Her şey değişiyor; “Tabii” kültür ve iktidar da

Her şey değişiyor; “Tabii” kültür ve iktidar da
Her şey değişiyor; “Tabii” kültür ve iktidar da

Her görüntü şimdiyi kuşatmakla ve geleceğe olta atmakla kalmaz, hatıralarla yüklü geçmişi tutunduğu tüm bağlarından koparmaya kasteder. Bu onun –yani aygıtın ve platformun kendi ontolojisine kayıtlıdır. Yani kurucu ideoloji, tabiri caizse, aplikasyonun yazgısı gibidir. Bu yüzden mesela Netflix’i kuran düşünce –baştan nasıl yazılmışsa öyle kalmaya, o yazgıyı yaşamaya mecburdur. McLuhan’ın yıllar önce söylediği “araç mesajın kendisidir” sözünün özü tam da budur.

Yaşamak ve yaşadıklarımızı hatırlamak için eylemlere ve hafızaya değil, yalnızca geniş alana sahip aygıtlara ihtiyacımız var. Zira hatıralarımız, deneyimler dünyasından beslenmiyor artık. Hatırasız bir hafızanın imkânsızlığını duyumsuyoruz şu sıralar. Bellek kaybı denemez buna. Olsa olsa oluşmayan bir bellekten bahsedilebilir. Gündelik hayatımız dijital sekanslardan oluşuyor. Kültürel ve bireysel farklılıkları hiçleştiren veya hiç değilse hiçe sayan aygıtlar yaşamı piksellere indirgiyor. Bu yüzden yaşamıyor, izliyoruz. Üstelik kendi hayatımızı bile. Herkes duygularına tercüman olacak filmlerin, dizilerin ışıltıları altında kendi yaşamını olumlamaya çalışıyor. Tüm küresel raporlar, yaşamı ağlara bağlı olan ekranlar üzerinden deneyimleyen kitlelerin her geçen gün daha fazla büyüdüğünü doğruluyor. Biz de onlardan biriyiz ve çağın kaçınılması güç realitesi bu.

Aynı raporlar Türkiye’deki internet kullanıcılarının ülke nüfusunun yaklaşık yüzde doksanına ulaştığını gösteriyor. Bunların neredeyse yüzde doksan yedisi her gün Netflix ve YouTube gibi dijital akış (streaming) platformlarını ziyaret edip çevrimiçi yapımlar seyrediyor. Her gün en az iki saat üstelik. Yıla vurunca bir ay eder bu. Akıllı cihazlarda ekrana kitleyen diğer uygulamalar ve sosyal medya ağları da yok bu istatistiğin içinde. “Küresel halk ansiklopedisi” olarak görülen internet sadece modemleri aygıtlara bağlamıyor. Daha ziyade zihinlerimizin ve duygularımızın ücralarında dolaşıyor. Bu yüzden örneğin elektrikler kesildiğinde noksanlığını en fazla hissettiğimiz şey artık ışıkların gitmesi ve birbirimizi görmekten mahrum kalmamız olmuyor. Birbirimizi zaten görmüyoruz nice zamandır. Üstelik bu kez karanlıktan ötürü değil; göz alıcı ekranlardan dolayı. Bu hazin değişim, sanatı besleyen ve bilimlere yön veren “gözlemci” vasfının da ölümü olarak değerlendirilebilir.

Ekranın hayatın normal akışındaki görsel kurgusundan farkı, kültür endüstrisinin hâkim önceliklerini izleyici zafiyetleriyle birleştirerek insanın önüne kesintisiz sıralamasıdır. Hayat bazen, hatta çoğu zaman kendisine bakılması sakıncalı şeyler karşısında insana alan açar. Ekransa daima “gözlerini benden ayırma” der. Dijital platform kültüründe buna “binge-watching” deniyor. Yani tükettikçe iştahlandıran doğasıyla bağımlı, aşırı ve art arda izleme alışkanlığı. Böyle bir izlemede bir yandan bellek birikmeyen, bir yerde toplanıp fikir üretmeyen bir yığıntıya mahkûm oluyor. Sadece imajlar ve anlık hisler. Maruz kalınan yüksek çözünürlüklü görüntülere rağmen günün sonunda uykuya kadar bulaşan bulanıklık hali. Sonra yine sabahla başlayan ekran bulantısı. Ve ölene kadar aynı şeyi yapma cezasının getirdiği bulantı.

Dün Sisifos’un taşı neyse, bugün bizim için telefon o. (Sisifos ki, ölümlülerin en bilgesiydi).

