Hayret

​Hayret
​Hayret

Yine kaçıyorum, her zamanki gibi kaçıyorum. Acıdan, çatışmaktan, hastalıktan, ölümden hatta. Kaçıyorum.

Melih’in büyüklerinden duyduğuna göre, ilmin sırlanıp zahir olmadığı yerde bilgiyi batından alıp semadan arza indiren gayretin adıydı şuur. Hakikatin, o gün otogarda aşikâr olup kendini Melih’e şuur edeceğini de kim bilirdi? Otobüs saatini beklerken, otogara gelen giden otobüsleri ve yolcuları izlemek, onun en keyif aldığı seyirlerdendi. Her bir otobüsün önünde yazan güzergâh tabelalarından, kâh hatıraları kâh o coğrafyalardan tanıyıp bildiği ahbapları üzerine mânalar diziyordu tahayyül rahlesinde. Mevsimin azizliğindendir, sahil memleketlerine giden otobüsler dolu ve dolayısıyla onların uğurlama alanları da kalabalıktı. Gidenlerin, bir de el sallayanları vardı elbet arkalarında. O dakikalardan bir dakika, Hatay otobüsü belirdi Melih’in rasat alanında. Orta yaşlarda iki şoför, ağızlarında cigaraları ile otobüsün yanında dikiliyor ve etrafa bakınıyorlardı. Otobüsün bagajları açıktı ve içeride iki tane valiz vardı. Koltuklar boş, şoförlerin gözleri hüzünlü ile manasız arası bir yerde etrafı kalabalık diğer otobüsleri izliyorlardı. Bir yara belirdi Melih’in yüreğinde o lahza. Sanki bir kısa filmde kaybolmuştu. “İşte” dedi, “insanlar…” Otobüsün boş bagajından, üzerinde kimse olmayan koltukların sıcak betona düşen dizi dizi silüetlerinden, şoförlerin yüzündeki çaresizlikten çıkamıyordu Melih. Saatine baktı, kendi otobüs vaktine henüz on beş dakikadan fazla olduğunu gördü. İçerideki kafeteryaya geçip bir çay almayı düşündü. Aslında kaçıyordu. “Yine kaçıyorum, her zamanki gibi kaçıyorum. Acıdan, çatışmaktan, hastalıktan, ölümden hatta. Kaçıyorum” diye söylendi kendi kendine. Çay aldı. Bu arada “Melih” diye seslenerek kendisine doğru gelen birinin olduğunu fark etti. Üstü başı dağınık bu adama daha dikkatli baktı; gelen, çocukluk arkadaşı Rıza değil miydi? “Rıza! Ne yapıyorsun, hayırdır?” diye sesine mukabele etti arkadaşının. “İyidir Melih, İstanbul’a gidiyorum, oradan da Libya’ya uçacağım. İş için. Belki oradan da İtalya’ya veya Fransa’ya geçerim, net değil daha” dedi Rıza. “Sen nasılsın? Ne yapıyorsun burada?” diye Rıza sordu bu kez. “Hiç. Birkaç gün kafa dinlemeye Yalova tarafına kaçacağım da, öyle yani…” diye cevap verdi Melih. Sesinde kırıklık vardı. “Ulan Rıza bile iş güç diyor” diye geçirdi içinden. “Melih, bizde naylon top vardı da senin Mikasa hakiki meşin top vardı, duruyor mu?” dedi Rıza yüzüne astığı gevrek gülümsemeyle. Melih’e anlamsız geldi soru, Rıza’nın böyle bir şeyi hatırlamasına da şaşırdı esasen. “Hakiki meşin mi? Nasıl da hatırlıyorsun be Rıza, unutmuştum doğrusu! Hayret!” diye mırıldanır gibi yanıt verdi Melih. “Allah hayretini artırsın Melih! Hayretin artsın e mi!” dedi Rıza bu kez tuhaf bir iç gıcıklayıcı sesle. “Hakiki meşin senin diye takımları da şampiyonu da tacı da korneri de sen belirlerdin lan, unuttun mu?” diye yüklendi Rıza bu defa. “Çocukluk be Rıza, öyle mi oluyordu sahi?” diye geçiştirdi Melih. “Öyle oluyordu tabi. Kapitalist dayatmanın ve emperyalizmin orada aramıza girdiğini fark ettim bak şimdi Melih. Halbuki seni severdim lan” diye renksiz ve yavan bir tonda sürdürdü bu kez Rıza konuşmasını. “ee sen nerede çalışıyorsun da böyle Libya filan?” diye soracak oldu Melih, ancak Rıza’nın üzerinde hiç seyahat eden bir iş adamı görüntüsünün olmadığı kafasını karıştırdı. O lahza Rıza aniden bir yumruk attı Melih’e. Melih beklemediği anda gelen yumrukla yere yığıldı ve neye uğradığını şaşırmıştı: “N’oluyor Rıza? Ne yapıyorsun?” diye inler gibi sordu. Rıza koşarak uzaklaştı oradan. Bu arada kafeteryadaki garson geldi Melih’in yardımına. “Abi, kusurumuza bakma. Bu bizim Rıza böyle işte, otogarın dışındaki tramvay durağında yatar. Bizler yemeğini suyunu veriyoruz, o da bize getir götür indir bindir ağır işlerde yardım ediyor. Kışın da çarşıdaki hamamın deposunda kalıyor. Hamam da bizim patronun” diye Melih’in kanayan dudağını peçete ile sildi garson. Melih hem şaşkın, hem üzgün, hem dinginleşmiş hissetti kendini. “Hey gidi Rıza… Hakiki meşin he…” diye mırıldandı ayağa kalkarken. “Buyur abi?” diyen garsona “Yo yok bir şey, eyvallah. Bu Rıza’ya iyi bakın aman” dedi ve camın dışında perona yaklaşan otobüsünü gördü. Hızlıca otobüse doğru yürüdü. Rıza civarda geziniyor, şoförlere bir şey anlatıyordu. Melih kendi otobüsüne binerken oradakilere konuşan Rıza’nın sesini duydu belli belirsiz: “O hakiki meşin top bende olacaktı ki, görecektim ben o zaman bu dünyayı!”

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım