Hadi gidin
“Hiç kimse anlamıyor beni” diyene kadar döner durur dünya. “Hiç kimsem yok” diyene kadar deveran eder evren. Bazen hiç kimsesi olmaz insanın. Kalabalıklar arasında öylece kalakalır. Bir caddenin ortasında sessizce açan papatya gibi öylece bekler kalabalıkların geçmesini hiç kimsesi olmayanlar. Bir yıldız kayar, bir gazel düşer dile, bir ses düşer insanın içine.
Uçsuz bucaksız bir tarla, çiçek tarlası. Çiçeğin de tarlası olur mu demeyin, olur. Sapsarı çiçekler, rüzgârla birlikte nazlı nazlı dalgalanan çiçekler. Güneşe sevdalı çiçekler, güne bakan çiçekleri.
Bazen hiç kimsesi olmaz insanın. Kalabalıklar arasında öylece kalakalır.
Aynı senin gibi salınıyor, bir geçmiş zaman şarkısı gibi, alıp baş tacı yapılacak en güzel çiçek, ansızın gelen, yerini bulan bir çiçek. İnsan dünyada huzuru arar durur. Dağ aşar, denizler çıkar önüne, bir vapur efil efil taşır rüzgârı. Sanki her yer böyle anlarda İstanbul olur. Huzuru nerede bulacağını bilemese de arar durur insan. Bir şiir keser yolunu, bir dağ çiçeği selama durur, uzak denen neresiyse oraya düşer yolu nefes nefese. “Huzurum oldun” diyene kadar sürer bir serüven, huzurum olursun bir seher vakti bir bayram sevinciyle. “Hiç kimse anlamıyor beni” diyene kadar döner durur dünya. “Hiç kimsem yok” diyene kadar deveran eder evren. Bazen hiç kimsesi olmaz insanın. Kalabalıklar arasında öylece kalakalır.
Bir caddenin ortasında sessizce açan papatya gibi öylece bekler kalabalıkların geçmesini hiç kimsesi olmayanlar. Bir yıldız kayar, bir gazel düşer dile, bir ses düşer insanın içine. “Hiç kimsem yok, hiç kimsem olur musun?” diyene kadar sürer gider yollar. Küskün bir savaşçı gibi başımı alıp gitmeliyim. Yanımda sen olmalısın, o kadar. Kazandığım zaferleri, şehrin gürültüsünü, uğultusunu bırakıp bir dağ yalnızlığına düşmeli. Yıkık şehirlerim, tenime yaslanan rüzgâr, içimde pastoral bir firar. Bütün ihtişamıyla fiyakamı çekip şehirden, dilimizde bir firar şarkısı; dağlara, dağlara.
Ne kadar mazlum varsa sevelim, ne kadar zulüm varsa basalım bağrımıza. Okunmadık kitap kalmasın elimizde. Okudukça dağılsın bulut. Açsın güneş, yüzünün aydınlığıyla dağılsın efkârı yeni yaşımın.
İçimde bir uğultu duvarlarıma çarpa çarpa yer bulmaya çalışıyor kendine.
- Ben sen oldukça dağılıyor uğultu.
- Bir şelale dökülüyor ansızın çöllerime.
- Sükûtumu hayra yoracak bir rüyaya yatacağım.
- Kelimeler dökülecek dilimden.
- Konuştukça dağılacak sis.
- Dağılacak karanlık.
- Yüzün aydınlık.
Sabahla başlayan bir kıpırtıyı hissediyorum. Pencereye vuran her yağmur tanesi sanki içimde yer arıyor kendine. Bir kervan gibi art arda konuyorlar pencereye. İçimde adını bildiğim bir hareketlenme peydahlanıyor. Aşk olsun diyorum. Böyle de gelecektin demek ki. Bir ses, uyku mahmuru. Bir ses, bir adamı ayağa kaldıran, yağmur gibi.
Camlarıma vura vura, içime çarpa çarpa. Gökyüzünde dönüp duran bir ses daha bir anlam kazanıyor şimdi. Kalmak için gelmek varken, yol öylece durur insanın önünde. Sarı çiçekler, vakitsizce edilen dualar, seher vaktini selamlayan bir ses, huzurun başkenti ve dua gibi veda yoklar içimin karanlıklarını; “Hadi gidin.” Kal der gibi, niye gidiyorsun der gibi, bütün şiirleri yollara serer gibi, kalırsan her şey olursun der gibi, bir dilekle “hadi gidin” der bir ses. Kuşlar birden havalanır, bir çiçek ansızın açar, içimin bütün karanlıkları aydınlanır. Giderken bile ne güzel olurmuş insan, bir şiiri alıp yanıma giderken, gülendam bir teselliyle avuturum kendimi. “Hadi gidin ve daha güzel gelin.”