Herkes kendi iktidarını cebinde taşıyor. Fakat iktidarın en fazla bir uzvu, bir tüketicisi olarak. Endüstrinin ürettiği küresel kültür, otantik olan ne varsa ona saldırıyor. Hedefini zombileştiren her dokunuş gibi, dokunduğu -hatta göz göze geldiği her şeyi kendine benzetiyor. Üstelik zorla değil, katılımcı araçlarla. İnsana, verdiği kararların kendine ait olduğunu izlenimini vererek. Olumluluğun şiddeti deniyor buna. Öznelik oyununa alıştırılmış hiç kimsenin nasihate toleransı, ikaza tahammülü yok çünkü. İktidar dediğimiz şeyin de tek bir yüzü olduğunu söyleyemeyiz artık. Sadece bir tanımla çıkamayız işin içinden. Belli bir eşkâli veya adresi yok iktidarın. O daha çok bir duyguyu ifade ediyor. İnsanların nefesi sayısınca iktidara giden yol var!

Dijital platformlar da “kişiye özel” içeriklerle yeni tip kitle modeli tasarlıyor. Ne var ki izlemek şekillenmektir. Üstelik salt geleceğin şekillendirilmesi de değildir. Geçmişin yeniden, çoğu kez sil baştan yeniden yazılmasıdır. Bir şeyi gördükten, izledikten sonra biz önceki biz olmaktan çıkarız. Her görüntü şimdiyi kuşatmakla ve geleceğe olta atmakla kalmaz, hatıralarla yüklü geçmişi tutunduğu tüm bağlarından koparmaya kasteder. Bu onun –yani aygıtın ve platformun kendi ontolojisine kayıtlıdır. Yani kurucu ideoloji, tabiri caizse, aplikasyonun yazgısı gibidir. Bu yüzden mesela Netflix’i kuran düşünce –baştan nasıl yazılmışsa öyle kalmaya, o yazgıyı yaşamaya mecburdur. McLuhan’ın yıllar önce söylediği “araç mesajın kendisidir” sözünün özü tam da budur.

Yapılan bilimsel araştırmalar, insanların bu dijital platformlara çok da ulvi amaçlarla dahil olmadıklarını işaret ediyor. Kullanıcıların kimisi çağı yakalama, kimisi kafa dağıtma isteğinden bahsediyor. Kişiselleştirilmiş algoritma, yapım ve yayın kalitesi, seçenek çeşitliliği, sansürsüz yayın, yayınların süresinin kısa olması, reklamsız erişim, zaman ve mekân esnekliği de cabası. Çoğuna göre televizyon ise sığ ve tatsız. Oysa bir zamanlar, yani bundan daha yirmi yıl kadar önce televizyonların kültürel iktidarla ilişkisini değişmez bir kaide olarak tanımlıyor, devletin ideolojik aygıtları denince ilkin televizyonu kastediyorduk. Bugün herkes kendi elinde taşıdığı ekranıyla kendi kendisini aygıtlaştırıyor.

Tam böyle bir eğilimle, Türkiye gibi kimliğini anlamlandırmaya, daha doğrusu anımsamaya çalışan ülkeler, yine de bir devlet politikası olarak kendi platformlarını geliştirmeye çalışıyor. Bu, hiç şüphesiz tekyönlüleşen küresel söylemin karşısında kendi/nce bir söz söyleme çabasıdır. Nihayetinde başarılı olup olmayacağı da mühim değil. İsmi “Tabii” bu platformun. Son günlerde Gassal dizisiyle gündeme gelse de, “Bizi Birleştiren Hikayeler” mottosuyla 7 Mayıs 2023’den beri kendi içeriklerini derlemeye ve üretmeye çabalıyor. Dev bütçeli platformların karşısında Millilik ve Yerlilik anlayışının görsel kültürdeki bir karşılığı olan Tabii “tüm insanlığı aynı suda yıkamak isteyenlere karşı açılmış saf, doğal ve yeni bir kaynak” olarak tanımlanıyor TRT Genel Müdürü Prof. Dr. Mehmet Zahid Sobacı tarafından.

Peki, kültürel iktidar ilişkileri içinde, hali hazırda ekranda yaşamayı sürdüren biz modernler için Tabii yapımları ne vaaz ve vaat ediyor? Sektör hegemonyasına karşı yerli anlatı kültürünü teşvik ediyor. Popüler kültür ve yabancılaşma eleştirisi yapıyor. Kültürel mirası senaryolaştırıyor. Otantik kültüre yön veren biyografileri tanıtıyor. Saldırı altındaki aile kurumunu önceliyor. Asırlık bellek boşluklarını kapatıp, mazi şuuru uyandırmaya çalışıyor. Yerel duygular, yerel motifler üretiyor ve Türk sanatını ihya ediyor. Dahası arşiv erişimiyle, birbirinden farklı içerikleri bir araya getiriyor. Uzun yıllardır belli bir tekelin elinde sıkışan izleyiciler için Türk kültürel mirasına eklemlenmiş geliştirilmeye açık “anımsatıcı” aksiyonel öyküler sunuyor. Bu yönüyle Tabii’yi tamamlanmış ve tam olgunlaşmış kar odaklı bir yatırım olarak değil; hatırlama kültürü üzerinden kendi yitik köklerine temas etmeye çalışan; bulduklarını görselliğin olanaklarıyla aktarmayı hedefleyen dünya görüşünün henüz ilk adımlarından birisi olarak görmek gerekiyor.

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım