Her şeyin bir tersi var
İnsan, korkularının üstüne giderek kendini hayata karşı galip göstermek ister. Korkusunun altında ezilmek yerine korkusunu ürküterek kendini kıyıya çekmektir muradı. Cahit Sıtkı'nın büyük bir telaş ile şiirlerinde ölümün üstüne üstüne gitmesi de bundandır.
Dünyanın çok çelişkili bir konak olduğu muhakkak. Zıtlıklar birbirini besleyerek, hayatın ritmi yakalanıyor. Bazen bilerek bazen de kendiliğinden oluşan birliktelikler bir bakıyoruz uyumlar dünyasındaki yerini almış, âhenkli bir yürüyüş gibi adımlıyor zamanı. Aslında zıt olan belki de zıt değil. Zaman ve şartlar böyle bir zemin hazırlıyor dünyevîleşen bir bakış açısını pekiştirmek için. Melek var ki şeytan var. İyiliğin olduğu yerde kötülük de olunca kıymetler daha iyi anlaşılıyor. Uzakların yanında yakınlar bir el uzatımında öylece duruyor. Kendisine dokunacak bir sihirli eli ya da bakışı bekliyor insan. Gördüklerimiz, yaşadıklarımız bize tutulacak bir yol sunuyor. İstediğimiz yerden geçerek gidiyoruz gönlümüzce. Birileri yolu değiştirmesin yeter ki yolun sonu öyle güzel bir iklime çıkıyor ki huzur gibi. İnsan gönlünce yaşamak istiyor aslında. Kimseye aldırmadan, acaba ne derler denen kuyuya düşmeden ve kendi sınırlarını kendi çizerek. Üstündeki kara bulutları elinin tersiyle itip, çiçekli yollardan geçip, çamurlara bata çıka, dikenler batarken eline yakasındaki gülü düzelterek yaşamak istiyor insan.
Mehmet Âkif çileli hayatında gönlünü Neyzen Tevfik'in nağmeleriyle dinlendirirmiş. Sebilürreşad dergisine kör kütük sarhoş gelen Neyzen, bir süre sonra neyini üflemeye başlayınca Âkif'in onu birçok kez gözyaşları içinde dinlediğine şahit olurmuş arkadaşları. Bu ikilinin yaşantısını düşününce bu birlikteliğin nasıl olup da gerçekleştiğine ilk bakışta akıl sır ermiyor diyebiliriz. Kuran şairi Mehmet Âkif ve demlenmeyi bir yaşam biçimine dönüştürmüş Neyzen Tevfik. Bazen zıtlıklar öyle bir hâl alır ki ortak payda dediğimiz yaşanmışlıklar insanları aynı çizginin üstünde buluşturabilir. İnsanlara kırılmayan ama kırıldığı zaman da kolay kolay affetmeyen Âkif, bu kuralı sadece Neyzen Tevfik için bozarmış. Defalarca yanından kovduğu, kızdığı, küstüğü Neyzen'e kucak açan yine o olurmuş. İnsan, korkularının üstüne giderek kendini hayata karşı galip göstermek ister. Korkusunun altında ezilmek yerine korkusunu ürküterek kendini kıyıya çekmektir muradı.
Cahit Sıtkı'nın büyük bir telaş ile şiirlerinde ölümün üstüne üstüne gitmesi de bundandır. "Ben ölecek adam değilim" derken bile ölümün uzağında tutar kendini. Ölümle yaşam arasındaki zıtlığı sürekli dillendirerek ölüme ölümü tattırmak ister ve "Gün eksilmesin penceremden" diyerek yaşamdan yana kullanır oyunu. Yokuşları çıkarken insanın içindeki umut, bu çıkışın bir de inişi olacağıdır. Özlemekle başlar her şey ve bir hız kazandırır bu insana. İnanmak, kanmak, özlemek ardı ardına gelir. Bir meşalenin tutuşması kadar sahicidir yolların tükenmesi. Görünmeyen yolun ümidi, sisin dağılacak olması, yokuşun ardındaki iniş… Okunaksız bir haritanın üstüne eğilip karmakarışık bir alfabeyi çözmeye çalışarak yeni bir yol bulmak için bozkırın tam ortasında durarak, bir nefeslik mesafeleri arkada bırakarak, çok uzaklara sevdalanmak gibisi yok. Üzerindeki jilet gibi takımın bozulan ütüsüne aldırmadan, tüm makam koltuklarının üstüne basa basa kapıları bir hamlede açmak için "bismillah" diyerek başlayacak her şey. Köşede kalmış olmak çok incitmeyecek kalbi.
Köşeler bir kaledir. Savunmaya hazırlanan bir cengâver gibi bileyip, dünyaya karşı duruşu herkesi şaşırtarak, sürmeli bu direniş. Senden beklenmeyeni yapmadıkça dünya hep aynı hızda dönecek. Sabit bir şey yok hayatta. Uzak olan her şey bir adım. Kilidi kaybolmuş her kapı açılmayı bekliyor sabırsızlıkla. Bir güneş ışığı sızmasın içeri, toz duman kalkacak ortalıktan, kilit açılacak kendiliğinden. Bütün yönler açılacak sonsuz bir yolculuğa. Güneş çıkıyor. Her yer günlük güneşlik. Az sonra bir bulut geliyor ve güneşi kapatıyor. Gündüz bir anda gece oluyor. Kum saati tüm hızla çalışıyor. Güneş tüm gücüyle aydınlatıyor dünyayı. Bir bulut bütün büyüyü bozuyor. Yüzü asılıyor dünyanın. Kırılmayan oyuncakları olsun çocukların. Bir oyuncak kırılınca daha çok da çocuğun kalbi kırılıyor. Eski bir kapının ardında bekliyor oyuncaklar. Çokça yenilmiş, hüzünlü ve küskün. Direnişi elinden alınmış bir asker hepsi. En çok da kurşun asker mahzun.
Derdini kimseye anlatamamanın kahrını yaşayarak yaslanıyor süngüsüne. Yeni ile eskinin savaşını oyuncaklar da kaybediyor. Kırılmaya bile razı birçoğu. Pinokyo çoktan razı her şeye. Sayılı günü olduğunun farkında. Bir çocuk gelsin ve açsın eski kapıyı. Güneş dolsun içeri. Oyuncakların yüzleri ışıldasın. Gün girsin odaya. Bir çocuk dokununca rengârenk olsun oyuncaklar. Çok yenilendi dünya. Eskidi arkada kalan her şey. Oyuncaklar çok yalnız. Oda karanlık. Büyük bir ekran gözleri kamaştırdı ve silindi yüzlerin canlı rengi. Bir güneş dokunsa açılacak pencereler. Bir köşeden menekşe renk verecek. İneceği durak geçince birkaç durak daha gideyim rahatlığını yaşamak gerek hayatta hiç olmazsa bir kez. Önce kendi mahallesinden başlayıp, şehir merkezinde devam eden ve şehirlerarasına kadar uzanan kayboluş belki de. Kendi terminalini kaçırıp birkaç şehir ötesine gitmenin huzurunu yakalayana kadar sürsün bu yolculuk. Başka bir şehrin sabahında uyanmak gibisi yok. Herkes sizi mülayim bilsin ama siz en olmadık zamanda her şeyi ters yüz edip yeni bir şehrin sabahına açın gözlerinizi. "Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak" Şairin dediği gibi bir kaçış; "En az bir defa yitmeli insan."