Hakuna Matata
“Kara kıta” nın anlam dünyamızdaki yeri çok farklı şüphesiz. Mazlum milyonlarca insanın, gadre uğramışların, kaynakları pay mal edilmişlerin, Necaşilerin kıtası Afrika. Bu sebeple yer küredeki insanlık mirasını anlamak için büyük bir tutkuyla gidilmesi gereken bir yer. Biz de öyle yaptık. Niyet ettik Allah rızası için Tanzanya’ya gitmeye.
Afrika. Sadece bu kelime dahi milyonlarca şeyi anlatmaya imkân açan bir manayı ifade ediyor. Doruba B. Vahad yıllar önce “Aslında hepimiz Afrikalıyız dostum” derken zannediyorum biraz da o zenginlikten, o manadan söz ediyordu aslında.
“Kara kıta” nın anlam dünyamızdaki yeri çok farklı şüphesiz. Mazlum milyonlarca insanın, gadre uğramışların, kaynakları pay mal edilmişlerin, Necaşilerin kıtası Afrika. Bu sebeple yer küredeki insanlık mirasını anlamak için büyük bir tutkuyla gidilmesi gereken bir yer. Biz de öyle yaptık. Niyet ettik Allah rızası için Tanzanya’ya gitmeye. Bir grup arkadaşla İstanbul Havalimanı’ndan önce Zambia’ya, oradan da Darusselam’a vasıl olduk. Böyle bir çırpıda yazdığıma bakıp aldanmayın sakın. Aktarmalarla yaklaşık on iki saat süren hayli klostrofobik bir uçuştu. Darusselam’da, uzun saçlı, beyaz tenli, her hâlinden yerkürenin pek çok coğrafyasında bulunduğu belli olan, bir adam karşılıyor bizi. Selman bu. Güler yüzlü, ehil, gayretli.
Zanzibar diye bildiğimiz Unguja Adası, çevresinde bulunan adacıkların merkezi. Takriben 1,4 milyon insanın yaşadığı bu turistik bölge, tarihte pek çok gücün boyunduruğuna girmiş. Portekizlilerden Ummanlı Araplara ve İngilizlere kadar geniş bir yelpazedeki devletler tarafından işgalin hedefi olmuş.
Tam bir vakıf insanı Selman. Ayak üstü hoş beşten sonra araçlarla planlama ve toplantı yapacağımız merkeze geçiyoruz. Dadalar, yani merkezi ücreti mukabilinde çekip çeviren yardımcı ablalar, mükellef bir kahvaltı sofrası hazırlamış. Bu ablalar bildiğin Türk olmuşlar desek yeridir. Pekâla Kürt olmuşlar da diyebiliriz dadalara. Zira yediğimiz “tırşik” Diyarbekir’de yoktu. He valla. Kimi İsviçre’den, kimi Almanya’dan, kimi Hakkari’den gelen, birbirini ilk defa gören bu insanlar aynı amaca hizmet etmek üzere buradaydı. Çeşitli meslek gruplarına mensup genç ve yaşlılardan mürekkep bir grup. İçimizde savunma sanayine yıllarını vermiş yüksek mühendis de var, müzisyen de, talebeler de var, gazeteciler de. Avukat, memur, tüccar, müftü, elektrik ustası… Gayeleri hayır hasenat; hem kurban, hem tasadduk. Allah kabul etsin.
