Hey sen...İlk ırkçı, şeytan!

Hey sen…İlk ırkçı, şeytan!
Hey sen…İlk ırkçı, şeytan!

Öncelikle sana söylemem gereken bir şey var. Bak şimdi iyi dinle. Bizim buralar, yani İslam toprakları ne ile doludur biliyor musun? Bize rağmen bize karşı şeytanlık etmeye ve dışarıdan bir yerlerden gelerek ırkçılığı bu topraklarda yaymaya çalışanların mezarları ile. Yani eğer bakarsan, böyle binlercesinin toprak altında olduğunu görürsün burada. Allah, planlarını ellerine ayaklarına dolaştırmış ve en nihayetinde rezil rüsva edip bırakmıştır hepsini. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır çünkü. Herkesin ne yapıp ettiğini, hatta zihninden geçirdiklerini dahi işitmekte ve görmektedir.

Bu bizim için öyle büyük bir güvendir ki. Öyle güçlü ve gözü kara kılar ki bizi. İstiklal Marşı’mız bile “Korkma” diye başlar o nedenle. Ve marşımızın şairi Büyük Akif “Arabın Türk'e, Lazın Çerkez'e yahut Kürd'e, Acemin Çinliye üstünlüğü mü varmış? Nerde!” mısralarının da yazarıdır aynı zamanda. Bizler de, hem Allah’tan başka hiçbir şeyden korkmayız, hem de üstünlüğün sadece takva ile olduğundan dilimizdeki besmele kadar eminizdir. Bizim peygamberimiz Hz Muhammed (sav) Veda Hutbesi’nde “Arap'ın Arap olmayana, Arap olmayanın da Arap üzerine üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahın da kırmızı tenli üzerine bir üstünlüğü yoktur” diye seslenmiştir ümmetine. Bizim halifemiz Hz Ebu Bekir (ra), bütün servetini kölelerin özgürlüğüne kavuşması için harcamış ve sonra o kölelerden birisi olan Bilal Habeşi (ra) ilk ezanımızı okumuştur.

Bizim hikayemiz budur. Bizim kitabımızda "Onlardan önce bu yurda yerleşmiş ve gönülden inanmış olanlar, kendilerine göç edip gelenleri severler, onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar; ihtiyaç içinde olsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin bencilliğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır" yazar. Bizim milyonlarca insanımız sabahtan akşama kadar hayırlı işlerin peşinde koşarlar. Bundan 4-5 sene evvel Ramazan ayında yaşadığımız bir olayı anlatmak istiyorum sana. İftarımızı Çamlıca’da açmak için arkadaşlarımızla hazırlık yapmıştık. Planımız, iftar sofrasını hazırladıktan sonra içimizden birinin arabayla giderek, hepimizin tanıdığı ve çok sevdiği Suriyeli bir aileyi alıp yanımıza getirmesiydi. Çamlıca Tepesi’ne oldukça yakın bir yerde oturan ailenin annesi olan teyzemiz oldukça yaşlıydı ve dışarı nadiren çıkabiliyordu. Böylece biraz hava da almış olacaktı. Her neyse, soframızı kurduk, arabayla aileyi almaya giden arkadaşımızı beklemeye başladık. Ancak çok kısa bir mesafeye gitmiş olmasına rağmen aradan yarım saatten fazla geçmesine rağmen hâlâ dönmemişti. Neredeyse ezan okunmak üzereydi. Arkadaşımızı aradığımız zaman bize verdiği cevabı, bugün bile gülümseyerek hatırlarız aramızda. “Teyzemizi ve ailesini getirmeye çalışıyorum ama burada küçük bir sorun var” demişti. “Nasıl bir sorun var, hayırdır inşallah” diye sorduğumuzda ise şöyle söylemişti; “Burada ailemizi iftara davet etmek için gelen iki ayrı grup daha var. O arkadaşlarla tanıştım şimdi. Bir kısmı bizim gibi Çamlıca’da iftar sofrası kurmuş, diğer arkadaşlar da evlerinde misafir etmek istiyorlarmış.”

Bizim hikayemiz budur. Bizim kadınlarımız boynundaki altın kolyeyi çıkarır ve evine erzak alması için komşusu Suriyeli kadına verir. Bizim çocuklarımız kendi harçlığından Suriyeli arkadaşına da dondurma alır. Sürsün diye bisikletini verir. Beraber top peşinde koşar, güler, oynarlar. Susarlar, beraber aynı çeşmeden su içerler. Bir keresinde, doktor dostlarımız ile birlike sağlık taraması yapmak için yoksul Suriyeli ailelerin yoğun olarak yaşadığı bir mahalleye gitmiştik. Pek yaramaz, 9-10 yaşlarında Suriyeli bir yetim çocuk varmış. Her gün düşer ve bir yerini kanatırmış. Kimi zaman evlerin çatılarına çıkarak, oralarda bile dolaştığı olurmuş. Mahalleliler bize, onun bu yaramazlığından bahsederken, aynı şeylerde ufak tefek, Türk bir oğlan çocuğu lafa karışarak şunları söylemişti; “O benim arkadaşım ve hiç kötü bir şey yapmıyor”. Hayatım boyunca beni en çok etkileyen sahnelerden birisiydi bu. Henüz küçücüktü ama yerinden yurdundan sürülmüş ve babasız kalmış arkadaşı için dünyayı bile karşı alacak bir kudrette görünüyordu çünkü.

Bizim hikayemiz çok güzeldir ve başımızın sana karşı hep dimdik oluşu da bundandır işte. Sana yoldaşlık edenlere karşı sesimizin bu kadar güçlü çıkmasının sebebi de budur. Bizim bütün o soylu öfkemizin sebebi de budur. Bizim seninle olan kavgamızın hikayesi çok eskidir. Çok eskidir bu seninle olan meselemizin başlangıcı. Büyük kumandanımız Selahaddin Eyyübi’nin kabrini tekmeleyen İngiliz General Edmund Allenby’ı da biliriz bizler. İngilizlerin, kendi ürettikleri kumaşlar satılsın diye binlerce Hintli terzinin parmaklarını nasıl kestiğini de biliriz. Fransızların, Suriye’de ya da Cezayir’de insanları nasıl kurşuna dizdiklerini de biliriz, Amerikan askerlerinin Irak’ta yaptıklarını da… Bizler senin, tarih boyunca göçmen yurdu olmuş topraklarımızda, batı kökenli ırkçılık belasını içimizdeki bir takım batıcı ajan unsurlar üzerinden nasıl yaymaya çalıştığını da biliriz. Bizler, herkesin her türlü hesabından kitabından haberdarızdır. Kimlerin kimlerle, ne yapmaya çalıştıklarını iyi bilmekteyizdir.

Daha önce defalarca geçmişizdir aynı yollardan çünkü. Sayısız kere aynı tuzakları atlatmışızdır. Elbette bugünleri de alnımızın akıyla atlatırız. Biz seni önemsemeyiz, senden korkmayız. Zavallı bir yoldan çıkarıcıdan öte bir anlamın yoktur gözümüzde. Sen ve sana yoldaşlık ederek kendi ülkesinde beşinci yol faaliyeti yürütenler ucuz birer sahtekârdan fazlası değildir bizler için. Kolayca üstesinden gelmeyi de biliriz o nedenle. Bizim buralar, yani İslam toprakları ne ile doludur biliyor musun?

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım