İnsanda kaybolan bataklık
Bir araya gelmesi mümkün olmayan, geçmişte birbirleriyle çatıştığını bildiğimiz, bambaşka dünya görüşlerine sahip örgütler aynı saftalar. Son fraksiyonların geçmişini birazcık bilenlerin küçük dilini yutacağı bir birlik halindeler. Şemsiyenin altında hepsine yer var. Bayrağın altına ise bir türlü sığamadılar.
Sonra ne oldu? Kız yine de ağlamaya devam etti. Zaman ve mekân değişti. Yürekler gölgelendi. Güzelin adı değişti. Adın güzeli değişti. Kendimizi bulmak için bir define haritası gerekti bize. Gömülerin üzerine çok topraklar atıldı.
***
Kazancakis’in Girit’te, Mişima’nın Japonya’da, Marquez’in Kolombiya’da, Goethe’nin Almanya’da, Aytmatov’un Kırgız bozkırlarında, Puşkin’in Rusya’da, Calvino’nun İtalya’da, İvo Andriç’in Balkanlar’da, Nizar Kabbani’nin Şam ve Beyrut’ta bulduğu gömülerden bahsetmek istedim aslında.
Ve elbette Sezai Karakoç’un, Kemal Tahir’in, Tarık Buğra’nın, İsmet Özel’in, Nurettin Topçu’nun bu topraklar da bulduklarından da…
İçlerinde bataklıkların kaybolduğu akademisyenler, yazarlar, sinemacılar imzaladıkları bildirilerle, yazdıkları yazılarla, ekranlardaki konuşmalarıyla bize diyorlar ki; ‘Siz hala burada mısınız? Siz siz olarak niye varsınız? Bakın biz bir şemsiyenin altına girdik. Bu şemsiyenin altında biz, İstanbul’da Londra arıyoruz. Ankara’da Paris. Biz bu şemsiyenin altında Fransız bir romancı, İtalyan bir şair, Amerikalı bir yönetmen nasıl yapıyorsa öyle yapmak, o şekil eylemek derdindeyiz. Bunu yaparken de sizi etrafta görmek istemiyoruz, steril yabancılığımıza halel getirmeyin. Bunun yolu marjinal sol grupların silahlı eylemlerini desteklemekten geçiyorsa biz varız. PKK, PYD, YPS, YDG-H bunlara da boş değiliz.’
Şemsiyenin altına girenler ile bayrağın altında olanlar arasında bir mücadele bu. Başka düşüncelerin, fıtratların, meşreplerin bu zaviyeden bakınca bir önemi yok. En üst perdedeki saflar bu şekilde. Bir araya gelmesi mümkün olmayan, geçmişte birbirleriyle çatıştığını bildiğimiz, bambaşka dünya görüşlerine sahip örgütler aynı saftalar. Son fraksiyonların geçmişini birazcık bilenlerin küçük dilini yutacağı bir birlik halindeler. Şemsiyenin altında hepsine yer var. Bayrağın altına ise bir türlü sığamadılar.
***
Kaptan şiirlerini yazan Atila İlhan’ın, yani Cenova garından, Paris’ten, Sidney Bechet’in caz havalarından, Saint Micheal’deki talebe kahvelerinden bahseden Atilla İlhan’ın Zehra’nın gözlerinde gelip durduğu yeri yadırgarlar. Paris’te Zehra’yı aramasındaki esaslı vaziyeti kavrayamazlar. Çünkü onlar Zehra’da Paris’i ararlar. Boşuna sözü Atila İlhan’a getirmedim. Şimdilik mevzuyu o kapatsın; “Türk aydını Türk değildir”...