İstikamet Ruangwa
Tanışıyoruz sünnet olduğu üzere. Herkes teker teker ismini, memleketini, iştigalini ve yaşadığı yeri söylüyor. Tanışma esnasında emekliliğine az bir zaman kalmış Halil hocanın ihlası tesir altına alıyor bizi. 1980’de vazifeye başlamış, o gün bugündür imamlık yapan Halil hoca Afyon’dan geldiğini, yaşlandığını ifade ettikten sonra Tanzanya’da yapacağı faaliyetlerle mesleğini “taçlandıracağını” dillendiriyor titrek sesiyle. Dünya diyoruz, böyle güzel insanlar için dönüyor. O saatten itibaren kıyamıyoruz Halil hocaya. Hep kolluyoruz onu. Biz kim miyiz? Birbirinden habersiz aynı hisleri taşıyan, dönüşe yakın kanaatlerimizi birbirimize açtığımız Selman ve fakir. Ertesi yerli arkadaşlardan Mesudi, Ankara’da tahsilini sürdüren biraz Türkçesi de olan Dodomalı Abdullatif,Yusuf ve ben Mitwara’ya ulaşıyoruz. Ne uçak uçak ne havalimanı Türkiye standartlarında. Şehirlerarası yollarda sık sık görmeye alışkın olduğumuz, üçüncü sınıf dinlenme tesislerinden farksız, ikinci katı çıkmaya dahi hacet kalmamış “havalimanlarını” ardımızda bırakıp yola revan oluyoruz yeniden.
Sömürgenin izleri zannettiğimden daha derinlerde
Uzun yolculuk Tanzanya’yı, Tanyazalılardan dinleyip tanımak için fırsata dönüşüyor. Laf lafı açıyor, Abdullatif ve Mesudi ve Fadili ile başlıyoruz derin bir sohbete. Biri yurt dışında tahsil gören ufuk sahibi bir genç, öteki merkezi yönetim kademesinde bulunan bir idareci, diğeri ise telefonları susmayan, organizasyon becerisi yüksek bir arkadaş.
- Muhabbet ederken tarihlerinin bir bölümünde yollarının Portekizlilerle, İngilizlerle kesiştiğini hatırlatarak, ayıp etmeden, yanlış anlaşılmaya mahal vermeksizin ülkelerinin tarihini nasıl okuduklarını sorduğumda sömürgenin derin izlerinin nesiller de geçse kolay silinmediğini acı bir şekilde öğreniyorum. “İngilizler hakkında konuşmayız biz” diyorlar tekmili birden, “Usulca geçiştiririz.”
Anlıyorum ki korkuyorlar. Bu durum sadece bu arkadaşlara mahsus bir alışkanlık ya da imtina değilmiş onu da sonraki seyahatlerimizde müşahede ediyorum. Hürriyet ne büyük nimet. İnsan her nereye giderse gitsin bildiği yerle mukayese yanılgısına düşüyor çoğu zaman. Oysa bulunduğunuz yerin kendine mahsus şartlarıdır esas olan. Mukayese ile anlaşılmaz. Kaldı ki mukayese yanılgısı siyasi hayatımızın son bir asrında “Batıya nisbetle” belirlenen bir şey. Düşünce ufkumuza nasıl sirayet ettiğiyse yeterli miktarda münakaşa edildi bence. Aynı yanılgıya düşmemek için teyakkuzdayız. Küçük oryantalistler olmamalıyız zira. Yusuf’u vazife sahası Lindi’ye uğurladıktan sonra kurban kesimi yapacağımız küçük mezbahaya varıyor burayı, hayvanları inceliyor ve bayram sabahına hazırlık yapıyoruz.
Ve bayram sabahı
Bayram sabahı gelip çatıyor. Abdestler alınıyor, temiz kıyafetler giyiliyor, güzel kokular sürülüp mescidin yolu tutuluyor. Kur’an talebesi 14-15 yaşında gençlerin mütemadiyen tekrarladığı tekbirler eşliğinde imamın gelmesini, namazı, hutbeyi bekliyoruz. 1,5 saat süren aynı makamdaki tekbirler nihayete eriyor ve âmâ bir imam kıldırıyor bayram namazını.
Dünyanın neresinde olursanız olun bayram sabahını yaşamanın, adını sanını, dilini bilmediğiniz Müslüman kardeşlerinizle kucaklaşmanın lezzetini tadıyorsunuz. Onlarca büyük baş kurbanın kesilmesine nezaret ediyoruz. Alınan isimleri kurbanların başında tek tek zikrederek vekâlet veriyor “Bismillahi Allahuekber” diyerek kesilmesini temin ediyoruz. Omuzladığımız mesuliyet büyük. Kolay değil, sadece Tanzanya’da benim dahil olduğum ekip, 19 farklı bölgede 28 bin hisse kurbanın kesilip dağıtılması sorumluluğunu üstlendi. İbrahim’in, İsmail’in emaneti emin ellerdeydi hasılı. Tatlı bir yorgunlukla dönüş yoluna geçiyoruz. İstikamet Mitwara oradan da Darusselam. Ülkenin dört bir yanına dağılmış tüm ekip arkadaşlarımızla Darusselam’da buluşmak, her birinin yaşadığı tecrübeyi dinleyecek olma ihtimali heyecanlandırıyor.
Genç arkadaşlarımın heyecanı
Fadili ile Ruangwa’da vedalaştıktan sonra Mitwara’da Yusuf’la buluşuyoruz. Uçağa binince başlıyoruz muhabbete. Lindi’de geçirdiği süreci anlatıyor heyecanla. İniyoruz Darusselam’a ama Selman durur mu? Arayıp havalimanına yakın bir mezbahaya geçmemizi istiyor naif bir üslupla. Fazladan gelen hisselerin kesiminin tamamlanması ve dağıtılması gerektiğini ifade ediyor. Havalimanından mezbahaya intikal ediyoruz hemen. Büyük bir mezbaha vardığımız. Ekipten İbrahim karşılıyor tebessümüyle. Bir önceki gün başından geçenleri aktarıyor. O da heyecanlı.
İbrahim’in teşhisleri isabetli ama acı. Hem kiliselere hem de medreselere gittiğini, ikisi arasındaki eğitim farkına net bir şekilde şahit olduğunu belirtiyor. Kilisede verilen eğitimden geçen çocukların hem lisan becerilerinin, hem özgüvenlerinin yüksek olduğundan bahsederken, “maalesef kilisedeki çocuklar kadar bile değil bizim medreselerdeki müderrislerin vaziyeti” diyor. Mezbahadaki işleri toparlayıp Selman’la merkezimize geçiyoruz. Akşama doğru gelecek arkadaşlar için hazırlık düşüyor payımıza.
Acıkmışlar ve koca ülkede onların damaklarından sadece dadalar anlıyor. Her hâllerinden merkezde çalışmaktan mutlu oldukları anlaşılan dadalar da ricamızla koyuluyorlar işe.
“Allah'ım hayretimi arttır”
Vazife tamamlanınca vakti tasarruflu değerlendirmek adına etrafı görmek, gezmek gibi talepler yükseliyor. Nihayet, ekip iradesi tecelli ediyor ve verilen reylerle Zanzibar’a gitmek kararlaştırılıyor. Ancak tasaddukun lezzetini almış arkadaşlardan biri ikilemde. Yani Zanzibar’da geçirilecek vakti fukara ile geçirebileceğini, gezi için harcanması öngörülen miktarı da sadaka verebileceğini düşündüğünü kaydediyor. Arkadaşlar, ağabeyler durumlarını netleştirirken sadece o gece geç vakte kadar ne yapacağına karar veremiyorlar. Kadir Ağabey’in evine geçiyoruz arkadaşın kararsızlığıyla. Darusselam’daki hanesinde ağırlıyor bizi. Muhabbet derin, muhabbet lezzetli Kadir ağabeyle. Karar vermekte güçlük çeken arkadaş gecenin ilerleyen vakitlerinde ahvalini paylaşıp istişare ediyor.
En çok da Kadir Ağabey’in düşüncesini merak ediyor. Kadir Ağabey, ağabeylik yapıyor ve ona tam da yerine bir hayat dersi veriyor. “Bak” diyor, “Rasulullah Efendimiz, ya Rabbi, hayretimi artır” diye dua edermiş. Sen de öyle niyet et, hayretinin artmasını iste Allah’tan ve git. Hayret çok kıymetli bir şeydir.
Gemiye biner binmez içeriden yükselen Arapça bir dua, hem nasıl. Şahane bir melodi ile kulaklarımızın pası siliniyor adeta. Nedir diye ekranlara yöneliyoruz ve anlıyoruz ki burada adet olduğu üzere gemi hareket etmeye başladığı anda sefer duası yayınlanıyor.
Tasadduku Türkiye’de de yaparsın ama buralara bir daha ne zaman geleceğin meçhul.” İnsanın kalbine işleyen bu hikmetli sözler, arkadaşın Zanzibar’a gelmesi için kafi. Nitekim Zanzibar, hayretle dolu bir seyahate dönüşüyor. Sabah erken vakitte dünyanın en büyük doğal limanlarından biri olarak kabul edilen Darusselam’daki Klimanjaro limanında Zanzibar’a gitmek üzere toplanıyoruz. Gecikenleri bekle, müsait arkadaşların yerleşmelerini sağla derken, ha babam de babam tam kalkmak üzereyken atlıyoruz gemiye.
Gemiye biner binmez içeriden yükselen Arapça bir dua, hem nasıl. Şahane bir melodi ile kulaklarımızın pası siliniyor adeta. Nedir diye ekranlara yöneliyoruz ve anlıyoruz ki burada adet olduğu üzere gemi hareket etmeye başladığı anda sefer duası yayınlanıyor. Okuyuş öyle güzel ki zalim alim olur, gavur imana gelir yani. Güle oynaya geçirdiğimiz yaklaşık 2 saatin ardından Zanzibar’a ulaşıyoruz. Esasında başka bir ülke desek yeridir Zanzibar için. Zira indiğimizden itibaren bitmek bilmez kapılar, pasaportlara Tanzaya haricinde vurulan damgalar, Tanzanya ile ilişkisi olsa da Zanzibar’ın başka bir memleket olduğunu hissettiriyor. Kaldı ki resmi olarak da öyle. Zanzibar dış işlerinde Tanzanya’ya tabi ancak özerk bir yapıya sahip.
Emin belde Zanzibar
Ve ilk hayret. Tuhaf bir şekilde kendimizi Tanzanya’dan çok daha fazla emniyet içinde buluyoruz. Sadece fakir değil, diğer arkadaşlar da hemen aynı hisleri taşıyor. Daha emin bir belde gibi ada. Nüfusunun yüzde 90’dan fazlasının Müslüman olmasından mı, Tanzanya şehirlerinde duyamadığımız ezan sesini işitmemizden midir bilinmez burası başka. Hayret ve ibretle dolu seyahatimiz sürerken birkaç bilgiyi daha ilave etmek yerinde olacak. Zanzibar diye bildiğimiz Unguja Adası, çevresinde bulunan adacıkların merkezi. Takriben 1,4 milyon insanın yaşadığı bu turistik bölge, tarihte pek çok gücün boyunduruğuna girmiş.
- Portekizlilerden Ummanlı Araplara ve İngilizlere kadar geniş bir yelpazedeki devletler tarafından işgalin hedefi olmuş. “Baharat adası” olarak da bilinen bu coğrafya, konumu ve zenginlikleriyle tarih boyunca herkesin iştahını kabartmış yani.
İngiliz propagandası kokan bir cümle olduğunun altını çizerek adanın 1826’da yaklaşık 40 dakika içinde İngilizlerce işgal edildiği ifade ediliyor kaynaklarda. Ve bu saldırı dünyanın en kısa savaşı olarak dillendiriliyor. Ertesi güne, yolculuğu dalgaların sakin olduğu bir vakte tehir edip Zanzibar’a dönüyoruz sağ salim. Gece partner kuruluşlardan birinin misafirliğinde geçerken sabaha plan çoktan yapılmıştı. Kum adaya gidilip yüzülecek.
Pudra kıvamındaki kumlara yalınayak basılacak, uçakta giderken dahi dibini gördüğünüz okyanusun müsait yerlerinde çimilecek. Ne var ki yukarıda sözünü ettiğim yorgunluk hâli baskın gelince gitmek isteyen arkadaşları uğurlayıp yüzme yerine başka Türk arkadaşların mekânına kahvaltıya gitmeyi tercih ettik. İyi de oldu. Çay içebildik en azından.
1- Swahili dilinde ‘boş ver, rahat ol, sıkıntı yok’ gibi anlamlara gelen jenerik cümle.