Hayat dersi: Yanlış numara!

Hayat dersi: Yanlış numara.
Hayat dersi: Yanlış numara.

O gece yurda da gelmedi. Aklım onda. Sabah okulda da yoktu. Çıkışta maça gittik gözüm hep saha kenarında. Ne gelen var ne giden. Ya başına bir iş geldiyse? Bu arada bir güzel yenildik. Öyle böyle değil. Benim stratejik plan fazlasıyla işledi. Paçavra ettiler bizi. Düz liselilerin ağzı kulaklarında. Bir keyiflendiler ki sormayın.

Yurttaydık. Lise yurdu. Yaşlarımız 18’i geçse de henüz mezun olamamıştık. Hatta bir yılımız daha vardı. Ve okulun bahçesinde top oynamak sarmıyordu artık. Halı sahanın tadını almıştık. Parasını denkleştirmekte zorlansak da bir haftamızın gündemi belliydi artık. Maçlar inanılmaz çekişmeli geçiyordu. Çünkü ilçedeki diğer lisenin öğrencileriyle oynuyorduk. Mücadelemiz okullar arasıydı. Biz imam hatipliler, rakip ise düz liseliler.

Gerçi, son maçta tam kavga çıkacakken alttan almasak şimdi başka şeyler konuşuyor olurduk. Gözü de eli de her daim üzerimizde olan meslek dersleri hocamız duymuş, yanına çağırmıştı:

“Eylemlerden topladığımız yetmiyor, bir de halı sahalarda peşinizden koşturmayın beni. Geçen hafta olanları öğrendim. Rakibiniz olan lisenin müdür muavini aradı. Her hafta izliyormuş. Zaten ona emanet etmiştim. Bu hafta hem maça çağırdı hem de sizden övgüyle bahsetti. Şaşırdım doğrusu. Kavga çıkacakmış lakin alttan almışsınız. Seni tarif etti, kale önünde çok sert vurmuşlar sesin çıkmamış. Hayırdır, normalde tozu dumana katacak adamsın?”

“Yok hocam. Biz, bize yakışanı yaptık. Halı sahada oynamanın keyfi başka ama. Olur da kavga edersek göndermezsiniz. Her maç öncesi söylüyorum arkadaşlara.”

“Aferin. Bu hafta gelip izleyeyim o zaman”.

“Hocam aman diyeyim. Siz gelirseniz, tüm takım havaya girer. O vakit, kavga da çıkar, sakatlık da.”

“Aferin lan! Aslında provoke oldum ama gelmeyeceğim. Dikkatli olun. Karşı lisenin muavini, talebelerinin çok bilendiğini söyledi. Siz sakın hırs yapmayın, hatta bu hafta yenilin. Ne olacak oğlum verin maçı gitsin?”

Hayda! Taktik değil strateji. Aslında ben de fark etmiştim. Bizi yenemedikleri için kabalaşmışlardı. Düşüncemde de bu hafta maça asılmamak vardı. Hoca da söyleyince iyice aklıma yattı, iki kez yen bir kez yenil. İyi de takımı nasıl ikna edecektim?

İşte kadroyu bunun için toplamıştım. Bir kişi eksiktik. En kritik adamımız, sinir küpümüzdü. Onu sakinleştirene kadar canım çıkmıştı. Meğer düz lisenin seyircileri arasında kızlar da varmış. Bizimkisi onların önünde küçük düşmeyi yedirememiş. Bu hafta güya günlerini gösterecekti. Gel de şimdi anlat. Sakinleştir. Hatta yenil. Yok yok, onu oynatmamalıyız.

Farkında mısınız, insanın cep telefonuyla imtihanının bedelini hâlâ insanlar ödüyor.
Farkında mısınız, insanın cep telefonuyla imtihanının bedelini hâlâ insanlar ödüyor.

Bir yol arıyordum. Düşüne düşüne koridora çıktım. Baktım prizde bir fiş takılı ve kablosu pencere kenarına uzanıyor. Bu bir cep telefonu! Yurtta, bizim katta birinin cep telefonu vardı. Siyah. Hani şu reklamlarda gördüklerimizden. Elime aldım. Ağırdı da. Hemen koydum yerine. Kimindi acaba? Kendine telefon alacak kadar durumu iyi olanları düşünürken sahibi kapıdan girdi. Paçalarını kıvırmış abdest almaktan geliyordu. Telefonu eline aldı. Tuşlarına bastı. “Saatlerdir dolmadı ya” dedi şaşkınlıkla. O an aklıma bir fikir geldi. Şu an bu telefona çok ihtiyacım vardı. Yanına gittim.

