Havyar var yersen şiir var değiştirirsen
Bu çirkin durumu şaire saygısızlık olarak ele alsak ayrı bir facia, sanata saygısızlık olarak ele alsak ayrı bir facia, “mü’min” ve “iman” gibi kelimelerin bu sanatçıları neden bu kadar korkuttuğundan ele alsak ayrı bir facia ile karşı karşıya kalıyoruz.
Youtube’ta bir video. Gezi olaylarının bütün ateşi ile sürdüğü vakitler. Kadıköy meydanına bir konser platformu kurulmuş.
Devrime kalkışan gençler, 48 saat dayanırlarsa AB kararıyla hükûmetin düşeceğine inanmış bir şekilde kaç 48 saat geçirdiklerini unutmuşlar. Yıllardır “baskı ve dayatma”yla yaşayan 20’li yaşlardaki y kuşağı, bu baskıdan ve “kahrolası gericiler”den kurtulmak için ilk ve en büyük isyanlarını yapıyor.
Marşsız, türküsüz devrim mi olur? Hep bir ağızdan devrim marşları söylüyorlar. Ha gayret, devrim oldu olacak! “Beklenen gün gelecekse çekilen çile kutsaldır” demişti Ernesto. Nâzım, güneşin zaptının yakın olduğunu haber vermişti. Onlar dediyse doğruydu, bu sefer olacak.
Devrimci gençlerin marş ‘deyu’ büyük bir ciddiyetle dinledikleri türkü, 16. asırda yaşamış hurufî bir şair olan Muhyiddin Abdal tarafından kaleme alınan bir şiir.
Platformda kadife sesli Cem Adrian’ın dilinden bir marş çalıyor. Marş da marş ha! ‘İnsan’ diyor, ‘can’ diyor… Gençler ciddi. Gençlerin şakası yok. Yumruklar havada. Kimi zafer işareti yapıyor kimi de kartal pençesiyle devrimi selamlıyor. Ha gayret, devrim oldu olacak!
“İnsan insan derler idi
İnsan nedir şimdi bildim
Can can deyu söylerlerdi
Ben can nedir şimdi bildim” Muhyi….” derken ses kesiliyor. Sonrası alkışlar, sloganlar, buradayız yoklamaları.
Devrimci gençlerin marş ‘deyu’ büyük bir ciddiyetle dinledikleri türkü, 16. asırda yaşamış hurufî bir şair olan Muhyiddin Abdal tarafından kaleme alınan bir şiir. Genco Erkal, Leman Sam, Gülriz Sururi gibi Batı’nın Türkiye ve diğer “geri kalmış” Ortadoğu ülkelerine karşı hem ahlâkî hem de insanî üstünlüğünü kabul ederek muasır medeniyetler seviyesine ulaşmış birkaç sanatçısından biri olan Fazıl Say ise bu şiiri besteleyerek ‘İlk Şarkılar’ albümüne almış. Albümde altı dörtlükten oluşan şiirin ilk iki dörtlüğü ve son dörtlüğü kullanılıyor. Buraya kadar her şey normal. Bir şiirin bütün kıtaları bestelenemez elbet ve fakat ne var ki şiirin ikinci dörtlüğünde iki kelime sansüre uğratılarak değiştiriliyor.
Muhyiddin Abdal üzerine tez çalışması yapan Erciyes Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bayram Durbilmez’den aldığım teyit üzere dörtlüğün aslı şudur: “Kendözünde buldu bulan / Bulmadı taşrada kalan / Mü’minin kalbinde olan/ İman nedir şimdi bildim...” Peki, bu beyimiz ne hale getiriyor son ikiliği: “Canların kalbinde olan / İnanç nedir şimdi bildim.” “Mü’min” ve “iman” kelimelerinin yerini, “canlar” ve “inanç” alıyor.
