Hanımcığım hoş geldin
Nöbetten çıktım bir gün akşam eve geldim, sokağa çıkma yasağı var, her köşe başında kimlik gösterdim . Kimlik sahibi olmak mühim. Ramazana 3 gün kalmış. "Annem geldi" dedi kardeşim. "Bazlamayla pekmez getirdi. Eve girmediler, kapıdan bırakıp gittiler ." Salona girdim konuşurken, masanın üzerinde çirkin bir çiçek. Kimliğe gerek yok, tanıyorum. Kardeşim "Annem sana getirdi" dedi. Yüzümde manidar bir gülümseme. "Hanımcığım hoş geldin…"
Ben bir lise öğrencisiyim o zamanlar. Anadolu lisesinin sayısal grubunda sayısal sorulara sayısal cevaplar vererek, bir daha asla sayı kullanmamı gerektirmeyecek tıp fakültesini kazanmaya çalışıyorum.
Bir noktada çalışmak düstur oluveriyor, çok çalışınca hedefi unutup, yoldan keyif almaya başlıyorsun. Yani başlı başına çalışmak eylemini sevdiğimi fark ettiğim zamanlar diyelim. Beş teyzem iki dayım var benim . Anneannemin on çocuğu doğmuş ikisi küçük yaşta ölmüş. Soğuktan öldüler diyor. Soğuktan nasıl ölünür, aklım almıyor. İkisi ölünce doğan dayımın adını Dursun koymuşlar. Dayımın adı temenni cümlesi. Dursun! Dedem, babadan zengin bir esnaf. Memlekette çarşıda dükkanı var; soba, leğen, tozlu porselen tabak takımı falan satıyor. Kasasının altında bir çekmece var. Ne zaman gitsek oradan kremalı bisküvi çıkarıp bir ağzıma birer ellerime sıkıştırıverir. Tozlu karanlık dükkâna dair tek güzel hatırladığım bu. Neyse…
Bir akşam evde ders çalışıyorum. Anneme bir telefon geldi. Hani bir telefon gelir de oda soğuyuverir . Soğuktan ölesin gelir. Annem kapattı telefonu "Annem düşmüş" dedi. "Beyin kanaması geçirmiş, iyiymiş ama hastanedeymiş …"
Dedem ben 7. Sınıftayken vefat etti. Ben o zaman lise 3 öğrencisiyim. Zamanları okula göre bölmek de biraz garip. Anneannem mesela zamanını dedeme göre böler .Dedem vefat ettikten sonra, çocukları Ankara'da diye, Ankara Eryaman'daki evlerine taşındı. Teyzem ve dayımla beraber kalıyorlar . Memleketteki bahçesi de komşuları da burada yok . Cam kaplı balkonunda, uzun saksılarda, semt pazarından aldığı biber fidelerini yetiştiriyor. Daire 7. katta tek başına asansöre binmekten korkuyor. Aşağı merdivenle inebilecek efor kapasitesi yok . Kırıkkale'deki kocaman bahçede, gecenin karanlığında sokak lambası bile yokken, gidip bir asmanın dibine koyduğu hortumu diğer asmaya geçirmeye korkmayan kadın, asansöre binip de tuşa basmaktan korkuyor. Nasıl korkar aklım almıyor. Anneannem 35 yaşındayken ameliyat olmuş, yapay kalp kapağı var. Eski model metal kapakçıklardan. Oda sessiz olsa "tık tık" onun sesi duyulurdu. Hayat işte garip, anneannem odadaki saatin sesinden uyuyamaz da kapakçığının sesini duymazdı.
Bir akşam evde ders çalışıyorum. Anneme bir telefon geldi. Hani bir telefon gelir de oda soğuyuverir . Soğuktan ölesin gelir. Annem kapattı telefonu "Annem düşmüş" dedi. "Beyin kanaması geçirmiş, iyiymiş ama hastanedeymiş …" Oturdu sonra, Kuran aldı eline . Annem ne yapacağını bilemezse, Kuran alır eline . "Anne" dedim "Beyin kanaması diyorsun, emin misin iyi olduğuna , hastaneye gitmesek mi?" Annem ayetini bitirdi, bıraktı Kuran'ı elinden. Bitirmeden bırakmaz çünkü. Teyzemi aradı. "Emin misin iyi olduğuna, hastaneye gelelim mi?" Gittiler sonra. İyi, evet ama tek tarafı felç kaldı. Kalp yetmezliği , ödem falan 8 ay hastanede yattı. Taş binalı aydınlık koridorlu hastanenin beyin cerrahi servisinde yattığı odanın tam karşısındaki odada dedem yatmış zamanında. Beyin tümörü. Ameliyat oldu , iyiydi ama tek tarafı felç kaldı . Çok yaşamadı. "Daha erken" derken vefat etti. Hep daha erkendir zaten …. Anneannem duygusal kadındır. Odanın kapısı açıldıkça "Seyit de şurada yattıydı." deyip içlenirdi.
