İmam Abdullah Harun
İmam Abdullah Harun’un şehadetinden 55 sene sonra bir başka Apartheid rejimi olan Siyonist rejimin ilk kez soykırım suçlaması ile yargılanmaya başlaması ne de anlamlı.
28 Mayıs 1969 günü Cuma hutbesini dinlemek için hazırlanan Güney Afrikalı müslümanlar, camiye vardıklarında dinlemeye alışık oldukları o muazzam hutbelerin vaizi İmam Abdullah Harun’un yerinde olmadığını gördüler. 1956 yılında, 32 yaşındayken imam seçilen Abdullah Harun, özellikle gençler tarafından öyle çok sevilirdi ki. Etraftaki ihtiyaç sahiplerine yardım için fonlar oluşturmuş, sömürgecilik karşıtı yayın organları kurmuş ve kısa sürede aktif bir cemaat oluşturmayı başarmıştı. Ayrıca Müslüman kadınların eğitimi için araştırma merkezleri kurmuş, okuma grupları geliştirmiş ve camide büyük bir dini eserler kitaplığı oluşturmuştu. Bir yandan Güney Afrika’da bulunan tek Müslüman gazete olan Muslim News'in yöneticiliğini yapıyordu.
Güney Afrika hükûmetinin ırkçı politikalarına karşı olan direniş, o imam seçildikten birkaç sene içerisinde yani 1960’lara gelindiğinde iyice kuvvetlenmiş ve Müslümanlar daha da etkin hale gelmişlerdi. Çeşitli dergi, gazete ve kitap yayınlamanın yanı sıra artık sık sık miting ve yürüyüşler düzenliyorlardı. İmam Abdullah Harun ve arkadaşları tarafından kurulan Müslüman Gençlik Hareketi tüm bu çalışmaların odak noktasındaydı. Irk ayrımı politikalarına karşı İslami bir direniş başlatan hareket kısa sürede Afrika Milli Kongresi’yle de ortak çalışmalar yürütmeye başlamıştı.
O sabah İmam Abdullah Harun görev yaptığı camiye gelmişti gelmesine aslında ama Apartheid yetkilileri, hutbeye az bir zaman kala tutuklayarak götürmüşlerdi O’nu. 1948 senesinden bu yana süren Apartheid Rejimi ırkçılığın korkunç karanlığını bütün ülkeye yaymaya çalışıyor, Güney Afrika beyaz adamın çamurlu ayaklarının altında çiğnenip duruyordu. Apartheid’ın başlamasından 24 sene önce Cape Town’un güneyinde Clermont isminde, Müslümanların çoğunlukta olduğu güzel bir kasabada doğmuştu Abdullah Harun. 14 yaşında Kuran-ı Kerim’i ezberleyerek hafız olmuştu. Aslında Güney Afrika Müslümanlarının gelişiminde, 1862 senesinde Sultan Abdülaziz tarafından bölgedeki Müslümanlar arasındaki ihtilafları çözmek üzere buraya gönderilen Ebubekir Efendi’nin de katkıları büyüktü. Ebubekir Efendi, buraya geldiğinde tasavvuf ehli görüntüsüyle dinî duyguları sömüren insanlar türediğini tespit etmiş ve Müslümanlar arasındaki cehaleti ortadan kaldırmak için okullar açmıştı. Yardımcısı Ömer Lütfi ile yüzlerce talebeye önce Kur’an okumayı öğretmişler, hafızlığını tamamlayanları da kurdukları okullarda hoca olarak istihdam etmişlerdi.
Hafız olduktan bir süre sonra Mekke’ye giderek buradaki önemli âlimlerden dersler alan Abdullah Harun’un 2 sene sonra ülkesine döndüğünde izleyeceği yol belliydi. Yeni filizlenmeye başlayan Apartheid rejimine yani ırkçılığa karşı mücadele etmek. Zira inancının sadece bir dizi ritüel ve ibadetten ibaret olmadığına, Müslümanların haysiyetini ayaklar altına alan her türlü kötülüğe en başta da şeytanla eşdeğer ırkçılığa karşı savaşmak olduğuna inanıyordu. Cape Town'un en büyük camilerinden birinin imamı seçilmesi, Müslümanların ırkçılığa karşı örgütlü bir mücadele sürdürmesi üzerinde büyük bir etkiye sahip olacaktı o nedenle. Seçim yoluyla elde edilen imamlık ünvanı, Kur’an ve İslami ilimler öğretme dışında İslam toplumunun en önemli makamlarından birisiydi.
İngiliz devleti, 1961 senesinde çoğunluğun kararını hiçe sayarak beyazların önderliğinde bağımsız bir Güney Afrika devleti kurmaya karar verdiği zaman 5 senedir bu görevi sürdürüyordu. Güney Afrika’nın her yerine yayılan gösterilerin de liderlerinden birisiydi artık. Öyle ki, konuşmalarından etkilenerek İslamiyet’e geçen pek çok kişi olacaktı. Önce 1961 senesinde yazdığı manifesto niteliğindeki “İslam’a Çağrı” kitabıyla, sonra da 1965 senesinde gerçekleştirdiği vaaz ile ünü bütün İslam ülkelerine yayılmıştı artık.
28 Mayıs 1969 günü bir mevlit kandilinde, hutbe öncesinde gözaltına alınmadan uzun bir süre önce tehlikeliler listesine alınmıştı. Götürüldüğü Matiland Karakolu’nda 138 gün boyunca gördüğü yoğun işkencelere rağmen Güney Afrika Müslüman cemaatinden kimse hakkında en ufak bir bilgi çıkmamıştı ağzından. Görülmemiş işkencelere maruz kalacak, yine de tek kelime etmeyecekti. Apartheid yetkilileri 27 Eylül 1969'da günü işkence altında şehit edilene kadar birşeyler öğrenmeye uğraşmışlardı O’ndan.
Bu yazıyı yazdığım dakikalarda, Güney Afrika Cumhuriyeti'nin Uluslararası Adalet Divanı'nda İsrail'e karşı açtığı tarihi soykırım davasının ilk duruşması devam ediyordu. Keşke İmam Abdullah Harun görseydi onların bu izzetli duruşunu diye düşünmeden edemedim. Demek ki hiçbir kavga boşuna değil, diye düşünmeye devam ettim sonra. Hayatını hiçe sayarak ırkçılığa karşı mücadele eden, Müslümanların haysiyetini korumak için 4,5 ay işkenceye katlanan bir liderin o büyük mirasından geriye bir şey kalmaması mümkün müydü? İmam Abdullah Harun’un şehadetinden 55 sene sonra bir başka Apartheid rejimi olan Siyonist rejimin ilk kez soykırım suçlaması ile yargılanmaya başlaması ne de anlamlı oldu o yüzden, ne de güzel oldu.