- İNSAN İNSAN DEDİKLERİ
- İnsan insan dedikleri
- İnsan nedir şimdi bildim
- Can can deyü söylerlerdi
- Ben can nedir şimdi bildim
- Kendözünde buldu bulan
- Bulmadı taşrada kalan
- Müminin kalbinde olan
- İman nedir şimdi bildim
- Bir kılı kırk yardıkları
- Birin köprü kurdukları
- Erenler gösterdikleri
- Erkan nedir şimdi bildim
- Sıfat ile zat olmuşum
- Kadr ile berat olmuşum
- Hak ile vuslat olmuşum
- Mihman nedir şimdi bildim
- Muhyiddin der Hak kadir
- Görünür her şeyde hazır
- Ayan nedir pinhan nedir
- Nişan nedir şimdi bildim
Bu çirkin durumu şaire saygısızlık olarak ele alsak ayrı bir facia, sanata saygısızlık olarak ele alsak ayrı bir facia, “mü’min” ve “iman” gibi kelimelerin bu sanatçıları neden bu kadar korkuttuğundan ele alsak ayrı bir facia ile karşı karşıya kalıyoruz. Belki kelimeleri sadeleştirdik diye savunma yapabilirler fakat bir üst mısradaki ‘taşra’ kelimesinin, ‘dışarı’ mânâsına geldiğini bilmeyerek, ‘gecekondu mahallesi’ olduğunu sanan binlerce taraftarları varken bunu yapmaları oldukça komik olabilir. Resmi ideolojiymiş, dil devrimiymiş falan hiç oralara da dahil olmaya gerek yok. Bunları zaten onlar da, biz de iyi biliyoruz; fakat buradaki mevzu farklı tabi ki.
Bir başka örnekte ise cumhuriyetimizin hayvansever fakat hayvansever olduğu kadar insansever olmayan sanatçılarından Leman Sam, bir albümünde o güzel Emirdağ türküsü Al Fadimem’i seslendiriyor. Türkünün yer aldığı albümün berbat altyapısını, nasıl batı müziği ile taverna müziğinin harmanlanarak çorba edildiğini falan bir kenara bırakırsak yine bir katliam ile karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz.
Türkünün bir bölümü herkesin mâlumu olduğu üzere şöyledir:
“Al Fadimem bal Fadimem/Yanakları gül Fadimem/Uyan uyan sabah oldu/ Namazını kıl Fadimem”
Leman Sam’ın okuduğu kısım da ise “Namazını kıl Fadimem” diyen son mısra “Subaşına gel Fadimem” şeklinde karşımıza çıkıyor. Daha evvel Mehmet Erenler gibi Afyonlu Nevzat Altındağ gibi bu toprağın gerçek evlatları olan sanatkârların okuduğu hiçbir versiyonda “subaşına gel Fadimem” ifadesine rastlanmıyor. Sabah olunca namaz kılması gereken Fadime’yi namazı kıldırtmadan subaşına çağıran Samgillerin ne yapmaya çalıştıkları artık çok net.
Kültürel kodların değiştirilmesi bu zamana kadar hep kelimeler üzerinden yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Bunun ilk adımı ise içi boşaltılmış, kof kelime ve ifadeler üreterek asıllarının yerine kullanmak.
“Nur içinde yatsın” yerine “ışıklar içinde yatsın” demek, “Ramazan Bayramı” yerine “Şeker Bayramı” demek, “sabır dilemek” yerine “dayanma gücü dilemek” ne ise türkü ve şiirlerin kelimelerini değiştirmek de aynısı.
Sol ve sol eksenli sanatçıların birçoğu bugünlere halk için mücadele ettiklerini söyleyerek geldiler, hâlâ da aynısını söylüyorlar; fakat halka Yakup Kadri’nin Yaban romanında baktığından farklı bakmayı hiç beceremediler. 21. asırda hâlâ halka rağmen halk için gericiliğiyle “mücadele”ye devam ettiklerini görüyoruz.
Bu toprağın Fadime’si sabah kalktığında su doldurmadan evvel namazını kılar yahu. Sonra da subaşına mı gidecek, yün mü eğirecek, peynir mi basacak, ne yaparsa yapar. Hoş, siz subaşına gitmekten de, yün eğirmekten de, peynir basmaktan da hazzetmezsiniz ya, neyse…