Kapatırdık kapıyı, sıcak olurdu oda, soğuk olmazsa ölmez sandık. Öldü ama… Yattığı 8 ayın sonunda. Annem kaldı hep yanında lise 3'teydim ben annemi iki haftada bir hafta sonu görüyordum. "Anneannem nasıl?" diyordum. "İyi" diyordu "Ama tek eli tutmuyor". Kardeşimin toplarını götürüyordu , 2 hafta sonra getiriyordu geri "Annem bunu sıkabiliyor artık." Daha sertini alıyorduk sonra. Bebek gibi sıfırdan elini kullanmayı öğreniyordu. Sağ tarafı felçliydi. "Soluyla yemek zoruna gidiyor." diyordu. O çizgide yetişmiş Osmanlı kadını . Çok belli etmez ama rahatsız olur bilirim. Bir gün annem hastaneden elinde küçük poşetle geldi. O taş binalı hastanenin aydınlık koridorları çiçek doludur. Oradaki çiçeklerden birinin yanından çıkan küçük fidelerini almış poşete koymuş getirmiş. Suya koydu önce köklendiler, sonra toprağa ekti. Biri yaşamadı ama diğeri tuttu. Hanım koydum adını.
- Hanım anneannemin adı. Çirkin de bir çiçek. Açık yeşil sivri yaprakları var ortasında koyu yeşil bi' çizgi. 3 santimdi geldiğinde, aradan 11 yıl geçti şimdi 23 santim. Büyüyemiyor da zayıf .
Yine de çok seviyorum, annem o hastanede bunalıp şikâyetlenmek yerine koridordaki çiçeklerin fidelerini araklamış. Böyle bir kadın, hırsız desem küser. Ama ben yine de küstürmeden alay ederim. Hanım'a gözüm gibi baktım soğuktan ölür diye kaloriferin yanına koydum bir ara. Kalorifere değen yaprakları soldu. İyi oldu sonra ama tek tarafı tutmuyor. Zaman aldı başını gitti. O dedemle anneannemin Azrail'le buluştuğu aydınlık koridorlarda attığım voltalarla vizite gelen kalabalık beyazlı güruhun arasına katılıverdim. Çok zamanlar geçti. Bu yıl da Ramazan geldi. İki ramazan geçirdim evden uzak biri Karadeniz'de zorunlu hizmette, diğeri Marmara'da asistan olarak. Bir şekilde işler tersine döndü de geri Ankara'ya geldim. Taş binalı hastanenin karşısındaki karanlık koridorlu hastaneye asistan oldum. Yol keyifli hâlâ, çalışıyorum, düstur aynı.
Çok kibar bir hocam var burada. "Kesiniz lütfen" diyor ameliyatta, "Yapınız lütfen. Hastası giriyor odaya diyor ki "Hanımcığım hoş geldin!". Üslubunu beğeniyorum.
Neyse… Bu ramazan eskisi gibi olur, bizimkilerle sahurda kaynamış pekmeze bazlama basar yer, yangın midemle hastaneye gider nöbet tutarım diyordum. Mis! Nasıl özlemiştim . Sonra salgın çıktı. Pandemi dediler. Arkadaşlarla oturup "Ben bu Corona'yı ciddiye alamıyorum ya!" diye dalga geçtiğimiz günlerden, "Eve gitmiyorum bulaşmasın" lara çok hızlı geldik. O kadar hızlı geldik ki anlamadı annemler de. "Nasıl gelemiyor ya?" dediler. "Gelirsem de bir şey olursa, tek tarafım tutmaz!" dedim, "Tamam" dediler. Tekrar "Gel!" diyemediler. Nöbetten çıktım bir gün akşam eve geldim, sokağa çıkma yasağı var, her köşe başında kimlik gösterdim. Kimlik sahibi olmak mühim.
Ramazana 3 gün kalmış. "Annem geldi" dedi kardeşim. "Bazlamayla pekmez getirdi. Eve girmediler, kapıdan bırakıp gittiler." Salona girdim konuşurken, masanın üzerinde çirkin bir çiçek. Kimliğe gerek yok, tanıyorum. Kardeşim "Annem sana getirdi" dedi. Yüzümde manidar bir gülümseme. "Hanımcığım hoş geldin…"