Hürrem yüzüğü gelmiştir

moda
moda

Vitrinler bir şekilde tabloid gazetelerin renkli birinci sayfaları gibidir. Size toplumda ne olup bittiğini en kısa yoldan haber verir. Takı dükkânları, butikler, ayakkabıcılar, kafeler, yol boyunca sıralanmış camekânlarda birinci sayfa haberlerinden magazine, her meşrepten haberi okuyabilirsiniz eğer dikkatle bakarsanı

Şehrin enstrümanları, metropollerin o bilindik müziğini bestelerken hayat da havanın dayattığı melankoliyle akıp gidiyor. Bir süreliğine kendimi de zihnimi de sadece bu ritme bırakmaya karar vermişken kulağıma çalınan sözle başka yöne kayıyor ilgim. İki genç kız bir vitrinin önünde konuşuyorlar. Vitrinler bir şekilde tabloid gazetelerin renkli birinci sayfaları gibidir. Size toplumda ne olup bittiğini en kısa yoldan haber verir. Takı dükkânları, butikler, ayakkabıcılar, kafeler, yol boyunca sıralanmış camekânlarda birinci sayfa haberlerinden magazine, her meşrepten haberi okuyabilirsiniz eğer dikkatle bakarsanız.

Başlarını ilgiyle uzatmış oldukları halde mankenin üzerindeki şalı inceleyen kızlardan biri diğerine iştahla anlatıyor bilmiş bilmiş: “Bu yıl çok moda olacak bunlar, geçen gazetede bir mankenin üstünde de vardı.” Diğeri gözleri şalın motiflerinde gezinirken, başını sallayarak arkadaşını onaylıyor dalgın dalgın. Kim bilir hangi hülyaya dalgın. Sıradanlığa karşı açılan savaşın mühimmat depoları bu dükkânlar. Ne olmak istiyorsanız, dükkânlar size onu satıyor.

Bir bijuteri dükkânının camekânına yapıştırılmış kâğıt gözüme ilişiyor. Satıcı değme psikologlara taş çıkartacak denli insanın zaaflarının farkında belliki. Beyaz dosya kâğıdında iri harflerle “Hürrem yüzüğü gelmiştir” yazıyor. Bu ilandaki kurnazlığı, insani zaafların nasıl da fark edildiğini düşünüyordum ki, otuz adım sonrası, cama bantlanmış başka bir reklam görüyorum. İnsanı anlamak isteyen vitrin yazılarına baksın, dedirtecek cinsten. “Sürüden ayrı t-shirt tasarımları.”

Moda mevhumunu, modernizmin hastalıklarından biri olarak kestirip atamayız. Çünkü değil. Her iki satıcı da bunun farkında. Modanın, bizim taklit zaafımızın bir tezahürü olarak hep var olduğunun farkındalar. Her insan doğası gereği bir yaşam kullanma kılavuzuna ihtiyaç duyar. Hepimiz, farkında olalım ya da olmayalım, bu yaşamı nasıl yaşayacağımız ne yiyip ne içeceğimiz nasıl biri olarak yaşamayı bırakın, nasıl biri olarak ölmek istediğimizi bize anlatacak kılavuzlara ihtiyaç duyarız.

Moda, en açık tabirle -doğru ya da eğri- insanın bir yaşam kılavuzu arayışının sonucudur. Esnaf bal gibi biliyor ki, insan denilen varlık parmaklarına hangi yüzüğü takacağının derdindedir, hem bir gruba ait olmanın hem de ait olduğu o grupta sivrilmenin ve sıradışı olmanın derdindedir. Örneğin, Hürrem Sultan yüzüğü, dişil bir kudretin temsilidir ve Muhteşem Yüzyıl adlı diziyi seyreden birçok kadın o yüzüğü parmağına geçirmek, o yüzüğe yüklenen anlamla kendine anlam katmak isteyecektir.

Sosyolog Georg Simmel, taklidi “psikolojik kalıtım olarak grup hayatının bireysel hayata intikali” olarak tanımlar. Bizim kurnaz satıcı, en az dünyanın önde gelen sosyologlarından biri olan George Simmel kadar meseleyi çözmüştür. Bir yandan bir gruba aidiyet hissi, bir yandan gurubun içinde yok olup gitmenin, sıradanlaşmanın korku ve endişesinin insan ruhunda ürettiği çatışma, bizi bu iki cepheyi uzlaştıracak çözümler aramaya yöneltir. Modayı vazgeçilmez kılan da bu ikili durumun her ikisini de tatmin etmeyi vadetmesinde yatar. Hem bir gruba aidiyeti hem de bu aidiyetin içinden sivrilip öne çıkmayı sunar.

Bu özelliği ile moda, insanlığa çok büyük bir kolaylık sağlıyor dense yeridir. Bu sadece kılık kıyafet ile de sınırlı değil. Bir fikir, bir müzik türü, bir –izm de bir dönemin modası haline gelebiliyor. Ve bizleri, “ne giyeyim”, “ne düşüneyim”, “nasıl yaşayayım” gibi hayati kaygılardan yakamızı sıyırıp seçim yapma sorumluluğundan kurtarıyor. Bizim için hazırlanmış konseptleri, yapılmış seçimleri kendi hayatımıza uyarlayarak, bir yaşam tarzı elde etme konforunu sağlıyor.

Mesela, dünyaca ünlü giyim markaları, bizlere sunduğu her yeni kreasyonla bir yaşam tarzı da pazarlıyor. Bir topluluğa ait olma hissi ile bireyselliği yitirme korkusu arasında savrulan bireyi, en zahmetsiz yoldan tanımlarla donatıyor. “Moda amma iyiymiş” dediğimi düşünmeyin ama “moda kötüdür” de demeyeceğim. Günümüz modasını anlayarak, günümüz insanların kaygılarını isteklerini, yoksunluklarını anlama çabası benimki.

Modanın, bizim fıtri zaaflarımızın en doğal tezahürü ve bu zaafların en kolay yoldan karşılayan sektöre dönüşmesi ise modernizmle olmuştur. Sanayi devrimi sonrası moda bir sektör haline geldi ve bir anda toplumsal kimlik satın alınabilir bir metaya dönüştü. Seküler yaşam ise onu tapınak haline getirmiş, moda ikonları başka bir tabirle de moda putları üretmiştir.

Moda ikonları, giyimleriyle ne içip ne yedikleriyle bir taklit öznesi haline gelmekle kalmadı, kadim tapınağın kutsal rahibeleri ve rahipleri haline de geldiler. Nihilizmin kurak toprağında can çekişen ruhlara karşı üstlendiği bu kurtarıcılık ona ilahi bir rol vermişti. Ve bu da ona bir tür dokunulmazlık kazandırmıştır. Modanın bize kapılarını açtığı harikalar diyarı aslında tek bir şeyi vadediyor: Sıradışı olmak. “Hürrem yüzüğü gelmiştir” ilanı, müşterilerine diyorki, “Gelin, takın bu yüzükleri ve kendinizi bir an olsun Hürrem gibi hissedin, güzel ve güçlü...”

Bu çağrıya uyduğumuzda o yüzüğün afyonu bizi biraz olsun başka bir diyara taşısa da, aslolan oyalanmadan gerçek kılavuzun peşine düşmek. Sürekli değişen çağın modasının insandaki karşılığını anlayıp, içimizdeki hangi boşluğu doldurduğunu görmek ve yol haritamızı ona göre çizmek. Sahte peygamberlerle oyalanacak kadar uzun değil hayat.