Hafız Hasan’ın Bryan Adams dutkusu
Ama işte mastır imtihanı diğer imtihanları gibi başarılı geçmemişti. Kızıyordu, “Siyaset karıştıbu işe. Hem de pis siyaset var. Yoksa ben cevaplarımdan eminim. Bir sene boyunca İngilizcekursuna gittim. Bu kadar sürede harcadığım parayla bir Şahin alır, tüp taktırır gezerdim.
Hafız Hasan benim hemşerimdi. Ben Ankara’da fakülte kazanmıştım ve onun yanına geldim. Beni yurda yerleştirdi. Fakülteye gidiş geliş güzergâhını tarif etti. Bir de tavuk döner ısmarladı.
O günden sonra çok sık görüşmedik ama o sürekli meil atardı. “Moralin nasıl?” der, hatırımı sorardı. Onun böyle uzaktan da olsa beni gözetmesi hoşuma giderdi. Birinci yılın sonunda artık çömezlik devremi tamamlamışken bir kere daha buluştuk. Onun son senesiydi. Buluştuğumuz gün, mastır imtihanı neticeleri açıklanacaktı. Hafız Hasan, “Mastır yapacağım.” diyordu. Beraberce fakülte bahçesinde bekledik. Kazananlar listesi açıklandı. Hafız Hasan’ı almamışlardı. Hasan Abim olduğu yere çöktü kaldı.
Ona göre fakülte çok basitti. “Aha şu parmağımdaki anahtarlığı nasıl kolayca çeviriyorsam fakülteyi de öylece çevirdim gitti.” diyordu. Hayatı boyunca imtihanlara girdiğinden imtihan uzmanı olmuştu sanki.
İlkokuldan sonra üç yıl ara verip hafız olmuş sonra hep dışardan bitirme imtihanlarına girerek ortadan ve liseden mezun olmuştu. Şimdi de fakülteyi kolayca bitirmiş mastır kovalıyordu. Ona göre fakülte çok basitti. “Aha şu parmağımdaki anahtarlığı nasıl kolayca çeviriyorsam fakülteyi de öylece çevirdim gitti.” diyordu. Hayatı boyunca imtihanlara girdiğinden imtihan uzmanı olmuştu sanki. “Hafızlık imtihanında bir besmele çekmişim, imtihandaki müftülerin aklı şaştı. Seni imtihan etmek caiz değil aslan yavrusu haydi çık.” dediler. Sonra lise bitirme imtihanında matematikten cevaplarımın hepsi doğru amma gidiş yollarım sakatmış. Hocaya dedim ki imtihan demek paçaları ıslatmadan karşıya geçmek demektir. Karşıya geçmenin bin yolu varsa bir yol da ben ekledim geçtim işte!” Bazen sorardım, “Abi bu kadar pratiksin de hafızlık neden üç yıl sürdü?” “Üç yıl sürmedi aslan yeğenim. Altı ay sürdü. Geri kalan iki buçuk yıl gezdim, yedim, içtim. Babam Almanya’dan gönderdi paraları. Şeytan önde ben arkada dolaştım epeyce. Sonra dedim ki peder yememe, içmeme kızmaz ama hafız olamadığıma çok kızar. Kırdım dizimi çalıştım. Altı ayda hafız oldum. Hem de demir hafız.”
“Abi, ‘dutku’ değil ‘tutku’ denir” “Biliyorum ama ‘d’ ile söylersen daha datlı oluyor.”
Ama işte mastır imtihanı diğer imtihanları gibi başarılı geçmemişti. Kızıyordu, “Siyaset karıştı bu işe. Hem de pis siyaset var. Yoksa ben cevaplarımdan eminim. Bir sene boyunca İngilizce kursuna gittim. Bu kadar sürede harcadığım parayla bir Şahin alır, tüp taktırır gezerdim. Yaşımız geldi otuza dayandı. Hesaba vurdum bu hızla gidersem kırkı geçecek pırof olmamız. Kırk yaşında sonra insan vücudu yokuş aşağı inmeye başlar. Büyüklerin bir lafıdır bu ve de hakikattir.” İkimiz de canımız sıkkın halde fakülte bahçesinde oturduk. Bir zaman sustuktan sonra ben biraz hava dağılsın diye sordum. “Abi sen İngilizce kursuna da gittin değil mi?”