“Hayırlı olsun. Telefon almışsın. Güle güle kullan.”

“Eyvallah. Heves etmiştim, abim kendine alırken bana da almış.”

Bir anda ağzımdan döküldü: “Çok acil bir görüşme yapmamız gerek. Telefonun lazım!”

Şaşırdı. Ne işim olabilirdi ki?

“Kart vereyim istersen aşağıdan ara.”

“Yok yok, biri bu telefonu arayacak. Bir numarası var değil mi?”

“Ha o zaman olur, ver tabii numaramı. Dur bakayım kaçtı; sıfır, beş yüz kırk iki, altı yüz altmış…”

Yazdım hemen kâğıda. Aşağıya inmem gerekiyordu. Telefonun sahibine sıkı sık tembihledim:

“Sen burada bekle. On dakika sonra telefon gelecek, arayan kişiye ‘ben enişten akşam bize gel’ diyeceksin. O kadar. Arkadaşıma şaka yapacağız.”

“Ya sen var ya sen, hayatın film fırıldak. Tamam bekliyorum.”

Koştum merdivenlere. Beş kat bir solukta indim. Girişteki ankesörlüye kartı taktım. Bizimki, okul çıkışları takıldığı çay evinde olmalıydı. Aradım, telefona istedim. “Bana bak, sana bir numara vereceğim. Halanın kocası aradı. On dakika sonra arayacakmışsın” dedim. Numarayı yazdırıp gerisin geri yukarı koştum. Nefes nefeseydim.

Plan aslında basitti. Telefonun sahibi, bizimkinin hemşerisiydi ve tıpkı eniştesi gibi konuşuyordu.

Cep telefonu az önce takılı olduğu prizde değildi. Yatakhaneye girdim, telefonun sahibi köşedeki ranzasında oturuyordu. Yanına iliştim hemen:

“Birazdan arayacak, sana dediğimi de sonra da kapat. Hiç konuşma olur mu!”

Kafasını tamam dercesine salladı. Kıkır kıkır gülüyor. Belli ki çok eğlenecek. Oturdum yanına. Bekle Allah bekle. Telefon çalmıyor. Televizyonda duyduğum o sesi bekliyorum. Bir saat oldu arayan yok. Telefonun sahibi de sıkıldı. Aşağıya indim. Çay ocağını aradım. Bizimkisi çıkmış.

O gece yurda da gelmedi. Aklım onda. Sabah okulda da yoktu. Çıkışta maça gittik gözüm hep saha kenarında. Ne gelen var ne giden. Ya başına bir iş geldiyse? Bu arada bir güzel yenildik. Öyle böyle değil. Benim stratejik plan fazlasıyla işledi. Paçavra ettiler bizi. Düz liselilerin ağzı kulaklarında. Bir keyiflendiler ki sormayın.

Döndük yurda, ağzımızı bıçak açmıyor. Bizimkisi ise gece geldi. Sinir küpü. Üzerinde telefon numarası olan kâğıdı önüme koydu.

“Yazdırdığın numarayı kaç kez aradım ne çaldı ne de açan. Bir kadın İngilizce bir şeyler söyledi durdu. Panik yaptım.”

“Akşam neden yurda gelmedin?”

“Sen ‘enişten arayacak’ deyince bir şey oldu herhal diye hemen yola çıktım. Üç vesayet değiştirdim. Gece yarısı gittim. Şaşırdılar. Bizim eniştenin ne telefonu var ne de almaya niyeti. Seni kim aradı, ne oldu anlat hele?”

Neresinden başlasam ki? Acemi cep telefonu sahibi bir değil tam iki numarasını ters söylemiş. Bizimki de aslında olmayan numarayı arayıp durmuş.

Olanları, yani saçma sapan senaryomu anlattım. Aylarca konuşmadık. Bu arada halı saha defterini kapattık. Düz liseliler haber yolladılar, okula dahi geldiler. Yok çıkmadık sahaya. Tek yenilgiyle dağıldığımızı düşündüler. Çünkü öyle böyle küsmedik. Haklıydı. Bu arada okulda, yurtta arkadaşlarım sırayla telefon sahibi oldular. Ben bayağı bekledim. İçimden gelmedi. O gün o telefonu görmesem, o anda böyle saçma bir senaryo yazmayacaktım. Kendime ceza veriyordum. Ertesi sene barıştıktan sonra aldım. Hem de en son modelini.

Farkında mısınız, insanın cep telefonuyla imtihanının bedelini hâlâ insanlar ödüyor. Daha sık ve daha sağlıklı iletişimler kurmak için edindiğimiz bu cihazlar zamanla tüm ilişkilerimizi alt üst etmiş olabilir mi?

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım