Güzelliğe dair hiçbir şeyin olmadığı yer: Cehennem

Güzelliğe dair hiçbir şeyin olmadığı yer: Cehennem
Güzelliğe dair hiçbir şeyin olmadığı yer: Cehennem

Cehennem, cennete dair ne varsa hiçbirinin olmadığı yerdir. “Cennet olmasa, Cehennem tazip etmez. Zemherir olmasa, ihrak etmez.” der Nursi. Mesela cehennem; dünyada küfrün temel taşı olan anlamsızlığın en yoğun, sonsuz yoğun yaşandığı, anlamsızlığın insanın duygularını lime lime ettiği yerdir. “Küfür, manevi bir cehennemin çekirdeği”dir ve bu küfür çekirdeği cehennemde neşvü neva bulur. Orada sınırsız büyür ve anlamsızlık hissiyle ehlini boğar, sıkar.

“Nasıl ki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler cennete akar; öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler cehenneme yağar.”

Said Nursi

Güzelliğin yokluğudur, anlamsızlıktır cehennem. İyiliğin uğramadığı yerdir. Muhabbetin olmadığı yerdir. Çıkarların olduğu yerdir. Aldatma ve kandırma yeridir. Yalanla doludur cehennem. Güzel hiçbir söz yoktur orada. Suçla doludur. Nimet yoktur. Kötülükle doludur cehennem.

Cehennem; dünyada küfürler içinde, kalbinden merhameti kovan, her varlığı düşman gibi gören, her varlığa anlamsızlık kisvesi ile düşman kesilen insanın, dünyadaki bu algısının sınırsız katlanarak devam ettiği yerdir. Merhametin yokluğudur cehennem. Orada dostluk duygusu yoktur, iyilik yapma hissi yoktur. Orada bir başkasına yardım eli uzatmak hissi yoktur. Orada birbirine acıma yoktur. Dünyada sadece kendini düşünenlerin kendi acısıyla baş başa kalışı, kendi acısıyla meşgul oluşundan ibarettir orası.

‘‘Cehennem nasıl bir yerdir?’’ sorusuna en güzel cevaplardan birini veren de Dostoyevski’dir: “Cehennem, insanın kalbinde sevginin bittiği yerdir.” Her ne kadar dünyadaki manevi cehennemi tarif ediyor olsa da aslında bu gerçek cehennemin de tanımıdır. Cehennem, insan kalbinde sevginin olmadığı yurdun adıdır. Aksine kalbini düşmanlıkla, nefretle dolduran insanın hayatının bir devamıdır cehennem. Cehennem her an düşmanlığın, nefretin solunduğu yaşama alanıdır.

Bir cehennem tasvirini de José Saramago yapar, Dostoyevski gibi her ne kadar dünyadaki manevi cehennemi tasvir ediyor görünse de. “Cehennem, umudun bittiği bir dünyada yaşamaktır.” Cehennem de umut yoktur. Her şey karanlıktır. Her şey kasvetli bir varoluşun ucundadır. Tünelin ucu görünmez. Oradan çıkış umudu yoktur. Yaratıcı orada ebedi kalacaksınız demiştir ve sözünü tutacaktır.

Bir umut yine seslenirler:

“Onlar orada şöyle feryâd ederler: ‘Rabbimiz! Bizi (bu Cehennemden) çıkar ki (dünyada) işlemekte olduğumuz (günahlar)dan başka, sâlih bir amel işleyelim!’ (Onlara:) ‘Sizi, ibret alacak bir kimsenin, kendisinde ibret alacağı (bir süre) kadar yaşatmadık mı? Size (bu günün dehşetinden haber veren) korkutucu da geldi. Öyle ise tadın (azâbı)! Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur.’ (denilir)” (Fâtır 35:37).

Aldıkları cevap hüsranlarına hüsran katar. İnsana biçilen süre, Mutlak Varlık’ı tanıyıp bilecek ve elçisinin getirdiği vahyi bilgiye göre bir yaşam sürmeye yeterlidir. İnsan demek sorumluluk demektir. İnsan demek seçim yapan varlık demektir. Bir seçim yapmıştır küfür ehli ve seçiminin sonucuna katlanmalıdır.

Cehennem “ademistan”dır. Varsın ama yoksun hissiyle dolusun. Dünyadayken küfrün hissettirdiği duygu da bu değil midir? Bir türlü varlığına ulaşamama hali bir türlü varlığına dokunamama hali değil midir küfür? Cehennem bu ruh halinin cehenneme layık bir boyutta ve şiddette yaşandığı yerin adı olsa gerektir. Varsın ve hep firak, ayrılık acısı çekiyorsun. Varsın ama yokluk acısı çekiyorsun çünkü varlığını hissedemiyor, ona ulaşamıyorsun. Varlığıyla kendisi arasında sonsuz bir uçurum, sonsuz bir boşluk vardır cehennem ehlinin. Bundan daha büyük bir acı, bundan daha büyük bir ateş var mıdır?

Vardır. Muhtemelen bu pişmanlık ateşidir. Cehennemde insanı cayır cayır yakan bir ateştir pişmanlık ateşi. Cehennem ehli pişmandır çünkü suçlayacağı kendi dışında hiçbir şey yoktur. Yaratıcı kendini tanıtmak için kâinat denilen büyük kitabı yaratmış, kâinatı kendini tanıttıracak ayetlerle donatmış, peygamberler yollamış, vahiyle kitap yollamış ve üstüne üstlük “yaratıcısız” yapamayan bir ruh, kalp ve vicdan koymuştur içine insanın. İman ettiğinde huzura kavuşmuştur insan inkâra yeltendiğinde, isyana yeltendiğinde acılara gark olmuştur. Vicdanı her daim onu iman etmeye teşvik etmiş, kâinattaki her varlık her daim O’nu anlatmış, O’nu tarif ve tavsif etmiş, her daim her şey O’nu bahsetmiştir. Küfür ehli gözünü kapamış, kulağını tıkamış, kibre kapılmış, aklını kullanmamış, nefsinin köleliğini tercih etmiş, bir oyun ve oyalanma içinde yaşam sürmüş, kendine hayatı vereni yok saymıştır.

“Nihâyet ateşin karşısında durdurulduklarında onların hâlini bir görsen! O zaman: ‘Ah ne olurdu, dünyaya bir daha geri döndürülsek de Rabbimizin âyetlerini yalanlamasak, mü’minlerden olsak!’ diye hayıflanırlar!” (Enam 6:27)

Kimse dünyaya yeniden yollanacak değildir. Sonra şöyle hayıflanırlar:

“Ve onlar, ‘Eğer biz,’ diye ekleyecekler, ‘[bu uyarıları] dinlemiş olsaydık veya [en azından] kendi aklımızı kullansaydık, [şimdi] yakıcı ateşe müstahak olanlar arasında bulunmazdık!’” (Mülk 67:10)

İşte böylesine yakıcı ruhsal bir ateştir pişmanlık ateşi. Tüm öfkenin, kızgınlığın, nefretin kendi şahsına yöneltildiği, hiçbir mazereti, hafifletici nedeni olmayan bir tercihin, bir yanlış tercihin, sadece kuru bir kibirle belirlenen vurdumduymazlıkla yapılmış bir yanlış tercihin; bir ontolojik cinayete, sınırsız kötülüğe sebebiyet veren bir yanlış tercihin pişmanlığı insanın kendi eliyle ördüğü, inşa ettiği cehennemin en yakıcı ateşidir.

Pişmanlık ateşinin cehennemde olduğu düşünülür çoğunlukla oysaki şu ayet, pişmanlık ateşinin ölüm anında, sekeratta, “ölüm meleği” geldiği anda, perdenin kalktığı, hakikatin apaçık algılandığı o anda başladığını anlatıyor bizlere:

“[ÖLÜMDEN sonraki hayata inanmamakta direnip de kendi kendilerini aldatanlardan] herhangi birine sonunda ölüm gelip çatınca: ‘Ey Rabbim!’ der, ‘Beni [hayata] geri döndür, izin ver döneyim ki, geride bıraktığım (dünya)da (terk edip yapmadığım) salih amellerde bulunayım.’ Asla ve hayır! Çünkü gerçekten bu sadece (samimiyetsiz) bir sözdür ki, bunu da kendisi (ancak dara düşünce) söylemektedir. Onların önlerinde, (yeniden) diriltilip kaldırılacakları güne kadar (geri dönmekten alıkoyan) bir engel (berzah) vardır.” (Mü’minun 23:99/100)

Bir de “Hutame” vardır.

“Bilir misin, nedir bu Hutame?” (Hümeze 104:5)

“Allah tarafından tutuşturulan bir ateştir.” (Hümeze 104:6)

Peki, nasıl bir ateştir bu. İnsanı ürküten bir cevap verir Mutlak Varlık. Öyle böyle sadece bedeni etkileyen bir ateş değildir. Tüyleri diken diken eden bir ateştir.

“Yüreklere kadar işleyen” (Hümeze 104:7)

Cehennem ateşinin salt bedene ait olmadığını anlarız bu ayetten. Yüreğe işler bu ateş. Hisleri yakar, duyguları yakar. Peki, bu ateşin odunu nedir?

Yaratıcı sorumlu olanın cevabını da bildirir bize. Bu ateşin odunlarını küfür ehli insan taşır kendi elleriyle. Ateşin odunu dünyadan yollanmıştır adeta. Küfür ehlinin bizzat kendisi, küfürle geçen hayatının elementleridir ateşin odunu. Ve kâinattaki olayları Yaratıcı dışında unsurlarla açıklama girişimi yani şirk edindiği her şeydir.

“[O gün onlara:] ‘Gerçek şu ki, siz ve Allah’ın yerine tapınıp durduğunuz bütün o (düzmece) şeyler cehennemin yakıtısınız: varacağınız yer orasıdır’ denecek.” (Enbiya 21:98)

Yorumunuzu yazın, tartışmaya katılın!

YORUMLAR
Sırala :

Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım