Gözyaşı üreten fabrika
Dişliler paslanmasın diye çocukların gözyaşları, emekçilerin alın terleri, yoksulların el açışları dökülüyor üzerine. Ne kadar çok acı varsa, o kadar randıman alınıyor fabrikadan. Bir büyük el, diğer ellerle birlikte çeviriyor kolu.
Şehir dediğimiz şey ne büyük bir fabrika. Kim çeviriyor onun dişlilerini? Büyük bir el olmalı bu. Baksana hiç yorulmuyor, hiç bıkmıyor. Dişliler durmadan dönsün diye; yedi gün, yirmi dört saat çevriliyor kolu. Lunaparkta dönen zincir gibi de değil üstelik ya da eskiden, eski mahallelerde gezdirilen dönme dolaplar gibi de değil. Mutlu etmiyor hiç kimseyi. Onları çeviren eller de aynı değil üstelik. Bu seferki başka bir el. Şehrin dişlilerini çeviren el; daha büyük, daha sert, daha duygusuz. Öyle olmasa seyyarlar kovalanmaz, evsizler otogarlarda kalmaz, çocuklar yalınayak ayazda mendil satmazlardı. Işıklarda cam silenler var sonra, alacağı üç beş lira için arabadan arabaya koşturup duran. Cami önünde merhametli yüzlerden iki lokma dilenenler de şehir denen bu dev fabrikanın dişlileri arasında. Dişlileri çeviren büyük bir el olmalı, milyonlarca elden oluşan. Milyonlarca el bir araya gelip var gücüyle çeviriyor kolu; şehir hep ayakta kalsın, hep ışıl ışıl olsun diye. Şehir hamalların, işportacıların, trafik ışıklarına terk edilmiş çocukların sırtlarında yükseliyor.
Fabrikanın dişlileri döndükçe daha çok çocuk eziliyor çarkların arasında. Yüzlerinde gülüş, gözlerinde sıcaklık, ayaklarında pabuç yok. Onlar öğle uykusuna da yatamaz, çizgi film seyredip, gofret de yiyemezler. Onları bir kucak sarmaz kışın, onların arkası tüylü kalemleri, araba etiketli defterleri de yok. Olsa da ne yazacaklarını bilemezler zaten. Onlar üşümeyi, korna seslerini, bir şey satmak için çok ısrar ederlerse ağız dolusu küfür duymayı bilirler. Ağladıklarında sarılacakları, dayak yediklerinde şikâyet edecekleri kimseleri de yoktur. Çocuk olmalarını engelliyor, dişlileri çeviren büyük eller. Bir çocuk yedi yaşında koca adam oluyor. Bir kız çocuğu on dört yaşında anne. Fabrikayı kuranlar en başından böyle anlaşmış olmalı; vitrinlerin ışıkları yanacaksa, alışveriş merkezleri dolup taşacaksa, pahalı markaların önlerinde kuyruklar olacaksa; çoktan az, azdan çok gitmeli diye. Az olan, azla yetinemiyor. Çok olan, azdan daha çok istiyor. Çocuklardan şekerlerini, garibanlardan gururlarını, seyyarlardan tüm bozukluklarını talep ediyor. Fabrika bir türlü doymuyor. Çarkların dönebilmesi için kollara güç gerekli. Sahi, kim çeviriyor bu dişlileri? Milyonlarca şehirli elden oluşan büyük bir el olmalı bu.
Dişliler paslanmasın diye çocukların gözyaşları, emekçilerin alın terleri, yoksulların el açışları dökülüyor üzerine. Ne kadar çok acı varsa, o kadar randıman alınıyor fabrikadan. Bir büyük el, diğer ellerle birlikte çeviriyor kolu. Pes etse diğer eller, güçsüz kalacak büyük el. Çevirmeyi bıraksa diğer eller, korkacak büyük el. Büyük el oyalıyor onları; reklamlarla, ilanlarla, kampanyalarla. Diğer ellerin hoşuna gidiyor, kolları alışveriş torbalarıyla doldukça ve otomobiller her yıl sıfırlarıyla değiştirildikçe seviniyor büyük el. Büyük ele güç gerekiyor, onun için diğer eller ona hizmet ediyor. Diğer eller ne kadar çok tüketirse, satın aldıklarından sıkılıp hemen yenisini isterse, ekmeği bayatlatıp, meyveleri çürütüp atarsa daha çok memnun oluyor büyük el.
Diğer eller üzülürse bayramlarda, kandillerde sokak çocuklarının, garibanların hâline; "Ne oluyor bize de unuttuk, çaresiz bıraktık onları" derse büyük el şaşırıyor önce, sonra yeni ilanlar veriyor; bağış kampanyaları düzenliyor. Diğer eller yardıma koşuyor hemen, bazen SMS ile bazen de IBAN numaralarıyla. Sonra sesleniyor büyük el diğer ellere, bu sefer daha yumuşak bir sesle: "Bak kaç çocuğun yüzünü güldürdün, kaç yoksulun karnını doyurdun, rahatlasın artık vicdanın. İşin bittiyse hadi gel, çok işimiz var daha, dönmeli dişliler yeniden ve kaldığı yerden."