Harika bir hırka
Eve döndükten sonra bir çırpıda örüp ortaya harika bir hırka çıkaracağını henüz bilmiyordu. Öyle kıymetli bir hırka olacaktı ki bu, büyük oğlu yıllarca giyecek, hatta her ikisinin ölümünden yıllar sonra sandık köşelerinden tekrar gün yüzüne çıktığında büyük torunu tarafından da giyilecekti.
Firdevs Hatun o gün öğleden sonra semt pazarına gitmek için evden çıkarken, yanlışlıkla örgü çantasını yanına almakla ilerde bu durumdan dolayı kaç kişiyi memnun edeceğini bilemezdi tabii.
Eskilerin tabiriyle “Osmanlı kadını”ydı Firdevs, tüm sülalede ise “hatun” namıyla anılan birkaç kıymetli isimden biri olmuştu daha gençliğinden itibaren.
Sene 1974’tü ve bu bahsin açılmasına neredeyse yarım yüzyıl kadar vardı. Daha o sabah yine eften püften bir sebeple kavga ettiği huysuz kocası İlyas bahçede tavuk kümesini onarmakla meşgulken, avluyu sert adımlarla geçip yüksek bahçe duvarlarını ‘güya’ koruyan kapıyı açtı, sonra da kızgınlığının geçmediğini belirtmek istercesine sertçe kapattı ardından. Kocasının sinirden kıpkırmızı olduğunu hayal ederek zor bastırdığı bir gülümsemeyle yokuş yukarı tırmanmaya başladı. Eskilerin tabiriyle “Osmanlı kadını”ydı Firdevs, tüm sülalede ise “hatun” namıyla anılan birkaç kıymetli isimden biri olmuştu daha gençliğinden itibaren. Kırklı yaşlarını sürerken iki aslan oğul ve bir gonca kız ile taçlandırdığı ailesinin gizli reisiydi adeta.
Kocası İlyas Çavuş her ne kadar aksi ve geçimsiz bir adam olarak bilinse de ev işlerinin mali idaresini bile bu otoriter kadına devretmekten hiç gocunmamış, aksine verdiği nimetler için Allah’a şükrederken karısını da listeye ekler olmuştu evlendiklerinden beri. Evin düzeni, yeni taşındıkları bu mahalleye alışmak, kırsal hayattan vazgeçemeyip şehrin göbeğindeki bahçeli evlerini koca bir kümese çevirmek gibi gündelik dertlerle yoğrularak geçiyordu hayatları.
Her ne kadar sürekli kavga edecek bir şey bulsalar da eri İlyas Çavuş ile omuz omuza vererek tüm yakın akrabalarına örnek olmuşlardı. Büyük şehir hayaliyle köyden kopup gelen tüm yakınları bir iş bulana kadar onların geniş evinde konaklardı. Bu hareketli hayatı müthiş bir enerjiyle sürdürüyordu işte Firdevs Hatun. Daldığı düşüncelerden sıyrıldı ve yokuşu bitirdiğini fark etti bir solukta, ardından caddenin başında az soluklanıp Pazar tezgâhlarının başladığı yere doğru ilerledi.
- Sebze ve birkaç parça giyecek almak niyetindeydi o gün, etrafını dikkatle ve ağır ağır inceleyerek yürümeye başladı. Tam o sırada beş on metre kadar önden yürüyen genç bir adama takıldı bakışları. Büyük oğlu ile neredeyse yaşıt sayılırdı genç adam.
Firdevs Hatun'un asıl ilgisini çeken şey oğluyla hemen hemen aynı yaşlarda ve kalıptaki bu gencin giydiği açık renkli el örmesi hırka idi. Yakın zamanda büyük oğlu için güzel bir süveter veya hırka örmeye niyetlenip bir türlü başlayamadığı hatırına gelince içi burkuldu önce. Ne olurdu şu delikanlının sırtındaki hırkayı birkaç saatliğine verseler de bir çırpıda eve gidip örneğini çıkarsaydı sanki? O sırada bir tezgâhta gördüğü patateslerden almak üzere yavaşlamıştı mecburen. Tam bu hayıflanmaların şiddeti artacakken cüzdanını almak üzere elini omzundaki çantasına atması ve bunun evden çıkarken yanlışlıkla yanına aldığı örgü çantası olduğunu anlaması bir oldu.
Alışveriş yapamayacağına üzülmek yerine sevinçle çantasından örgü şişlerini ve başka bir sebeple aldığı orlon ip yumağını çıkardı apar topar. Öyle heyecanlanmıştı ki beyaz hırkalı delikanlıyı gözden kaçıracaktı neredeyse. Hızlanıp hedefine yetişmeye çalışırken bir yandan ipi ve şişleri maharetle kullanmaya başlamıştı bile. Şimdi yadırganmayacak bir mesafeyi korumaya dikkat ederek Pazar boyunca yürüyor bir yandan da çözebildiği kadarıyla o hırkanın örneğini çıkarıyordu maharetle. Bir süre bu şekilde devam ettikten sonra durdu ve yeterince ördüğüne inanarak çantasına koydu tekrar şişleri ve iplik yumağını. Yüzünde büyük bir memnuniyet ifadesiyle yokuşu inerek evinin yolunu tutmuştu şimdi Firdevs Hatun. Eve döndükten sonra bir çırpıda örüp ortaya harika bir hırka çıkaracağını henüz bilmiyordu.
Öyle kıymetli bir hırka olacaktı ki bu, büyük oğlu yıllarca giyecek, hatta her ikisinin ölümünden yıllar sonra sandık köşelerinden tekrar gün yüzüne çıktığında büyük torunu tarafından da giyilecekti. Firdevs Hatun o güneşli ama serin İstanbul ikindisinde, yarım yüz yıl sonra sırtında bu hırkayla torununun oturup bu öyküyü yazacağından habersiz, evden cüzdanı alıp bir daha pazara gitmek için o yokuşu nasıl çıkacağının kaygısına düşmüştü bile…