- Hafız ağır aheste konuştu. “İngilizce çalışırken bellediğim bir adam var. Adı, Bryan Adams. Pek dertli söylüyor. Aha şu ciğerinden geliyor sesi. Bu adamın derdini deşebilsek. Karşımıza alıp konuşabilsek mesela. Ya yoksulluk çekmiştir ya da yetimdir.
Yoksa bu kadar dipten, kökten söyleyemez. Bi fırsat olsa, bu adamın mahallesine gitsek. Konu komşusuna, çeşme başında, su sırasında âleme nizamat veren bacılara sorsak, bu adamın ezikliği cücüklüğünde de var mıydı? Sazı koynunda bir garip miydi, yoksa kibirli bi şey miydi?” Hafız Hasan ciddi ciddi Bryan Adams’ın doğup büyüdüğü yerlere gidip olanı biteni kadınlara sormak lazım geldiğini düşünüyordu. İmtihanı kazanamayınca kafasını dağıtmak için gevezelik ediyor, şaka yapıyor diye yüzüne baktım. Yok, hiç de öyle değilmiş. Hafız Hasan bir anda , “When you love someone” şarkısını söylemeye başladı. Ben parçayı biliyordum. Bryan Adams’ın şarkısıydı, birine aşık olduğunda şöyle olur, böyle olur diyen bir parçaydı. Ama Hafız Hasan’ın söylediği ile Bryan Adams’ın hiç alakası yoktu.
Gülmemek için dudaklarımı ısırıyordum. Biraz Azer Bülbül, biraz Mahsun Kırmızıgül karıştır ve üstüne Hafız Hasan’ın nezleli sesini ekle, al sana “When you love someone!” Hasan bütün hızıyla gözleri kapalı şarkıyı söyledikçe yanımıza yöremize toplananlar oldu. Telefonlar çıktı, fotoğrafl ar çekilmeye başlandı. Ben yerin dibindeyim. Ama Hafız kaptırmış gidiyor. “if you love someone” diye bağırdıkça millet coşuyor. “Yürü be!” diyenler. “Baba ayağını gazdan çekme” diye bağıranlar. Parça bitti Hasan gözlerini açtı.
Minik konser kalabalığını selamladı. “Benim değil bu parça Bryan Adams’ın” dedi. “Biliyoruz ama seni daha çok seviyoruz.” dedi biri.
Hasan da inandı. “Sağ olun aslan yeğenlerim.” dedi. Ben yer yarılsa da şu rezillikten kurtulsam duasındayım. Kalabalık dağıldı. Hafız’ı dinleyen kalabalıkta bir de hoca varmış. Adam pırofmuş. Başladılar muhabbete. Hoca sordu Hasan cevapladı. Biraz da reklam yaptı. Almanca, Arapça, Farsça ve İngilizce bildiğini söyledi. Hoca’nın ilgisini çekti. Yukarıya odasına davet etti. Beraberce çıktılar. Ve çıkış o çıkış…
Aradan geçen dört sene boyunca Hasan İngiltere’deydi. Türkiye’ye izne geldiğinde buluştuk bir kafede. Mastır bitmiş, doktoraya bile başlamıştı. O gün Hasan’ın muhteşem performansını dinleyen hoca sahip çıkmış, yurtdışı bursu sağlamıştı. Hafız anlatıyordu.
“Burada mastır, castır işini bize çok gördüler. Amma Allah bize ne yollar açtı. Hem de Bryan Adams vesile oldu bu işe. Benim yanımda yeri çok başkadır Bryan Adams’ın. Hani diyorlar ya benim için bir dutku bu adam.”
“Abi, ‘dutku’ değil ‘tutku’ denir” “Biliyorum ama ‘d’ ile söylersen daha datlı oluyor.” Gülüştük. Sonra altın teklifini sundu Hafız, “Bir parça da burada söyleyeyim...” Ben ellerine sarıldım. “Abi etme rezil oluruz.” “Niye ki kötü mü söylüyorum?” “Yok abi güzel söylüyorsun da bırak dutkun içinde kalsın, paylaşma herkesle yani…”