Hocalı 1992

Hocalı 1992
Hocalı 1992

O gece bizi öldürdüler. Annemi, babamı, dedemi, ablamı. Arkadaşlarımı ve tanışlarımı. Çocukluğumu ve gençliğimi. O gece altı yüz on üç insanı, katlettiler. Kimini kurşunlarla, bombalarla. Kimini camilere doldurup diri diri yakarak.

Hafif bir rüzgâr… Gök ışımak üzere. Ağır bir koku genzini yakıyor. Yalın ayak, ağır adımlarla yürüyor. Durup kemiklerini yokluyor bazen. Topallayan sol ayağına bakıyor. Zaman yanmış evlerle ve hayatlarla birlikte. Taş. Çamur. Kan… Sırtının tam ortasından incecik süzüyor çamura kesmiş toprağa…

***

Şubat’ın yirmi beşinin son demleri. Yıldızlar, ağlamaya hazırlanan insanlar misali ellerinde mendille bekliyor gibiler. Belli ki bir şey olacak. Köpekler havlıyor hiç durmadan. Uzaktan kurt ulumaları yükseliyor. Hayır değil, şer böylesi. Komşulardan Cavid Bey, köpeklere kızıyor. “Ötede havlayın. Uğursuzluk çıkarmayın gece gece.” diye bağırıyor.

Boyası akmış sobanın içindeki yemiş kabukları çatır çutur yanıyor. Çaydanlığın ağzından ince ince su sızıyor. Kızgın tenekeye yayıldıkça tuhaf bir ses yankılanıyor.

Anne saçlarını örüyor, kızının usul usul. İnce parmakları kızının saçlarında ama gözleri pencerede. Puslu camın ötesinde. Bilinmeyende.

Çocuk, dedesinin birkaç gündür söylediklerini düşünüyor. “Bizi sevmeyenler var kızım. Yüreklerine kin kazınmış insanlar. Hep tetikte olmak lazım.” Çocuk, “Nasıl tetikte olacağız dede? Silahımız, yok ki…” demişti.

“Evvela tevekkül Allah’a sonrasında tedbir, kazma, kürek neyimiz varsa.”

“Kimdir onlar dede? Onlar da bizler gibi insanlar mı?” diye sormuştu, çocuk.

“Zahirde öyle lakin batinde…” deyip susmuştu dede. Sonra eklemişti: “Bir zamanlar insanlarmış.”

Ağaçlar hışırdıyor dışarda. Kırık bahçe kapısı açılıp kapanıyor, rüzgâr marifetiyle.

“Reyhan kokulu kızım. Tavşan dişli Maralım.” diyerek gülümsüyor, anne. Bu tebessüm, her şeyin yolunda olduğuna dair bir teselli.

Çocuk bunun nafile bir teselli olduğunu biliyor. Zira baba, zihnindeki korku treni için döşenmiş rayları sökmeye uğraşıyor. Bunu, Rus işi kavanoz camlı gözlüklerinin ardından gazete okurken iki kat büyüyen gözlerinden anlıyor.

“Canım kızım, canım kızım.” Nidaları bir sayıklamaya dönmüş. Sonra anne susuyor. Evin her köşesini katı bir sessizlik kaplıyor. Duvardaki saatin akrep ile yelkovanı yavaşlıyor. Sessizlik derin ama uçsuz değil. “Keşke öyle olsaydı. Keşke herkes sussaydı da dedemin namaz kılarken ağzından fısıltı halinde dökülen dualar kalsaydı gök kubbede. İlahi avizeler gibi… Ama kalmadı.” diyecek kız, büyüdüğünde.

Abla, “Çay oldu.” diyor. Bir silah sesi! Değil iki. Üç ve dört. Baba o an kalkıp pencereye koşuyor. Peşinden içimizi parçalayan patlamalar. Çınlama... Haykırışlar. Küfürler. Koşturmalar. Postal sesleri!

“O gece bizi öldürdüler. Annemi, babamı, dedemi, ablamı. Arkadaşlarımı ve tanışlarımı. Çocukluğumu ve gençliğimi. O gece altı yüz on üç insanı, katlettiler. Kimini kurşunlarla, bombalarla. Kimini camilere doldurup diri diri yakarak. Hamile kadınların karınlarına süngüler sokarak. Çocukları oyuncak bebeklermişçesine sağa sola fırlatarak!

O gece Hocalı’da kin ve kan vardı. Ailemden kalan şeyler; duman, parçalanmış bedenler, yırtılmış kanlı elbiseler, kırılmış gözlük camlarıydı.

Sesler sustuğunda kaçtım. Kimdim, neydim unutmuştum. Öyle çok ağlıyordum ki, bir daha hiç susamayacağıma inanmıştım. Yalın ayak dağlara doğru koştum. Etrafımda benim gibi yalın ayak, yarı çıplak kaçanlarla birlikte.” diyecek kız, büyüdüğünde.

Çamura bata çıka yürüyor kız, kanlı parmaklarıyla yüzünü yokluyor. Ağzına, burnuna, gözlerine dokunuyor. Ağlıyor. Ardında ateş denizinin içindeymiş gibi duran yurdu; Hocalı!

Gecə fıtnə toxuyur,

Kim yazır, kim oxuyur?

Bu hava qan qoxuyur,

Ağla, qərənfıl, ağla!

Bu gecə - cəllad gecə,

Bu gecə - zülmət gecə,

Bu gecə - zillət gecə,

Ağla, qərənfil, ağla!

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım