aşk basamaklarını çıktıkça yüce güzelliğe varılabilir. Sonunda güzel işlere, güzel işlerden güzel bilgilere, güzel bilgilerden de bir tek bilgiye varılır. Bu bilgi de, o tek başına var olan salt güzelliğe varmaktan, gerçek güzelliğin özünü tanımaktan ibaret olan Tanrı'nın bilgisinden başka bir şey değildir.
Platon'un, Yeni-Platoncuların ve onlardan etkilenen İslam filozoflarının sonunda varmak istediği nokta da budur: Güzel olan ile erdemli olan özdeştir. Sokrates'ten ilhamla ilerleyen Yeni-Platoncu anlayışta da "Bir" olan, yani Tanrı, "iyi ve güzel"dir. Bir'in güzelliği, husn, behâ ve ziynet gibi gayet estetik çeşitli kavramlarla da ifade olur. Plotinus Enneadlar'da "estetik" olan hakkında, "duygusal bir metin, kafiyeli bir şiir, afili bir müzik, enfes bir tablo, güzel bir yazı vb. değildir" der. Aslında sorun o ki günümüz Müslümanlarının bir bölümü de sanatı, tam olarak bu tanımdan ve bundan ibaret görmekten dolayı benimseyememiştir. Üstelik bu benimseyememe hâli zamanla selefi kültürün geleneklerine de dönüşmüş; sanat, bidat yaftası altında "günah" sınıfına da sokulmuştur. Oysa bu tavır İslamî değildir. Tam tersine Antik Yunan'ın Platon'dan önceki dönemine ait ve yobazca olan "estetik" fikirlerine karşılık gelir.
Çünkü Platon'dan bayrağını devralan ve İslam felsefesinin de etkilendiği Plotinus'un dediği gibi estetik; "güzel, orantı ve uyumdur" tanımından ibaret değildir. Plotinus da tıpkı Kur'an gibi, orantılı ve uyumlu maddeden önce gelen ve bunların üstünde bulunan bir güzelliği dert ettiği için Farabî ve İbn Sina gibi isimler tarafından geliştirilerek İslam düşüncesindeki "sudur" teorisine temel atmıştır: Tanrı'nın bir, basit, bölünemez ve değişemez olduğunu öne süren Plotinus, içinde yaşadığımız dünyanın varoluşunu anlayabilmek için, bu öğretiyi geliştirmiştir. Bu dünyadaki şeylerin kaynağını, onların Tanrı'dan zorunlulukla çıktığı, türediği ya da sudur ettiğini söyleyerek açıklayan Plotinos'a göre, var olan şeyler Tanrı'dan; sıcak, kaynağı olan güneşten nasıl çıkıp yayılıyorsa, öyle çıkıp yayılır...
- O vardır. Güzel olan ne var ise ondan taşmıştır.
- Güzel olan, iyi ve ahlâklı olandır.
- Güzel olan neyin ucundan tutsan, O'na varır.